Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Bölgemizin en kadim kentlerinden olan Halep’in son günlerde yaşadığı trajedi insanlığın yeni bir utanç sayfası olarak tarihe geçmek üzere. Rusya’nın, Şam rejiminin ve İran’ın da desteğiyle, Halep’te yoğunlaşan Suriye muhalefetini iyice sindirmek, direncini kırmak, hatta mümkünse yok etmek için başlattığı son harekat yaklaşan felaketin habercisi. Yirmi yıl önce Saraybosna’da yaşanan insanlık suçundan sonra artık benzeri olayların yaşanmayacağı ümidine kapılmıştık. Heyhat! Halep’in ileride yeni bir Saraybosna olarak hatırlanmaması için uluslararası toplumun mutlaka bir çare bulması gerekiyor. Bu çarenin Birleşmiş Milletler ve ABD tarafından Rusya ile gerekli diyaloğun kurulması yoluyla aranması şart. Günümüz koşullarında bunun dışında bir yol da yok.

Halep Türkiye için önemlidir. İstanbul ve Kahire’den sonra “Devlet-i ‘Aliyye-i Osmaniyye” olarak anılan Osmanlı İmparatorluğu’nun üçüncü büyük kenti Halep’ti. İstanbul ve Bursa’dan sonra İmparatorluğun üçüncü dokuma merkezi, İstanbul’dan sonra da ikinci ticaret merkeziydi.

Şu haberle kaynıyor ortalık:

Cumhurbaşkanı Erdoğan Ekvador’da protesto edildi.

Erdoğan’ın korumaları protestocuları dövdü.

*

Konu uzamış ve büyümüş durumda:

Ekvador makamları rahatsızlıklarını dile getiriyor.

Dayak yiyenler açıklama üstüne açıklama yapıyor.

Konu sosyal medya aracılığıyla küreselleştikçe küreselleşiyor.

*

Bırakılsaydı da üç-beş kişi protestosunu yapsaydı, ne olurdu?

Ne mi olurdu?

O protesto, kimsenin dönüp de arkasına bile bakmayacağı, haber olmaya bile layık bulunmayacak çok basit ve çok sıradan bir protesto olarak kalmaya mahkûm olurdu.

*

Peki ne oldu?

Suriye” dediğimiz diyar çoktandır “Suriye’den ötesi”... En başta Ortadoğu halklarına kurulan cihatçı/tekfirci komplonun hedefi olarak 4.5 yıldır mücadele edenlerin memleketi. Suriye aynı zamanda Anadolu coğrafyasına yönelik cihatçı saldırganlığın merkezi yapıldı. Dolayısıyla Suriye, “Türkiye halklarının savunmasının da başladığı yerdir” desek abartmış olmayız.

İhvancıların “süslü” yüzünü oluşturduğu bu saldırgan hareket, Batı desteğiyle en başından Suriye sınırlarını kemirip durdu. Suriyeliler koca medeniyet mirasını yok eden bu zihniyetin yıkıcı savaşına maruz kaldılar. Ama ne uluslararası güçlerin döktüğü silahlar, ne Körfez şeyhliklerinin Batı’da milyarlar harcayarak giriştikleri trajikomik “demokrasi” imajı, ne Suud’un kurduğu kimyasal komplo... Hiçbiri işe yaramadı. Neyse ki memleketimizi yöneten Pan-İslamcı/Osmanlıcı aklın yıkıcı hayallerinin bir karşılığı hiç olmadı. Ama bu devasa toplu saldırı karşısında; İran’ın ancak 2012 ortalarında utangaçça devreye giren yardımları da Rusya’nın ancak geçen eylüldeki askeri müdahilliği de Suriyelilerin mücadelesini tek başına izaha yetmez. Tarih nasılsa yazacak.

Türkiye, Suriye'ye doğrudan müdahale eder mi? Açık bir savaşa girer mi? Suriye'nin bugünkü durumunu Türkiye için tehdit kabul edip radikal önlemlere girişir mi? 

Suudi Arabistan'ın başını çektiği, Körfez ülkeleri ile Mısır ve Ürdün gibi ülkelerin de destek vereceği yeni bir Suriye savaşı mı başlıyor? Rusya ve İran'ın işgal ettiği Suriye'de, örgütler üzerinden yürütülen vekalet savaşları bitti ve devletler savaşı dönemi mi başladı?

