Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Tek parti hükümeti ekonomik istikrar getirir söylemi tutmadı. Hatırlayacaksınız, AKP hükümeti milli geliri sansürleyerek seçime girdi. Dolar bazında 10 bin 822 dolardan, 9 bin 169 dolara gerileyen kişi başına geliri vatandaş öğrenmesin diye seçim öncesi yayınlanan Orta Vadeli Program’da iktidar sansürledi. Onun yerine hayalî satın alma gücü paritesine göre hazırlanan kişi başına geliri gösterdi. Vatandaşa kişi başına yıllık gelirin 20 bin 298 dolar oldu dedi. Vatandaş bu sansür nedeniyle gerçekleri göremedi. Şimdi gerçek ortaya çıkıp milli gelirin 822 milyar dolardan 722 milyar dolara gerilediği , kişi başına gelirin 1653 dolar azaldığı açıklanınca bu defa ekonomiye güven daha önce hiç görülmemiş bir hızla azaldı. Dün açıklanan verilere göre; ekonomik güven endeksi Ocak 2016’da bir önceki aya göre yüzde 16,8 oranında azalarak 100.8’den 83.9’a geriledi .

Peki, ne anlama geliyor ekonomik güven endeksinin yüzde 16,8 oranında gerilemesi?

Şu anlama geliyor; tüketici güven endeksinde önümüzdeki on iki ayın, reel kesim, hizmet sektörü, inşaat ve perakende ticarette gelecek üç aylık dönemin beklentilerinin olumsuza döndüğünü gösteriyor bize.

Bir TV programında, gazeteci meslektaşlarımdan birisi, 'Suriye ile Türkiye'nin Güneydoğu'sunda olanların bir ilişkisi bulunmadığını' öne sürdü. “PYD'nin de PKK'ye benzemediğini, olsa olsa HDP'ye benzeyebileceğini” ifade etti.

Türkiye ise, Cenevre'de Suriye'nin geleceğinin tartışılacağı konferansa, PYD'nin 'terör örgütü' olduğu gerekçesiyle katılmasını istemedi. Türkiye'nin bu tutumunu Suudi Arabistan ve Katar da destekleyince, PYD konferansın dışında kaldı.

PYD ile HDP aynı çizgide yapılar olarak görülebilir mi? Tartışma götürür. PYD, siyasi bir örgüt olmakla birlikte, emrinde silahlı bir askeri güç(YPG) bulunuyor. PYD, bu silahlı güçle, bölgedeki etkisini yaygınlaştırdı. YGP'nin kurulup gelişmesinde etkili bir rol oynayan PKK; bu örgüte, sürekli militan desteği vermeye devam ediyor.

Cenevre III’ün akıbetinin meçhul, ama Cenevre III’de yer bulamayan PYD’nin Suriye’deki varlığının baki olduğu hemen herkesin malumu…

Dolayısıyla, Türkiye’nin an itibariyle görece başarı sayılabilecek diplomatik kazanımının bir “Pirus Zaferi” olduğu çok yakında anlaşılacaktır.

Zira “Kobane düştü düşecek” sözleri nasıl içerde yaşanan toplumsal kopuşta bir dönüm noktası olduysa, “PYD katılırsa boykot ederiz” dayatmasının da Türkiye’nin zaten kırılgan olan bölgesel ve uluslararası ilişkilerinde geri dönüşü zor bir siyasal kopuşa neden olması kaçınılmaz.

Türkiye bir devlet olarak kendi siyasal varlığını ve kapasitesini, Kürtlerin siyasal bir aktör olarak varolma çabasına ve ihtimaline koşullandırmış görünüyor. Bir başka ifadeyle, Türkiye “Ben varsam Kürtler yok, Kürtler varsa ben yokum” diyor…

ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Toner’ın da işaret ettiği üzere, Türkiye için Suriye’nin geleceği, öyle anlaşılıyor ki, “varoluşsal bir sorun”.

ÖNCEKİ gün evime PTT aracılığıyla bir zarf geldi.

Açtım baktım:

Zarfın içinde 500 lira.

Bana saldırmaları için parayla tutulmuş heriflerden birinin avukatı göndermiş parayı.

