Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Cenevre'de 29 Ocak tarihinde başlayacak olan Suriye ile ilgili görüşmelerde masada kimin olacağı tartışmaları gündemin üst sıralarında yer almaya devam ediyor. Aslında görüşmelerin 25 Ocak tarihinde başlaması öngörülmüştü. Tarafların hangi gruplardan oluşacağına ilişkin tartışmalar ve bu çerçevede Türkiye'nin PYD ile ilgili katı tutumu başta olmak üzere muhalefet tarafından kaynaklanan bazı diğer itirazlar görüşmelerin bir süre ertelenmesine yol açmıştı. Bu tartışmalar bitmedi. Sorunlar henüz aşılmadı. Bununla beraber, görüşmelerin yarın başlaması ihtimali iyice kuvvet kazandı.

Türkiye ne istiyor? Dışişleri Bakanı Sayın Çavuşoğlu Türkiye'nin tavrını net olarak ortaya koydu: 'PYD varsa biz yokuz!' Türkiye son yıllarda birçok konuda boykotçu bir tavır izliyor. Bu tavrın sebeplerini anlamak güç.

Yettiniz yaaaa!

Artık sözün, kelimelerin bittiği yer.

Ama bu vahşet, bu sapıklık bitecek gibi değil!

Her gün yeni bir kadın cinayeti...

Her gün yeni bir tecavüz...

Geçtiğimiz cumartesi de 19 yaşında bir kıza Bağdat Caddesi yakınında kendi oturduğu sokakta tecavüz edildi.

Okumuşsunuzdur...

Kadıköy’de arkadaşlarıyla yemek yiyor.

Gecenin sonunda Bostancı’daki evine gitmek için dolmuşa biniyor, inip evine yürürken, birinin takip ettiğini fark ediyor. 

Evinin sokağına girince, elinde bıçak olan saldırgan kızın ağzını kapatıyor, “Sesini çıkarırsan seni deli deşik ederim!” diyor ve tecavüz ediyor. 

Bu, uzak bir yerlerde değil, hepimizin dibinde yaşanıyor.

Türkiye’de bütün değerler büyük bir akılsızlıkla, ahlaksızlıkla, sorumsuzlukla birer birer kirletildi.

Ne dindarlık, ne vatanseverlik, ne laiklik, ne solculuk, ne Atatürkçülük, ne demokratlık umut veriyor.

Dindarların yaptıkları dindarlığı… Atatürkçülerin yaptıkları Atatürkçülüğü… Vatanseverlerin yaptıkları vatanseverliği… Milliyetçilerin yaptıkları milliyetçiliği… Solcuların yaptıkları solculuğu kıymetsiz, işe yaramaz değerler haline getirdi.

“Vatanseverim” diyenler öyle işler yaptılar ki vatanseverlik başlı başına suçun, katliamın, başkasına yaşam hakkı vermemenin adı oldu. “Vatanseverim” demek utanılacak bir şey haline geldi.

“Dindarım” diyenler öyle işler yaptılar ki dindarlık kabalığın, nobranlığın, zevksizliğin, tahammülsüzlüğün adı oldu çıktı.

“İç barış için laiklik çok önemli” diyenler öyle işler yaptılar ki laiklik başkasına yaşam hakkı tanımayan, inanca düşman bir hal aldı.

Fırat Nehri çevresinde sessiz sedasız ilerleyen çatışmalar, hem Suriye’nin hem de Türkiye’nin kaderini belirleyeceğe benziyor. Karar vericiler yaşananları topluma doğru anlatamadığı için de bütün kesimlerde Suriye politikası göz ardı edildiğinde her şeyin yoluna gireceği düşünülüyor.

Fırat Nehri’nin çevresinde sessiz sedasız ilerleyen çatışmalar, Suriye’nin de Türkiye’nin de kaderini belirleyeceğe benziyor. Yıllar önce Arabistanlı Lawrence’ın Osmanlı İmparatorluğu’nun kaderini çizmek için geldiği yerlerden biriydi Cerablus. Birinci Dünya Savaşı öncesi paylaşım haritalarının yapıldığı dönemde olduğu gibi maalesef bugün de bölgenin kaderinin çizileceği yer, yine Cerablus olacak.

