Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Memleketin neşesini kaçırdılar değil mi?

Korku saldılar yüreklere; tehditle, baskıyla, maphusla, küfürle, gazla, kurşunla geldiler üstünüze.

Ekmeğinizle oynadılar, duygunuza, onurunuza, aidiyetinize küfrettiler.

Umudunuza ateş ettiler öyle değil mi?

Cinayeti sıradan kıldılar. Kan kaybından ölen insanları izlerken çaresiz kalmakla cezalandırdılar hepinizi. Çocuk ölümüne alışın istediler. Ağlamaması gereken anneleri mezarlara gömdüler. Gömülenler şanslı sayıldı, sokaklarda, apartman bodrumlarında cansız bedenleri kokmaya başladı insanların şu saatlerde…

Barışa inancınızı Yasin Börü’nün, lojmanda katledilen polis bebeğinin faili ilan ettiler, ayıp ettiler.

Devrim, bastığımızda bizi bir anda karanlıktan aydınlığa çıkaracak bir elektrik düğmesi değil. Birden yön değiştiren azgın bir nehir gibidir. Onu harekete geçiren güç, geçmişin ve şimdinin ümitsizliğine son vermek isteyen başka fikirler, değerler ve yeni düşlerdir.

14 Ocak 2011'de devrik zatın (Tunus'un 1987-2011 yılları arasında görevde kalan eski Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali) ülkeden kaçışıyla birlikte Tunus’ta diktatörlük rejimi yıkıldı. Arap Baharı’nın fitilini ateşleyen Tunus Devrimi’ne ilişkin ilk değerlendirmede, bizim devrimimizin de tarihteki diğer devrimlerden farklı olmadığını görmek mümkün. Bizimki de tarihte tanık olmaya alıştığımız o ezeli kurallara tabi. Devrimlerde detaylar farklılık gösterse de sabitler aynı.

Birinci Kural: Her devrimin bedeli ağır olur

308 şehit ve 2 bin yaralının yanı sıra terörle mücadele sürecinde şehit düşen ve yaralanan onlarca asker ve güvenlik görevlisi bu kural gereği bedel ödedi.

Kanla ödenen bu bedele, bu süreçte Tunus toplumunun tanık olduğu, ekonomiyi felce uğratıp insanların sıkıntılarını giderek artıran siyasi ve sosyal çalkantıları da eklemek gerekir.

Hangi Demokrat adayın kazanacağı, aynı zamanda Amerikalılar'ın eşitsizliği mi, güvenliği mi; demokratik ve adil bir Amerika'yı mı, tekrardan dünya lideri bir Amerika'yı mı tercih ettiğini de gösterecek.

Kanada’nın başkenti Ottawa’da, CNN’nin Iowa ’da düzenlediği, bu yılın Kasım ayında yapılacak Amerikan başkanlık seçimi için Demokrat Parti adayları arasındaki tartışmayı izliyorum.

Tartışma önemli, çünkü, günü, Iowa’da yapılacak seçimle , Demokratlar'ın başkan adayını seçme süreci başlamış olacak.

Iowa’yı kazanan, Demokratlar'ın başkan adayı olmak için bir adım öne geçecek, önemli bir stratejik kazanım elde edecek.

Demokrat aday , ya Hillary Clinton , ya da Bernie Sanders olacak.

Kartaca komutanı Hannibal’e atfedilen “Ya bir yol bulacağım ya da bir yol yapacağım” sözü fiyakalıdır. Fiyaka, iddia uğruna bedel ödeneceğini çağrıştırmasında saklıdır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan , Roma’nın fethinden kalan bu sözü, aktardığım otantik haliyle kullanmasa da kaymakamlara hitaben, “Sorunlar karşısında yol bulan ya da yol açan idarecilerle birlikte yürümek istiyoruz” dedi. Farklı bir eşik dönüldü.