Dört kişi üzerime çullanarak saldırdıklarında gözlüğümü de kırmışlardı ya...

O gözlüğün parasıymış bu.

Mahkemede, “Biz o kadar da alçak değiliz Hâkim Beyciğim... Öyle ki adamın kırılan gözlüğünün parasını bile kendisine ödedik” diyerek yaltaklanmak için gönderiyorlar bu parayı.

Sırf bu maksatla...

Kiralandıkları paranın 500 liracığına kıymışlar yani.

İki buçuk yıldan beri Türkiye, “kırılgan yükselen piyasa ekonomileri listesi” içinde yer almaktaydı. Bugünlerde ise bazılarına göre, siyasî belirsizlik son buldu; kırılganlıklar hafiflemektedir.

Bazı kırılganlık göstergelerini mercek altına alalım; tartışmaya başlayalım.

Ana tehlike: Dış kaynak girişlerinin tersine dönmesi

Önemli bulgularımız var: Son yirmi beş yılda Türkiye ekonomisi, yabancı sermaye hareketlerinin “net çıkış” gösterdiği on iki veya on üç aylık dönemlerden geçmiştir. 1994, 1999, 2001 ve 2009 yıllarının milli gelirleri de öncelikle bu dışsal şoklar nedeniyle küçülmüştür.

“Dışsal şok” nasıl ölçülebilir? Sermaye hareketlerindeki “tersine dönüş” (yani “kötü” dönem ile “canlı” dönem arasındaki fark) hesaplanır. Elde edilen “eksi” değeri, “canlı” yılın milli gelirine oranlarsak, sermaye hareketlerindeki şokun ekonomi üzerindeki göreli etkisi belirlenmiş olur.

.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, dün 300 sivil toplum örgütünün desteklediği Türkiye Anayasa Platformu tarafından düzenlenen “Yeni Anayasa İçin Hep Birlikte” konulu programda konuştu.

Erdoğan, yeni anayasa ve başkanlık sistemi konusunda bugüne kadarki en net konuşmalarından birini yaptı.

Cumhurbaşkanı’nın konuşmasının ana ekseni üç başlık altında toplanıyor.

Birincisi; Türkiye’nin yeni bir anayasa yapma zorunluluğu ve bunun, “Yerli, milli yani Türkiyeli bir anayasa” olması gerektiği.

İkincisi ise yeni anayasanın parlamenter sistemin miadını doldurduğu noktasından hareketle başkanlık sistemine uygun olarak şekillenmesi.

Bunlar anayasa ve yeni sistem arayışının esasına ilişkin başlıklar.

Cumhurbaşkanı’nın ana ana mesajı ise usule yönelik.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 'ın Leyla Zana ile görüşeceğini açıklaması herkesi umutlandırdı. Umutlandırdı çünkü bir avuç şiddetsever dışında kimse şiddetle Kürtlerin hiçbir hak elde edemeyeceğini biliyor.

Bunun ' Bağımsız Kürdistan ' için olmadığını PKK dahil tüm aktörler söylüyor. Kendi önerdikleri ' Demokratik Özerklik ' için de silahlı mücadeleye, şehirleri yakıp yıkmaya, bombalamalara gerek olmadığını Leyla Zana dahil çok sayıda siyasi aktör dile getirdi.

Dahası üç yıl önce 21 Mart 2013 Newroz'unda Öcalan ' Silahlı mücadele dönemi bitmiş siyaset dönemi başlamıştır ' demedi mi? Peki, bu gerçekler ortada dururken, PKK niçin savaşıyor?

Görünen o ki, bu kararda, bölgesel ve küresel hesaplaşmaların etkisi kadar, PKK ve Kürt siyasetçilerin şiddetle ilişkisinin de etkisi var. Şiddetle siyaset yapmanın Kürt toplumunu nasıl derin travmalara sürüklediği, toplumsal değerlerin nasıl tahrip edildiğini yaşayarak görüyoruz. Bedeli çok ağır bir dayatmaydı bu...