Riyad yönetiminin ardı ardına yaptığı açıklamalar, asker hazırlandığına dair söylentiler, bölge ülkelerinden gelen destek açıklamaları, İran'dan yükselen tehdit ve şantajlar önümüzdeki haftalarda Suriye üzerinde yaşanacak büyük restleşmenin habercisi olarak okunabilir mi?

Halep'te kıyım, acı kararlar vermek

Hele hele yüzbinlerce insanın Halep ve çevresinden Türkiye'ye doğru kaçması, yaşanacak insani trajediler, Rusya ve İran'ın Halep'te başlatacağı kıyım coğrafyayı ayağa kaldırır mı? İnsani durum ve Türkiye gibi diğer bölge ülkelerinin tehdit algılamaları birleştiğinde ortaya nasıl bir reaksiyon çıkar?

2011 yılından beri devam eden Suriye iç savaşı şu günlerde kritik bir dönemeçten geçiyor. Havadan Rus güçleri tarafından desteklenen Esad güçleri, Hizbullah milisleri, Rus komandoları ve İran para-militer güçlerinden oluşan kara gücü Halep’in kuzeyine sarkmayı başardı ve 2012 yılından beri muhaliflerin elinde olan ve Suriye’nin en büyük şehri Halep’in Türkiye ile olan irtibat yollarını kesti. Bu kısaca Halep’teki muhaliflerin Türkiye ile irtibatının kesilmesi ve Esad güçlerinin Halep kuşatmasının başladığı anlamına geliyor.

Eğer Halep düşerse Esad güçleri Suriye’de çok büyük bir zafer kazanacak ve belki de muhaliflerin yenilgisinin başlangıcı burası olacak. Yabancı analizlerden görebildiğim kadarı ile Rusya ve İran tarafından da desteklenen Esad güçlerinin bir acelesi yok gibi. Doğrudan 800 bin nüfuslu Halep’in içine girerek kent savaşlarında büyük kayıp verme yerine hava bombardımanları, topçu-roket atışları gibi dolaylı bombalamalarla ve sıkı bir abluka ile Halep’i zamana yayarak sıkabildiği kadar sıkmak ve Halep halkının pes etmesini bekleyecek.

Yeni bir anayasa hazırlamak üzere bir daha oluşturulan komisyonun TBMM’de toplanmasından bir gün önce, muhalefet partilerinin milletvekillerine bir rapor dağıtıldı. Rapor, daha önce iktidar partisi milletvekillerine de dağıtılmıştı. “Türk Tipi Başkanlık Sistemi” (TTBS) başlıklı bu rapor, resmen AKP tarafından doğrudan hazırlatılmamakla beraber, ülkenin ve partinin fiili Başkanı’nın önerdiği tarihimize ve bize uygun siyasal yönetim modelini tarif etme iddiasında.

Aslında rapor o kadar yeni değil. 25 Aralık 2015’te, Kütahya’da, resmi adı Global Research Thinking Center olan bir kuruluşun yaptığı ilk basın toplantısında sunuldu. GRTC 2015 Ekim sonu Kütahya’da kurulmuştu. Dumlupınar Üniversitesi’nden üç kişiye hazırlattığı TTBS raporunun sunuşunda derneğin genel başkanı işadamı Mustafa Önsay, kısa bir açılış konuşması yaptı. Üç yüz yıllık Batılılaşma sürecinin sıkıntılarına işaret edip, “son 80 yıllık süreç gösterdi, Batı’dan ithal ettiğimiz gömlekler vücudumuza uymamaktadır” dedi ve altı yıldır kuruluş hazırlıklarının yapıldığını bildirdiği derneğin adını “CiArTiSi”, niteliğini de “think-tank” olarak tanımlamakta bir beis görmedi. Bu basın toplantısının ses kaydı şu adresten dinlenebiliyor: link

Bir gazeteci bir olayı iddia olmaktan çıkartan bir belge yayınladığında bu mesleki bir başarı, güvenir ve sorumlu gazeteciliğin bir gereği olarak kabul edilir. Yargının medyaya yönelik yaptırımları, gazeteciler hakkında açılan soruşturmalar, davalar ise tam aksi yönde...

Bir haber gazetelerde belgesiyle yer alırsa, ya da belgede bir kamu görevlisinin imzası varsa; yargının itirazı genellikle haberinize olmuyor. Kamu görevlisinin ihmali var mı yok mu diye de bakmıyor. İki şeye bakıyor: Haberi desteklemek amacıyla kullanılan belgede gizlilik unsuru var mı? Belgede gizli olsun ya da olmasın kamu görevlisinin adı var mı? 