“Herkesin ilgilendiği ama bizim yüz vermediğimiz toprakların önümüzdeki dönemin anahtarı ve yaşam kilidi olduğu geç anlaşılacak ama o zaman da yeni Lawrence’ların hikâyesini yazacağız.”

Önce birkaç genel ilke.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Başlangıcı ve Hukuk Felsefesi kürsüsünden rahmetli Profesör Orhan Münir Çağıl der ki:

  • Adalet ile kanunlar arasında bir çelişki varsa siz adaletten yana saf tutun.

  • Mesleğiniz “kanun uygulamaya” indirgenemez. Göreviniz adaleti tecelli ettirmektir.

  • Asla niyet okumayın; sizi somut olgular bağlar...

Veeeee...

  • Geciken adalet adalet değildir. Bazen bir günlük tutukluluk bile gecikmiş adalet anlamına gelir.

Bu kadarı yetse gerek...

Adını koyalım; arada sırada çıkıp açıklama yapan, yaptığı açıklamalar da sıradan bir ekonomik analizin ötesine geçmeyen, hiçbir müdahale etkinliği bulunmayan, para politikalarının yöneticisi değil paranın esiri haline gelmiş kuruma Türkiye’de Merkez Bankası denir.

İçinde bulunduğu dönemin siyasi ve toplumsal sistemlerinin bir parçası olarak uygulanan ekonomi politikalarının bir parçası olarak tarih sahnesinde birçok kez değişen/dönüşen bir konumu var Merkez Bankası’nın. Kurulduğu 1930’lu yıllarda temel amacının, dönemin gerekliliklerine uygun olarak ülke kalkınmasını desteklemek olarak belirlendiği kurum, 1970’li yıllarda amacını kamu açıklarını finanse etmek olarak revize etmiş, spekülatif finans akımının önündeki her türlü engellerin kaldırıldığı 1980 sonrası dönemde de yüksek enflasyon, ekonomik daralma ve bozulan ödemeler dengesi gerekçesiyle neo-liberalizme entegrasyonun önemli araçlarından biri olarak konumlandırılmıştır. Ulusal sanayi, istihdam ve kalkınmaya dayalı bir büyümenin desteklenmesi fikriyatı literatürden tamamen kaldırılmış, piyasa neylerse güzel eyler diye diye 80’lerin sonuna doğru döviz piyasaları ve sermaye hareketleri tümüyle serbestleştirmiştir.

2001 kriziyle birlikte birçok neoliberal yapısal dönüşümün hayata geçirildiği dönemde MB da önceliklerini güncellemiş, fiyat istikrarı yani enflasyon hedeflemesine geçmiştir.

Çalışma Bakanı Soylu, kıdem tazminatı fonunu Milliyet’e anlattı. Buna göre, fona katılım isteğe bağlı. Tazminatın hesabı ise 30 gün üzerinden...

Soylu, “Hayalimiz, hafta sonları ailenin bir araya gelip kıdem tazminatı fonunun kendilerine ait hesabında ne kadar para biriktiğine bakması” diyor

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu, önümüzdeki dönemdeki yol haritasını Milliyet’e açıkladı. Bakanlıkta bir araya geldiğimiz Soylu, kıdem tazminatından esnek çalışmaya kadar milyonların merakla beklediği konulardaki son gelişmeleri anlattı.

Siyasi gündem üç meseleyi öne çıkarıyor.

Suriye meselesi” ya da açılmakta olan “Suriye süreci” bunlardan ilki .

PYD'nin Cenevre'de masada olmayacağına dair ilk bilgiler, Türkiye'nin bu sürece istediği gibi başladığını ve ilerleyen dönemde istediği istikamette, daha aktif bir rol oynayabileceğini, bir baskının ağırlığını şimdilik azalttığını gösteriyor. Ancak Suriye Kürtleri meselesinin ve çeşitli çatışma eksenleriyle Suriye sürecinin önümüzdeki 2 yıl Türkiye'nin ana gündem maddelerinden olacağına ve yorucu bir dönemi başlatacağına şüphe yoktur.

