Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Bize cinayet seyrettiriyorlar. Seyrede seyrede kanıksayacağımızı, sonra ortak olacağımızı varsayıyorlar.

Elimizden bir şey gelmediği, önleyemediğimiz için kalbimiz onların istediği ritmle atacak, ruhumuzu dilediklerince kullansınlar diye teslim edeceğiz sanıyorlar.

Etmeyeceğiz. Böyle olmayacak. Bu da onlara dert olacak. Dert etmezlermiş gibi yapıyorlar, ama fena halde ediyorlar. Haksız olduğunu bilmek az yük değildir, bakmayın.

Öyle görünüyor ki, bu topraklarda birkaç kuşak daha, sonrakilere, “bizi şöyle öldürmüşlerdi” hikâyeleri anlatacak.

Sanırım bu bize artık dert bile olmayacak.

Acıyla yatıp acıyla kalkmıştık, kalmak istememiştik, akşam yatarken o üç gündür bekleyen genç de kan kaybından ölmüştü, sabah yüzümü yıkarken yirmi yedi yaralı bodrumdaydı… Anlatacaklar işte…

Vahşet ortamı, sürdürülebilir midir?

Sürdürüyorlar. Sürüyor. Bizimki, bir savaş hali rejimiydi, aslına rücû etti.

Şu günlerde Türkiye'yi ve bölgeyi ilgilendiren en kritik gündem maddesi, şüphe yok ki, Suriye görüşmeleri meselesi…

Ocak ayının sonuna yaklaşıyoruz, zaman Suriye'de ateşkes görüşmelerinin başlaması zamanı.

“Görüşmelerinin akıbetinin 1-2 gün içinde netleşeceğini” ifade eden ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin ardından, BM Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura, dün, rejim ve muhalefet arasında yapılacak Suriye görüşmeleri için davetiyelerin yarın gönderileceğini, görüşmelerin ise 29 Ocak'ta başlayacağını söylüyordu.

Ancak ortada iki dizi sorun var.

İlki Esat ve muhalifler arasında. Esat yönetimi görüşmelere hazır olduğunu söylerken, muhalif grupların görüşmeler öncesi Esat'tan üç talepleri var. Bu talepler hava operasyonlarının durdurulması, devam eden kent kuşatmalarının kaldırılması ve tutukluların serbest bırakılmasından oluşuyor. İlan edilen 29 Ocak tarihine rağmen, görüşmelere 4 gün kala ortada henüz bir netlik, bu taleplere verilen yanıt yok. Suriye Rus desteğiyle çatışmaya ve kimi bölgeleri ele geçirmeye devam ediyor.

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın İstanbul ziyareti polemik konusu olmaya devam ediyor.

‘Bildirici‘ akademisyenlere yaşatılanlar konusundaki eleştirel açıklamaları, Dündar ailesi ve ‘muhalif‘ gazetecilerle buluşması iktidar medyasına bol komplo malzemesi sağladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’yla görüşmesinin ardından ise iktidara sadık kalemler, bu kez de Başika konusunda “ABD ile Türkiye anlaştı” haberini yaymaya koyuldu.

Enteresan doğrusu. Zira Türkiye’nin Musul’un kuzeydoğusundaki Başika kampına tanklar eşliğinde yığınak yapmasıyla tetiklenen krizin esas muhatapları Ankara ve Bağdat.

Ve Bağdat’ın resmi pozisyonunda herhangi bir kıpırdama yok: Türk askerleri çekilene kadar problem çözülmeyecek.

Türkiye sonunda Suriyeli mültecilere çalışma izni verdi. Ama mülteci akınının başladığı 2011 yılından bu yana 5 yıl geçmiş ve gelenler içerisinde “kalifiye eleman” niteliği taşıyanların önemli bir kısmı ya seçilerek ya da tehlikeli deniz ve kara yolculuğunu göze alarak Avrupa’ya ulaşmıştı.