Oysa araştırmacı gazetecilik belge gerektirir. Belgelere dayalı bir haber yaptığınızda, habere konu olan belgeyi yayınlayıp yayınlamamak yazı işlerinin sorumluluğundadır. Yazı işlerinin bu tür belgeleri yayınlama kararı da genellikle haberin önemine ve doğruluğuna vurgu yapmak gerekçesiyle okurla paylaşılır.  

Bu tür davalar giderek çoğalıyor.

Bu, Gülay Göktürk’ün gazeteden atılmasına neden olan yazısının başlığıydı. Olayın arka planı henüz çok taze ama biz yine de hatırlayalım: Başkanlık sistemini savunmakta olan bazılarının yaptığı yanlışlara değindiğim yazılarımdan biri, ekonomiye ilişkin sınanmamış ideolojik hurafeleri retorik ambalajına sararak güç devşirmeye çalışanları konu ediyordu. Basitçe söylersek, faizleri çeşitli reform ve politikalar yoluyla düşürmeye çalışmanız tabii ki gerekir. Ama Merkez Bankası’nın faiz indirmesiyle nihai faizin ve sonuçta enflasyonun düşeceğini önerecek kadar iktisat biliminden, Türkiye koşullarından ve küresel dinamiklerden uzak olan bir yaklaşımın anayasa ve başkanlık tartışmasına zarar verdiği açık. Bazıları kendi abes kanaatlerini başkanlık sisteminin muhtemel getirisi ile bütünleştirme gayreti içindeler ve bu garabet AKP içinde yeterli cevap bulmuyor.

 (*) __Mahçupyan’ın Akşam’dan kaldırılan son yazısı Egoist Dergisi'nde yayımlandı.

Sloven asıllı Slavoj Zizek: Kimilerine göre “akademik rock star”… Kimilerine göre, Marksizmi çağımıza uyarlarken “uçmuş” bir yazar... Ya da delilikle deha arasında salınıp duran bir filozof...

Her halükârda 21. Yüzyıl’ın, felsefe / psikoloji / sosyoloji / siyaset bilim ve hatta sinema (eleştirisi) alanında en dikkate değer isimlerinden biri. 

Böyle bir isim, Türkiye hakkında yazarsa... Dahası, “tespitiyle” tüylerinizi diken diken ederse... Görüp geçemiyorsunuz.

Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmalarından söz ederken, “ÇÜRÜMÜŞ BİR ŞEY VAR TÜRKİYE TOPRAKLARINDA” diyor Zizek. Ve Erdoğan ile hükümet üyelerini işaret ederek ekliyor:

“(Son) açıklamalarında muhalifleri vatan hainliğiyle itham eden, yasal siyasi partileri terörist diye niteleyen, muhalefeti yekpare laik-Kemalist-Siyonist blok diye suçlayan, barış talebiyle imza veren entelektüelleri hedef alan öfkeli, paranoyak bir ton mevcut.”

Adı “Haber Nöbeti”…

Amaçlarını “gerçeğin peşindeyiz, meslektaşlarımızın yanındayız” diye duyurdular. Meslektaşlarıyla dayanışmak amacıyla Güneydoğu’dalar…

Nöbetin haberleri habernobetim adlı blogda “haber”, “izlenim” olarak ve neler olup bitiyorsa yayınlanıyor. Güneydoğu’da neler olup bittiğini öğrenmek ve bilmek isteyenler için.

Sadece işlerini yapıyorlar. Yani “gazetecilik”…Güneydoğudaki zor koşullarda meslektaşlarına yardım ediyorlar, onların yanındalar.

Kendi bloglarında yazmışlar. Sokakta, sahada haber takibi, ofiste editörlük gibi işler yapabileceklerini ifade etmişler. Daha da önemlisi yazdıklarına göre; “oradaki gazetecilerin çalışma koşullarını anlatan haberler hazırlayabiliriz” diyorlar. Çok iyi olur! O zaman gazetecilerin içinde bulunduğu bu çalışma /çatışma ortamında gazetecilik nasıl yapılıyorsa/yapılamıyorsa herkes öğrenmiş olur…

Popüler İçerikler

Galatasaray'ın Yıldızı Osimhen İçin Fenerbahçe Napoli ile Temasa Geçti
Türkiye'de 9.05'te Hayat Durdu! Atatürk'e Saygı Duruşu!
Fernando Muslera, Jose Mourinho'yu Hedef Aldı: "İstemiyorsa Gidebilir"