Eşikten öncesine göz atalım:

Sabah 10’da, 11’de, öğleden sonra 14 veya 15’te yahut akşam değil; tam öğle saati. Cumhurbaşkanı’nın bundan tam bir yıl önce, 27 Ocak 2015’te başlattığı ve -az sayıdaki istisna hariç- her salı öğle saatlerinde, ortalama 400 muhtarla yaptığı toplantılar, planlı ve çok amaçlı bir stratejiye dayanıyor.

Son iki yazıdır sık sık döndüğüm Türkiye'deki Müslüman demokratların politikaya müdahaleleri, orta sınıflaşmayla meydana gelen siyasi aktörleşmeyi, dünyadaki konjonktürle birlikte düşünülmesi gereken sosyopolitik değişimleri konu edinen iki yazı yazdım.

Burada üç önemli fenomen Türkiye'nin, bölgenin ve bence dünyanın da gelişimine katkıda bulunan bir rol oynadı. Bu üç siyasi fenomen, Sayın Erdoğan ile temsil edilen liderlik, AK Parti siyasi/sosyal hareketi ve şüphesiz bu iki fenomeni aktör haline getiren gelişimin omurgası olan parti tabanı olarak tanımlanabilir.

Tabii bu süreç çok çekişmeli, kimi zaman çok ağrılı, kimi zaman ise çok renkli geçti.

Ama temel mesele bu üç politik aktörün dağılmadan, iç tutarlılığını yitirmeden, temel siyasi, ekonomik ve sosyal reformları gerçekleştirerek, yani arabayı devirmeden bu süreçlerden çıkmasıydı. Evet, araba epey zorlandı, kasti kazalara uğradı, bazen kendi hatalarının bedelini de ödedi ama, sonuçta ana yolda seyir halinde kalabildi.

President “Söylemesi ayıp milleti kısırlaştırdılar” deyince düşündüm:

Osmanlı padişahları kısırlaştırılmamıştı, bir padişaha gerek olduğu için kalanlarını boğa boğa bitiremezlerdi…

Böyle bir sülale…

Erkek çocuklar, akılları erdiğinde boğularak öldürüleceklerini bilirlerdi, kaçmak ve kurtulmak olanaksızdı…

Şu köprünün adını verdiklerdi Yavuz Sultan Selim 30 bin Alevi’yi, babasını, 2 kardeşini 3 yeğenini, 3 vezirini öldürttü…

Kanuni, 2 oğlunu ve torunlarını boğdurttu…

Eurodata TV Worldwide, 90’lı yıllarda Fransız Mediametrie (en büyük izlenme oranı ölçümlerini yapan şirketlerden biri) tarafından kurulmuş bir nevi dünya televizyon veri bankası. 100 ülkede 5 bin 500 kanalı takip ediyor. 2015 yılının rakamlarını ve dünyadaki televizyon eğilimlerinin sonuçlarını yayınladı.

2015 yılında en çok program ihraç eden ülkeler sıralaması şöyle; birinci ABD, ikinci İngiltere. Geçtiğimiz yılın yıldızı parlayan ve gözle görülür patlama yapan iki ülkesi var; Meksika ve Türkiye. Meksika, program ihracatını (dizi yani) yüzde 48, Türkiye yüzde 28 artırmış rapora göre.

Kendi dizisini üreten ülkeler

Savaşlar ‘siyasi’ ve de ‘ kültürel’ oluyor. Televizyon dizileri bu anlamda önemli bir veri. Amerikan dizi hegemonyasına karşı bir hareket var. ‘Brezilya dizileri’ne böyle bakmak lazım. Şimdi bu ‘yerel diziler’ olayı daha da arttı. 8 bin 500 yeni programın yüzde 40’ı dizi. ‘Kültür emperyalizmine’ karşı bir başkaldırı olarak görülebilir.

Davos 2016 zirvesi, küresel seçkinlere bu yıl lunaparktaki korku tüneli kaygı eşiğinde bir atölye çalışması da hazırlamıştı.

Kapitalist varoluşlarına tıkılmış, başka bir dünya tanımayan katılımcılar, yine lunapark ‘gerçekliğini’ konkav aynalardan seyreden çocuklar gibi simülasyon odasında bir gösteriye katılacaklardı.