Türkiye bitmek bilmeyen Suriyeli mülteci akını nedeniyle önceliği gelenlerin barınmasına veriyordu. Nitelikli elemanları, iyi yetişmiş beyinleri belirleyip değerlendirmek ilk anda yapılacak işler arasında görülmedi. Hatta Suriyelilerin yasal olarak çalışma iznine kavuşturulması bile ikinci plana itildi.

Çalışma izni ancak 15 Ocak 2016 tarihinde verilebildi. Bu arada Suriyeliler kaçak olarak ve düşük maaşlarla ve kötü işlerde istihdam edildi. Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, 2011 yılından bu yana Türkiye’ye sığınan 2 milyon 411 bin Suriyeliden sadece 7 bin 351’ine çalışma izni verilmiş olduğunu söyledi. Bu rakamlar, Suriyelilerin iş yaşamı dışında bırakılmasına çarpıcı bir örnek oluşturuyor. Kendi maddi imkânları ile Türkiye’ye gelip küçük ve orta ölçekli işletmeler kuran Suriyelilerin dışında çalışma izni alamayanlar, şimdiye kadar kaçak ve ucuz iş gücü olarak çalıştırıldı.

Her yıl küresel burjuvazinin kaymak tabakasını Alp Dağları’nda bir araya getiren Davos Forumu, bu kez “Dördüncü Sanayi Devrimi” temasıyla toplandı. Anlaşılan, 2007’den beri küresel kriz tartışmalarından sıkılan dünyanın egemenlerini daha ferah, tabiri caizse “büyük resmi” görmelerine yardımcı olacak bir konuda tartıştırmak amaçlanıyordu.

Her zamanki gibi, helikopterlere atlayan 2500 üst düzey şirket yöneticisi, Leonardo DiCaprio benzeri ünlüler, Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi ayarı yetkililer lüks mekânlarda muhabbetler gerçekleştirdi.

Lakin, borsaların çakılması, petrol fiyatlarının 30 doların altını görmesi derken finansal piyasalardaki çalkantılar yine Davos elitlerinin peşini bırakmadı.

Pazartesi günü kamuoyuyla paylaşılan Oxfam raporu dünyanın adaletsiz encamını bir kez daha gözler önüne serdi. 53’ü erkek, sadece 62 birey, insanlığın yoksul yarısı 3.6 milyar kişinin toplam varlığı kadar servete sahiptiler.

Yıkık dökük Silopi’yi ekranlara yansıdığı kadarıyla görenler; burası Türkiye mi, Türkiye’nin bir ilçesi mi demeden edemiyor..

Gözler fal taşı gibi.. Ağızlar bir karış açık..

Ortak dilek; masa yeniden kurulsun, eller tetikten çekilsin..

Beyaz Saray; barışçıl çözüm için bütün taraflarla diyalog tavsiye etti..

AB Komisyonu Başkan Yardımcısı; çözüm sürecine dönülmesini istedi..

Aklın yolu bir ama bu iş nasıl olacak?

Düdüğü kim çalıp silahları susturacak.. Elleri tetikten çektirecek?

Cumhurbaşkanı da, Başbakan da HDP’yi muhatap almayacaklarını açıkladı.. HDP ile masaya oturulmayacaksa kimle oturulacak?

İmralı yeniden devreye sokulabilir mi?

İmralı devreye girer mi, girse bile bu aşamada sözünü dinletebilir mi?

Türkiye'nin tarihinde belki de en çok 'köşeye sıkıştığı' günlerden geçiyoruz. Bölgesel ve uluslararası koşullar hızla aleyhimize gelişiyor. 

Rusya tarihte ilk kez Türkiye’nin hem kuzeyinde, hem güneyinde komşusu. Suriye’ye girdiğinden beri Türkiye’yi iki taraftan da çevreliyor.