Son birkaç yıl boyunca, Türkiye’nin karanlık bir tünele girdiğini ve tünelin ucunun görünmediğini yazıp durdum. Nihayet, tünele çiğ bir ışık düştü ve tünelin ucu göründü: derin bir uçurum

Cumhurbaşkanlığı önderliğinde iktidar çevresi, dün itibarıyla, “Türk tipi başkanlık” sistemine geçiş sürecini resmen başlattı. “Başkanlık sistemi tartışılmalı” diyorlardı, o halde, sonuca bir faydası olmayacak ama tartışalım, belli ki daha sonra herhangi bir şeyi tartışma imkânımız büsbütün ortadan kalkacak. İktidar zihniyetinin “Türk tipi başkanlık” dediği, “üstat”larının hayalini kurduğu bir tür “Başyücelik devleti”. Nasıl bir şey olduğunu merak eden açsın okusun. Maalesef bu ülkede iki tür otoriter siyaset geleneğinin dışına çıkamadık. Bunlardan biri Jakoben modernleşme adına Kemalist otoriterlik geleneği, diğeri ona tepki olarak gelişen sağmilliyetçi- muhafazakâr-İslamcı otoriter gelenektir. 

İlki, tek parti dönemi çerçevesinde, “Cumhuriyet Devrimi”ni gerçekleştirmek üzere, astı, kesti, susturdu, bastırdı, sindirdi.

ABD'nin IŞİD ile mücadele uğruna Suriye politikasını Rusya ile aynı doğrultuya taşıyıp Suriye halkına sırt çevirmesi, daha fazla aşırıcılık, istikrarsızlık ve şiddete yol açacak.

Salı günü düzenlenen basın toplantısında Staffan de Mistura'yı dinlerken hayretle başımı sallamaktan başka bir şey yapamadım. Birleşmiş Milletler'in karizmatik arabulucusu, başında bulunduğu diplomatik sürecin gerçek niteliğini geçiştirip bulanıklaştırmaya çalışıyordu ama Cenevre 3'ün ön şartlarını kimin dikte ettiğine dair aklımda hiçbir soru işareti de bırakmadı.

“Esed'i kenara itecek, yürütme yetkileriyle donatılmış bir geçiş hükümeti kurulması yönündeki anlaşmanın yerini belli ki Rusya'nın Esed liderliğinde bir birlik hükümeti kurma planı almış durumda.”

İsveç asıllı İtalyan diplomat, rejim ile muhtelif heyetler arasında 'dolaylı görüşmelerin' başlaması için Suriye tarafının hiçbir ön koşulu olmayacağını ısrarla belirtirken, Rusya ve İran'ın ön şartlarıyla tüm diplomatik süreci rehin aldığına değinmedi bile.

Sabah uyanıp da birkaç saniye hafızanın geri gelmesini bekledikten ve nasıl bir ülkede yaşadığımızı hatırladıktan sonra mutsuz olmama imkânı neredeyse yok.

Tabii eğer özgürlüğü en azından ekmek kadar önemseyen insanlar safındaysanız. Şahsi mutsuzluklara dair pek çok sebep sayabiliriz ama toplum olarak bize mutsuz olma sebeplerini objektif kriterlere göre sıralayan üç rapor açıklandı geçtiğimiz gün.

Freedom House (Özgürlük Evi), Human Rights Watch (İnsan Hakları İzleme Örgütü) ve Transparency International'ın (Uluslararası Şeffaflık Derneği) ülkemizin 2015 siciline dair raporları aslında iliklerimize kadar hissettiğimiz baskının haritasını çıkarmış. Freedom House raporuna göre, Türkiye, bir önceki yıl olduğu gibi 2015'te de medya açısından özgür olmayan, diğer özgürlükler açısından da yarı özgür ülke statüsünde.

Popüler İçerikler

Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
Önce Meydan Okuyup Sonra R Yapmıştı: Murat Övüç "Bülentinkiler Sahte" Dediği Diva'nın Eteklerine Kapandı!
YORUMLAR
29.01.2016

Tayyip sonunda kendini başkan yaptıracak. Bir de şu kişi başına düşen milli gelir meselesi. Merak ediyorum bu kişileri, madem binlerce dolardan söz ediliyor hani biz niye göremiyoruz bu dolarları...Hükümet kişi başına düşen geliri açıklarken, bir zahmet şu kişileri de açıklasın.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