İkinci mesele, bu tabloyla ilişkili olan bir diğer kritik duruma, Türkiye'nin Kürt meselesinin içinde bulunduğu safhaya işaret ediyor.

Siyasi iktidar bölgede kamu düzenini bir kaç ay içinde sağlayacağı kanaatini taşıyor, pek çok siyasi hesap buna göre yapılıyor. Bununla birlikte Kandil'in izlediği strateji, devletin siyasi yollara kısa vadede kapıyı kapamış olması, ortada pimi çekilmiş bir el bombasının varlığına işaret ediyor. Ve bu durum sistemin enerjisinin önemli bir kısmını emecek bir sorunlu zemin oluşturuyor.

HDP heyeti ile Abdullah Öcalan’ın görüşmeleri, “İmralı Notları” adı altında Avrupa’da yayınlandı. Bu konuşmaların bir bölümünün içeriğinden, ilk defa, Milliyet, “İmralı zabıtlarını” neşredince haberdar olmuştuk. Öcalan’ın “Tayyip Bey’in Başkanlığı’nı destekliyoruz” sözleri, en fazla aklımızda kalan cümlelerden biriydi. Zira Başbakan’ın amacının, Öcalan’a verilen vaatler karşılığında Başkanlık’ı almak olduğu bu suretle ortaya çıkmıştı. 

“İmralı Notları” “Benim için infaz erteleme olabilir. Cumhurbaşkanı’nın da yetkisi var. Sağlık sorunları gerekçesiyle mesela… Bunun olabileceğini sanmıyorum ama siz gene de AKP ile konuşmalısınız” diyor.

Demek pazarlık bu! Tayyip Erdoğan’a Başkanlık, Öcalan’a özgürlük… Barışın sağlanması çerçevesinde, Öcalan’ın serbest bırakılmasına şahsen bir diyeceğim yok. Benim karşı çıktığım, şahsi menfaate dayalı pazarlık. 

Zabıtlarda Öcalan’ın İmralı’daki yaşantısına ilişkin de ipuçlarına rastlıyoruz: “Bu yaz adada bazı mekân değişiklikleri olabilir. Daha geniş bir mekâna geçebilirim. Misafirlerimle toplantı yapabileceğim daha geniş bir yer olabilir. Belki de inşaatına başlanmıştır burada; bilmiyorum. O zaman Kandil’dekiler de bu yaz buraya gidip gelebilirler belki. Hatta en son silah bırakma gibi şeyler de bir kongreyle olur. Benim bizzat kongreye katılmam gerekebilir.”

Can Dündar ile Erdem Gül hakkındaki iddianame hazırlandı. Her ikisi için de hem ağırlaştırılmış müebbet hem de müebbet hapis cezaları isteniyor.

Bunun hangi mantığa sığacağının açıklamasını yapabilen varsa beri gelsin.

Daha önce defalarca yayınlanmış, üzerinde yüzlerce yorum yapılmış, içerde ve dışarıda bol bol tartışılmış bir haberin tekrarı yüzünden bu cezaların istenmesini açıklayabilecek hukukçu da zor bulunur.

Söz konusu haberin siyasi amaçlı olduğu savunulabilir, ama “siyasi amaç” diye bir suç da yoktur. Burada olsa olsa bir gazetecilik tartışması yapılır.

Ülkeye kötülük yaptığına inandığımız her faaliyete “vatana ihanet” suçlaması yapmak aşırı bir alışkanlık haline geldi.

Ama “ülkeye kötülük” kavramı üzerinde biraz düşünebilirsek, iki gazeteciye bir haber dolayısıyla ağırlaştırılmış müebbet, yani eskinin idamı ve müebbet istenmesinin ülkeye gerçek bir kötülük olduğunu görebiliriz.

Popüler İçerikler

Kızılcık Şerbeti'nde Yeni Doğmuş Bebeğin Başının Örtülmesi Tepki Topladı
Mauro Icardi'den Olay Wanda Nara Paylaşımı: ''Evimde 2 Saat Boyunca Beni Taciz Etti''
Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı