Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

2016 dünyasının kriz olasılıklarını tartışıyoruz ve birkaç belirleme yapıyoruz.

Emperyalist sistemin merkezinde 2008 krizinin tekrar patlak vermesi değil; uzun sürecek bir durgunluğun yerleşmesi söz konusudur. Buna karşılık sistemin çevresi ile sınırlı ve 1998-2002’de sadece “Güney” ekonomilerini sarsmış olan bunalımın bir benzeri beklenmektedir. O bunalım, çevreye dönük sermaye hareketlerinde sert bir daralma ile Doğu Asya’da başlamış; iki kere Türkiye’ye de uğradıktan sonra Latin Amerika’da son bulmuştu.

Bugünkü durum 1998’i niçin hatırlatıyor? Son iki yılda da metropol kökenli sermaye hareketleri hızla yavaşladığı için... “Bu seferki Güney krizi nerede başlayacak?” sorusu gündeme gelince kırılganlıklar mercek altına alınıyor ve “zayıf halkayı” oluşturan 4-5 ülkeden biri olarak Türkiye de gösteriliyor.

Ancak, bağımlılık olgusu kırılganlıklardan önce incelenmelidir. Kriz etkenlerinin başında gelen yabancı sermaye hareketlerini bu açıdan ve Türkiye bağlamında gözden geçirelim.

Yeni bir göç dalgası kapıda.

Başbakan Ahmat Davutoğlu Suriye ve Rus ordusunun saldırılarından kaçan 10 bin Suriyeli Türkmen'in sınıra dayandığını, Halep'e yönelik harekattan kaçan 70 bin mültecinin de sınıra doğru gelmekte olduğunu söyledi.

Bunu Londra'daki Suriye konferansında söylediği sırada Cenevre'deki Suriye görüşmelerinin de askıya alındığı haberi gelmişti.

*** 

Suriye görüşmelerinin askıya alınmasından dolayı Rusya'yı, Rusya'nın sadece IŞİD'i değil, daha çok Beşar Esad muhaliflerini bombalamayı kesmemesi nedeniyle ilk suçlayan ABD oldu.

ABD'yi Türkiye, Fransa, Almanya, İngiltere izledi.

Avrupa Birliği mevcut göç baskısı nedeniyle Türkiye ile masaya oturmuşken, yeni göç dalgalarıyla nasıl baş çıkacağı kaygısına kapılıyor.

AB İşleri Bakanı Volkan Bozkır ise dün Paris'te, elindeki kırmızı kapaklı dosyadan bazı rakamlar sıralayarak Suriye'de işler böyle gitmeye devam ederse 3,5 milyon kişinin daha göç etme ihtimalinin bulunduğunu söylüyordu.

Dünyanın en büyük hacker grubu Anonymous'un yoğun siber saldırısına maruz kalmamızın üzerinden kaç gün geçti?

Aralık ayında Türk Telekom, kamu siteleri, bankalar başta 40 bin kadar siteye saldıran Anonymous “bu daha başlangıç” demişti.

Bekliyoruz şimdi.

Geçen yıl Türkiye’nin “inovasyon şampiyonu” olan, bu yıl ise uluslararası İmprove İnovasyon Yarışması’nın finalistleri arasına girerek KOBİ başarı ödülü alan siber güvenlik şirketi Labris’in CEO’su Seçkin Gürler soruyor:

“İlk ciddi siber savaşını Anonymous’a karşı yürüttük. Önümüzdeki dönemlerde hacker gruplarının yanı sıra devletlerin siber saldırılarına maruz kalabiliriz. Buna hazır mıyız?”

Dördüncü Sanayi Devrimi derken böyle bir gerçek de var.

Önümüzdeki dönemlerde sınırların güvenliğinden ziyade bilginin güvendiğinden söz edeceğiz.

Siyasetin Kürdü ile sosyolojinin Kürdü aynı Kürt değil. Siyasetin Kürdünü daha iyi tanıyoruz, zaten ortada ondan başka sesi çıkan da yok, dinlenen ve kaale alınan da… PKK’dan KDP’ye, Hak-Par’a, HDP’ye ve daha birçok hizbe kadar, siyasetin irili ufaklı Kürtlerini, Kürt gruplarını, partilerini biliyoruz. Hepsinin ortak tarafı, ırkçı bir yaklaşımdan beslenen etnik kimlik (hüviyet) taleplerinden ibaret bir siyasî düşünce ve eylem programına sahip olmak… Aralarındaki en güçlü ve kalabalık grup, hâlâ Stalinist çizgiye çok yakın duran sol-ateist unsurun kontrol ve idaresinde… Kürtlerin hâlâ ciddî bir çoğunluğu, siyasî Kürtlüğün ve Kürtçülüğün dışında kalıyor. Hele hele, başta Güney-Doğu olmak üzere daha birçok yere, maalesef nüfuz etmiş olan silâhlı tedhiş ve tehdit ortadan kalkmış olsa siyasetin Kürtlerinin bu gün göründüğü kadar da kalabalık olmadıkları rahatlıkla varsayılabilir.

Kürtlerin büyük çoğunluğunu teşkil edenler, siyasetin değil, “sosyolojinin Kürtleri”dir ve en az sosyolojinin Türkleri kadar barışın da kardeşliğin de “çözüm”ün de hakikî teminatı onlardır.

Milli ve yerel tabirinin AK Parti çevreleri ve muhafazakar kesim tarafından sık kullanıldığı bir dönemdeyiz.

Kullanım sık, ama yeni değil…

Türkiye'de hakim siyaset algısındaki “kök anlayış”, “kimlik ve mensubiyet ikilisi”nden oluşur.

Bu kök, özellikle muhafazakar kesimlerde, çok parçalı toplum fikrini tek parçalı millet kavramıyla ikame eden önemli bir unsurdur. Daha da öte, toplum tek parçalı olunca onun temsili gücü, “milli olan” hükümrandır.

Bunun içindir ki, bizde, “devlet-siyaset-toplum-insan” adeta tek bir özneymişçesine, birbirinin yerine geçen, birbirini temsil ve ikame eden bir duygu içinde algılanır ve yaşanır.

Bu kök, yapısı itibariyle, doğal olarak, çoğulculuğa, hatta çokluğa mesafelidir. Yine doğal olarak, bu kök için sahneyi toplumdan tarih oluşturur.

Tarih ise, çatışmaların, hakimiyet kavgalarının, iç ve dış düşmanların, komploların cirit attığı milletler ve kültürler arası gerilimler dizisinden ibarettir.

Ortadoğu üzerine atış serbest, aklına esen büyük analizlere girişebiliyor, büyük iddialar ortaya atabiliyor. Aslında bu ne bize, ne de bugüne mahsus. Klasik emperyalizm döneminde, oryantalizm çerçevesinde, Batılılar “Doğu”yu istediği kadar geneller, istediği gibi tanımlardı. Ama hiç olmazsa, bunu “Doğu’nun bilgisi” üzerinden meşrulaştırmaya özen gösterirdi. Kuşkusuz, “Doğu’nun bilgisi” fevkalade tartışmalı bir iddia idi, ama yine de bu iddia adına Doğu dilleri öğrenilir, tarihi incelenir, bunlar üzerine bir bilgi iktidarı oluşturulma çabası sergilenirdi. Daha sonra, bu çabaya bile gerek duyulmamaya başlandı. Ne yazık ki, “klasik oryantalizm”e itiraz eden pek çokları dahi, Doğu üzerine bir şey bilmek gereği duymadan fikir yürütmekten imtina etmez oldular. Dahası, Doğu’ya dair iddialar “olumlu” istikamette olduğu sürece, bu yeni tür oryantalizm, oryantalizmin emperyalizmin meşrulaştırıcı olmak şeklindeki tarihsel yükünden kurtulup makbul sayılmaya başlandı.

Unutmuş olanlar için önce kısa ve özet bir bilgi vereyim. Anayasa değişikliği (işler o aşamaya geldiği takdirde) önce Meclis’te oylanıyor. Bunun için iki ön koşul gerekiyor:

(İlkinde) Eğer 330 ile 367 arasında kabul oyu çıkarsa konu referanduma, halk oylamasına gidiyor. Bu durumda karar referandum sonucuna göre millet tarafından veriliyor.

(İkincisinde) Eğer 367’nin üzerinde kabul oyu çıkarsa değişiklikler Meclis tarafından doğrudan kabul edilmiş oluyor.

(Oylamada 330’un altında kabul oyu çıktığı takdirde geçmiş olsun! Anayasa değişikliği bir başka bahara kalıyor.)

Şu anda Meclis’te AKP’nin milletvekili sayısı oy kullanma hakkı olmayan Meclis Başkanı’nı düşünce 316.

Yani kelle sayısı 330’a bile yetmiyor.

