Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Bülent Arınç’ın yaptığı açıklamalar ne anlama geliyor? Bundan sonra neler olur?

Bu sorulara cevap aramadan önce bir konuya değinmek istiyorum.

Arınç’ın konuşmasına, muhalif cenahtan gösterilen tepkilerde ciddi sorun var.

Sadece Bülent Arınç değil, iktidar çevresinden gidişatı eleştirenlere karşı da benzer bir yaklaşım sorunu var. Biliyorum, hepimiz çok öfkeliyiz.

Ülkeyi felakete sürükleyen bunca yanlışa, bunca hataya sessiz kalmalarını, ortak olmalarını kabullenemiyoruz.

En küçük bir özür dilemeden veyahut özeleştiride bulunmadan, olup bitenlerde hiç bir sorumlulukları yokmuş gibi konuşmaları herkesi rahatsız ediyor.

Fakat yine de bu tür çıkışları bütünüyle değersizleştiremeyiz, yok sayamayız. AK Parti içinden birileri konuştuğunda elbette “Geç olmadı mı?” türü sitemlerde bulunabiliriz.

Dünden devam ediyoruz…

Çözüm Süreci adlı son görüşmeler, 29 Aralık 2012’de dönemin Başbakan’ı Tayyip Erdoğan’ın bir canlı yayında bunu açıklamasıyla başladı denilebilir. Mart 2013’te Öcalan’ın ‘silahlı mücadele sona ermiştir’ sözlerini içeren mektubu Diyarbakır Newroz Meydanı’nda okundu. Dönemin KCK yürütme kurulu başkanı Murat Karayılan 8 Mayıs 2013’te PKK unsurlarının Türkiye’den çekilmeye başlayacağını açıkladı. Kısa süre sonra 31 Mayıs 2013’te Gezi olayları patlak verdi. Süreç ile ilgili yasal bir adım atılmadığı gerekçesiyle çekilme yavaşladı. Mezopotamya Yayınları’ndan çıkan İmralı Notları adlı kitaba göre HDP heyetiyle (İdris Baluken, Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan) Abdullah Öcalan’ın 9 Kasım 2013’teki görüşmesinde geri çekilme ve ABD’nin rolüyle ilgili şöyle tartışıldı:

Pervin Buldan: Selahattin Bey, AKP’nin sürece ve Rojava’ya yaklaşımının sıkıntılı olduğunu ve bir gelişmenin olmadığını söyledi. Ayrıca ABD’de bir haftalık görüşme ve temaslarda bulunulmuştu. ABD’nin süreci önemsediğini, gözlemci olma taleplerine Türkiye’nin sıcak bakmadığını aktarmışlar.

'Çözüm Süreci' boyunca İmralı'da Abdullah Öcalan ile BDP'li ve HDP'lilerin gerçekleştirdikleri görüşme zabıtları, Almanya'da Mezopotamya Yayınları tarafından 'Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa (imralı notları)' adıyla kitaplaştırıldı.

Söz konusu kitabın bir bölümüne daha önce değinmiştik. Aşağıdaki bölüm ise kitabın 88. ve 89. sayfalarından. İmralı’da 24 Haziran 2013 tarihli görüşmenin zaptı.

Tarih ilginç. “Çözüm Süreci” başlayalı yarım yıl olmuş; Öcalan’ın “tarihî” diye nitelenen Nevruz mesajının üzerinden üç ay geçmiş; silahlı PKK’lılar “sınır ötesine çekilme”ye bir buçuk ay önce başlamışlar; yani Türk medyasının Kandil’i adeta “yol geçen hanı”na çevirdiği günlerin daha kırkı çıkmamış ve en önemlisi Gezi olaylarının sert biçimde bastırılmasının topu topu iki haftalık bir geçmişi var.

Öcalan kızgın bir uslûpla, Selahattin Demirtaş ve Pervin Buldan’a hitaben konuşuyor: (Sırrı Süreyya Önder, Gezi’deki görüntüsünden ötürü, Başbakan’ın gazabına uğramış, görüşmede o yok.)

“… Yüzyıllık sorunu çözmek kolay mı? Bakan’la görüşüp söyleyin, gerekirse elli yasa çıkaracaklar. Yasallık niye yanlış olsun. Bilmem PKK yasadan yararlanıp meşrulaşır deniliyor; evet, tabii ki öyle olacak.

Başbakan Davutoğlu'nun Cuma günü Mardin ziyaretiyle birlikte yeni bir iklime geçilecek. Başbakan her Cuma namazını bölgede bir ilimizde kılacak.

Mardin'den sonra sırada Siirt, Hakkari ve Şırnak var.

Yarından itibaren bir sistem dahilinde uygulamaya sokulacak olan Master Plan 4 ana ayaktan oluşuyor.

1-Kamu düzeninin sağlanması,

2-Kamu düzeninin yeniden bozulmasının kalıcı olarak önlenmesi için idari önlemlerin alınması,

3-Rehabilitasyon süreci,

4-Çözüm ruhunun yeniden canlandırılması.

Master Plan, Başbakan Yardımcıları Numan Kurtulmuş ve Yalçın Akdoğan'ın başkanlığında Sağlık, Milli Eğitim, Kültür ve Turizm, Aile Sosyal Politikalar, Çevre ve Şehircilik, İçişleri, Kalkınma ve Maliye Bakanlıkları ile hazırlanmıştı. Bu Master Planın uygulamasından sadece bu bakanlıklar sorumlu anlamına gelmiyor. Diğer bakanlıkların da üstlendiği sorumluluklar var.

Türkiye’de büyük oranda İslamcıların angaje olduğu Suriye’deki savaş Türk milliyetçilerini de içine çekti. Ülkücü hareketin ana gövdesi Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve partinin gençlik kolları Ülkü Ocakları, son zamanlarda cephede dikkat çeken bazı kayıplar verdi. Ülkücü kesimde daha fazla “Müslüman” kimliğini öne çıkartan Büyük Birlik Partisi’ne (BBP) bağlı Alperenler Ocakları da ziyadesiyle Suriye’deki savaşla ilgili hale geldi.

Ülkücü kesimin Suriye’ye savaşçı göndermesinin nedeni son zamanlarda Rus hava operasyonlarıyla daha da atış menziline giren Suriyeli Türkmenler. Rusya’nın 30 Eylül 2015’te savaşa doğrudan müdahil olmasının ardından Lazkiye kırsalında Bayır-Bucak Türkmen bölgesine yönelik operasyonlar artınca AKP hükümeti Türkmen hassasiyetini köpürttü. Bu tür bir propagandanın karşılık bulduğu kesimlerin başında ülkücüler geliyor.

Türkiye’nin İslamcıları Afganistan’dan Çeçenya’ya, Bosna’dan Kosova’ya birçok cephede “cihat” uğruna savaşların parçası olageldi. Ancak Çeçenya’nın özgürlük mücadelesine kıyısından köşesinden ilgi göstermiş olsalar da ülkücüler Türkiye sınırları dışında bu tür bir maceraya ilk kez katılıyorlar.

Uzay aracı Rosetta, 67P kuyruklu yıldızına gönderildiğinde, yıldız orada değildi…

Rosetta’nın, 67P kuyruklu yıldızının neresine ineceğini hesaplamışlardı ama kuyruklu yıldız hem başka yerdeydi, hem de kendi etrafında deli gibi dönüyordu…

67P, 510 milyon kilometre uzaktaydı, Rosetta 6.4 milyar kilometre yol yaptı…

Bu gitti gitti…

Şak denilen yere kondu…

*

Şimdi kıble ne tarafta…

Cenazede Cumhurbaşkanı müdahale etti “Biraz çevirin” dedi…

Çevirdiler…

Yoksa müminlerin duaları, diyelim ki Rosetta gibi gidecek olsa, dualar Mekke yerine Milano’ya varacak…

Düzelttiler ama cemaatin içi rahat değil…

Diyanet İşleri Başkanlığı’na başvurdular “Kıblede sapma olsa, namaz geçerli olur mu?” diye sordular… Diyanet İşleri Başkanlığı araştırma yaptı… Kıbleyi tam tutturan yok… 69 derece hatalı namaz kılınan camiler var, yani istikamet neredeyse Rodos…

Genç olmak nasıl bir şeydi, hatırlıyor musunuz? Hani haksızlık karşısında susmazdın, adı üstünde kanın ‘deli’ akardı, her şeye isyan edesin gelirdi, dünyayı değiştireceğine inanırdın. Uysallığı meziyet sayan, başa geleni çekmeyi marifet bilenler için konuşmuyorum tabii. Şu hayatta insan olarak bazı itiraz hakları olduğunu düşünenlere sözüm. Dünyayı geçtim, hiç değilse kendi hayatına sahip çıkanlar için.

Akdeniz Üniversitesi kampüsündeki Kredi ve Yurtlar Kurumu’na bağlı Akdeniz Kız Öğrenci Yurdu’ndan sekiz kız öğrenci atılmış. Neden? Yemek fiyatlarındaki artıştan, yurda giriş saatlerinde yapılan değişiklikten, ranzalarda korkuluk olmayışından, odalardaki hamam böceklerinden, yurda dışarıdan su bile sokulamamasından memnun olmadıkları için.

Yani olabilecek en sıradan isteklerden ötürü. Görüldüğü üzere siyasi bir boyutu, ‘korkulacak’ bir yanı da yok. Böceksiz odada uyumak, kâğıt peçeteye para vermemek gibi insani ihtiyaçları var.

Ve ne yapıyorlar bunu dile getirmek için? Dünyanın en masum protesto eylemini. Yemekhanede kaşık ve çatallarını masaya vuruyorlar!