Gerçekliğin Gerçek’ten koparılarak yerine yalanın, yanılsamanın, taklidin, sahtenin aldığı ve ‘dijital trendlerle’ habire çoğaltılıp, üzerimize ‘teknoloji sıçraması’ diye yapıştığı günümüzde Davos 2016 zirvesi, ‘sığınmacıları’ unutmamış.

Ve ‘Sığınmacının Hayatından Bir Gün’ isimli atölye çalışmasında sanki Avrupa’nın her köşesinde on binlerce sığınmacı onurlu bir hayat istedikleri için sistematik dehumanizasyona uğramıyormuş, ilkel vahşi sürüsü gibi peşlerine düşülmüyormuş gibi simüle ortamda sığınmacılar için ‘Yüksek Empati’ geliştirme çadırı kurulmuştu.

Aşı olmayan toplum hastalanır. Öğretmenler, sağlıkçılar, bankacılar, fabrikalarda çalışan işçiler, onları getirip götüren servis, otobüs, dolmuş vb. şoförleri, askerler, güvenlik görevlileri 3-7 gün çalışamaz veya verimsiz çalışırlar.

Karagöz-Hacivat oyununda olduğu gibiGrip salgını geldi, hoş geldi!” Bazıları ne kadar adını ağızına almak istemese de yine ‘adı batasıca hayvan’ gribi idi. 2009’da başlayıp 2010’da sönen; dünyayı etkisi altına alınca adı en üst salgın düzeyi olan Pandemiye çıkan Domuz Gribi nedendir bilinir; Türkiye’yi çok sevdi.

Pek çok baş yöneticinin ve bazı tıp profesörlerinin sözlerine kulak veren başta sağlıkçılar olmak üzere milyonlarca kişi 2009 yılında aşılanmadıkları için domuz gribi hükmünü 2015-16 kış aylarında da sürdürüyor. Bir göğüs hastalıkları profesörü en çok izlenen haber saatinde televizyonlara çıkıp “aşı ticari bir oyun, korumaz; boş verin D Vitaminini şu beş otu yiyin” deyince toplum ilginç biçimde koskoca sağlık bakanlığı teşkilatına ve onun bağışıklama ile ilgili çok alanlı tıp bilimi kurullarına inanmıyor. 2009 Pandemisinde de zamanın başbakanı ve muhtemelen danışmanları da aynı şekilde düz mantıkla düşünüyordu, aşı olmadılar, Sağlık Bakanlığı ile ters düştüler ve bütün bağışıklama (toplum aşılaması) hizmetlerinin geleceği baltalandı.

Başçı, dün Enflasyon Raporu açıklamasında ocak ayında enflasyonun artacağına işaret ederek, “İlk çeyrekte çift haneye çıkmaması için gayret göstereceğiz” dedi. Enflasyonun ocak ayında çift haneye çıkma ihtimalini “az” olarak nitelendiren Başçı, yıl sonunda yüzde 7.5’lik hedefe yaklaştırmak için de tüm araçları kullanacaklarını söyledi.

Eğer tekrar görev verilmezse son Enflasyon Raporu sunumunda Başçı’nın piyasalarda bir süredir konuşulan enflasyonda çift haneyi konuşmaya başlaması, her ne kadar ihtimali az dese de, bence çarpıcı bir gelişme. Bir yandan iletişim politikalarını düzeltmeye çalıştıklarını söyleyip diğer yandan çift haneyi telaffuz etmesi, bence iletişim politikası açısından ciddi bir hata olmuş.

Popüler İçerikler

Çanakkale'de AK Partili Belediyenin Tepki Çeken Atatürk Afişi Kaldırıldı!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Karşıtlarına Mesaj Yolladı: "10 Yıl Daha Yaşasa Bambaşka Olurdu"
Wanda Nara'nın Icardi'nin Mesajını İfşaladıktan Sonra L-Gante'yle Yaptığı Paylaşım Icardi Fanlarını Kızdırdı!
YORUMLAR
27.01.2016

https://www.youtube.com/watch?v=z8y60PEPwSk

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