Dolayısıyla, anayasa değişikliğini Meclis’ten geçirmek için 330 oya ulaşması şart olan AKP’nin, oylama sürecinde muhalefet partilerinden en az 14 milletvekilini devşirmesi gerekiyor.

Bunun örneklerini geçmişte çok gördük.

Türkiye'nin mesela İzlanda gibi homojen, sakin ve huzurlu bir toplum olduğunu düşünmemize neden olacak şartlarımız hiçbir zaman olmadı. Huntington'ın tabiriyle Türkiye zaten ‘bölünmüş' ülke kategorisine giriyordu.

Cumhuriyet'in kuruluşu ile iyice belirginleşen ve elitlerle halkı ayıran merkez-çevre fay hattı, yeni elitlerin oluşmasıyla Özal döneminden beri etkisini yitiriyor. Ne var ki Türkiye'nin siyasi fay hatları, yani keskin ayrımları halk ve bürokratik elitlerle sınırlı değildi. Buna Türk-Kürt, Alevi-Sünni fay hatları da eşlik ediyordu. Bu hatlardaki gerginliğin hâlâ devam ettiği sır değil.

Bu hafta içinde açıklanan Bilgi Üniversitesi'nden Emre Erdoğan'ın Türkiye'de Kutuplaşmanın Boyutları Araştırması, bu fay hatları arasındaki uzaklaşmanın ne kadar endişe verici boyutlara ulaştığını göstermiş. Sonuçlardan örnekler verdikten sonra akademisyenlere 17/25 Aralık sonrası ortaya çıkan yeni bir fay hattından bahsedip onu da araştırmalarını önereceğim, ama önce hissettiklerimizi doğrulayan araştırmanın çarpıcı kısımlarına bir göz atalım.

Bundan sonra Kürt sorununun nasıl tartışılacağı ve farklı görüş ve önerilere açık olup olmayacağı, Başbakan'ın Mardin Artuklu Üniversitesi kürsüsünden vereceği mesajlarla ilintili olacak.

Başbakan Ahmet Davutoğlu bugün Mardin'i ziyaret ediyor ve Mardin Artuklu Üniversitesi'nde de Kürt sorununun çözümüne ilişkin 'master planı' kamuoyuna açıklayacak. Bu kısa değerlendirme, bölgeden ve aynı zamanda 'barış için akademisyenler'in 'barış bildirisi'nde imzası olan bir akademisyenin 'farklı'  gelebilecek görüşlerini ifaden bir yazıdır.

Ahmet Davutoğlu daha çok akademisyen kimliği ile ön plana çıkan ve bunu fırsat buldukça vurgulamaya çalışan bir başbakan. Bu açıdan konuşmasını üniversitede yapması ve Kürt sorununda geleceğe ilişkin planlarını akademik bir ortamda açıklaması doğru bir adım olmakla beraber, hemen akabinde, acaba Başbakanın üniversitedeki konuşması bundan sonra sorunun akademik ortamda, özgürce tartışılmasının önünü açacak mı, sorusu ister istemez akla geliyor.

Cenevre görüşmeleri ay sonuna ertelendi. Ertelemenin gerekçesi her ne kadar tarafların uzlaşamaz tutumu gibi görünse de gerçeklerin daha farklı olduğu savaş alanından gelen haberlerden anlaşılıyor.

Her askeri hamlenin siyasi bir çıktısı olur. Bu çerçevede Suriye’deki askeri gelişmelerin Cenevre görüşmelerini etkilemesi kaçınılmazdır. Nitekim bu etkiyi ve boyutlarını görüşmelerin devamında göreceğiz.

Sahadaki askeri gelişmeler dikkat çekici. Rus Hava Kuvvetleri muhalifler üzerindeki saldırılarını sürdürüyor. Esad güçleri Hatay’ın güneyinde mesafe aldıktan sonra harekâtın sıklet merkezini Halep’e kaydırmaya başladılar. Amaç Halep’i kuşatarak muhalefeti çıkmaza sürüklemek. Bu hedefin gerçekleştirildiği yönünde haberler geliyor. Özellikle stratejik öneme sahip Nubul ve El Zehra kasabalarında kontrolün sağlandığı bildiriliyor.

Popüler İçerikler

Montella Görevini Bırakırsa A Milli Takım'ın Başına Kim Geçmeli?
Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı
Meteoroloji 49 Kente Fırtına Uyarısı Verince Hava Forum 58 Kilo ve Altında Olanları Tiye Aldı