Dün Ocak ayı enflasyon rakamları açıklandı. 2016’nın ilk ayında enflasyon bir önceki aya göre yüzde 1,82 oranında arttı. Böylece yıllık enflasyon yüzde 9,58’e yükseldi.

Peki, bu yılın enflasyon hedefi ne?

Bu yılın enflasyon hedefi Orta Vadeli Program’da yüzde 7,5 olarak açıklandı. Tabii yılın ilk ayında böyle yüksek bir enflasyon olunca yıl hedefinin tutturulması pek mümkün görünmüyor. Yeri gelmişken hemen belirtelim. Önceki gün açıklanan IMF’nin Türkiye konsültasyon raporunda; petrol fiyatlarındaki gerilemeye rağmen gevşek para politikası nedeniyle enflasyon hedefinin tutmayacağı, enflasyonun yüksek düzeyde olacağı belirtildi. IMF’nin uyarısını da not etmekte fayda var.

Şimdi gelelim enflasyonu artıran ürünlere…

Önce gıda ürünlerinin fiyatlarını ele alalım. Gıda fiyatları 2016’nın ocak ayında yüzde 4,28 oranında yükseldi. Bildiğiniz gibi dünyada gıda fiyatları düşüyor. Bizde sürekli artıyor. Niye? Çünkü ihracata yönelik mal üretimine ve tarıma yeterli kaynak ayrılmıyor. Hükümet bu konuda çaresiz. AKP’yi yönetenler, lüks AVM, lüks konut, lüks otomobile alıştırdığı kesimleri rahatsız ettiği takdirde iktidarı kaybedeceklerini biliyorlar.

Biz yola çıkmadan mesajı geldi Beritan Canözer’in. “Bu ülkenin heyecanlı ve umutlu gazetecilere ihtiyacı var. Ancak umutlu ve heyecanlıysanız halkın sesini daha güçlü duyurabilirsiniz. Güçlü, umutlu ve heyecanlı olun: Halkınız için...” diyordu Beritan, 19 Aralık’tan beri tutulduğu Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi’nden. Beritan 16 Aralık’ta Sur ilçesindeki sokağa çıkma yasağını protesto gösterisini izlerken “heyecanlı” olduğu için gözaltına alınmıştı oysa. Hem de çatışma yaşanan bölgelerde halka korku salan siyah Ranger’lara bindirilerek. Ama çok iyi biliyordu ki bu meslek heyecan duymadan yapılmaz.

Haber Nöbeti için Diyarbakır’a giden ilk grupta yer alan 8 gazeteci olarak tam da bunun için yola çıkmıştık. Bölgedeki meslektaşlarımızın hangi koşullarda çalıştığını aslında uzaktan da olsa biliyorduk. Sadece gerçeğe ulaşmada karşılaştıkları zorluklar değil bir de yaşam haklarına dönük baskılar ve saldırılarla boğuşuyorlardı. Kiminin yazdığı haber ertesi gün tanınmayacak hale geliyordu çalıştığı kurumun durduğu “siyasi” pozisyonu nedeniyle. Kiminin de -ki onların sayıları azımsanmayacak seviyedeydi- başına silah dayanıyor, tartaklanıyor, tehdit ediliyor, gözaltına alınıyor, kurşunlanıyordu.

Bugün ifade özgürlüğünün akademik dünyadaki durumuna değineceğiz. Ama önce şunu aklımızın bir köşesine yazalım: Üniversitelerin bir işlevi de, toplumun kendisini anlamasını sağlamasıdır.

Mesela 1984'ten beri devam eden son Kürt isyanını ele alalım... Bu isyanın tarihini, nedenlerini, ideolojisini, ülkeye maliyetini, gittiği yönü anlama ve anlatma görevi; tarihçilerin, siyaset bilimcilerinin, sosyologların, ekonomistlerin omuzlarındadır.

Ancak Türkiye'de öyle bir düzen var ki üniversitenin bu görevi yerine getirmesine izin vermiyor.

İşte geçen ay yaşanan olay: Amasya Üniversitesi Teknoloji Fakültesi öğretim görevlisi Çise Atalay derste toplumsal haklardan ve insan hakları ihlallerinden söz ediyor.

Derken bir öğrenci, cep telefonuyla 155 Polis İmdat'ı arıyor. 'Hoca terör propagandası yapıyor' diyor.

Bunun üzerine Atalay fakültede gözaltına alınıyor. Odası, evi, bilgisayarı, cep telefonu aranıyor. Neyse ki daha sonra serbest bırakılıyor.

Benzeri bir başka olay AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde meydana geldi.

Popüler İçerikler

Apar Topar Çıkarılmışlardı: Kızılcık Şerbeti'nde Giray ve Heves Ayrılığının Gerçek Nedeni Ortaya Çıktı
"Bana Bilmediğim Bir Şey Söyle" Akımına Gelen Tıkanan Muhabbeti Açmalık Bilgiler
10 Kasım 1938’de Hayatını Kaybeden Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Son Sözü "Aleykümesselam" Oldu