Bölgedeki ezeli rakibimiz İran ise, ABD ve Batı ile gittikçe daha yakınlaşıyor, güçleniyor. Ve Irak ve Suriye’deki dengeleri hızla kendi lehine, Ankara’nın ise aleyhine çeviriyor.

Dahası bu iki güç, yani İran ve Rusya birlikte hareket ediyor.

Tüm bunların üstüne, ABD bölgede son derece pasif. Buna mukabil Rusya ile eşgüdüm içinde hareket ediyor.

Yetmedi: Dışarıda tüm bunlar olup biterken, içeride ise terör tırmanıyor. Ve bu terörün baş aktörünün Suriye’deki kolu, ABD’nin asıl ortağı olarak öne çıkıyor. Rusya’dan da gittikçe daha çok destek alıyor.

Gelişmiş ülke ekonomileri çok uzun sürecek bir duraklama dönemi mi yaşıyor? Birkaç yıldan beri yazılarında bu görüşü savunan Amerikalı iktisatçı Robert Gordon, bu ay yayımlanan 700 sayfalık hacimli kitabında, ABD ekonomisinin 1870’lerden bugüne kadar geçirdiği değişimi ve ortalama yaşam seviyesindeki artışı inceliyor. Amerikan Büyümesinin Yükselişi ve Düşüşü başlıklı kitabın (Princeton University Press) son iki bölümünde 2040’a kadarki büyüme öngörüleri yer alıyor. Gordon’a göre, önümüzdeki 25 yılda toplam faktör verimliliği çok yavaş artacak. Bu da uzun vadeli büyümenin çok yavaş olması demek. Gordon’un öngörüsü, Lawrence Summers’in 2014’te söylediği “yüzyılda bir olan durgunluk” iddiasını destekliyor. 

Büyümeyi kısa vadeli, üç ay veya bir yıllık iniş çıkışlardan arındırıp, uzun vadeli eğilimi içinde ele alınca, uzun vadede büyümenin en önemli belirleyeninin teknik ilerleme ve onunla bağlantılı olan toplam faktör verimliliği artışı olduğu kabul edilir. Toplam faktör verimliliği, emek ve sermayenin birleşim tarzından doğan verimliliktir.

Bir:

Türk ordusuna kurulan kumpastan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın haberi yok muydu?..

İki:

Nasıl haberleşiyordunuz?..

Üç:

Deniz Baykal kasetinden, iktidardakilerin ve o zamanki başbakanın bilgisi var mıydı, yok muydu?..

Dört:

Size bağlılıklarını bildiren “emrinizi bekleyen” kimlerdi?..

Beş:

Medya, yargı, askerler ve cumhuriyetçi aydınlar üzerinde yapılan operasyonlara, şu anda iktidarda olanların iddia ettikleri gibi siz mi karar verdiniz?.. İktidarın haberi ve katkısı olmadan, böyle büyük operasyonları yapabilir miydiniz?..

Altı:

Askerler, aydınlar, cumhuriyetçiler üzerinde operasyonu yapan yargının oluşmasını nasıl uyumlu planladınız ki, istediğiniz atamaları Adalet Bakanlığı yaptı?..

Yavaş ve çatışmalar en yakıcı, yıkıcı haliyle hala sürüyor. Ağır silahlarla inleyen abluka altındaki kentlerde havsalayı ve vicdanı zorlayan ölüm hallerine ilişkin haberler, AİHM müdahilliği eşliğinde yaralıya gönderilmeyen ambulanslar, beyaz bayraklar ve yıkılan evler Kürt sorununu da, yeni Türkiye’nin rengini de en koyu hanelere taşıyor.

Gündüz yasakları kalkınca taş üstünde taş bırakılmayan Silopi; yürütülen savaşın nasıl tüm yok ediciliği ve yıkıcılığıyla icra olduğunu tartışmaya yer bırakmaksızın gözler önüne seriyor. Benzer görüntüler Cizre’den ve Sur’dan da geliyor. Daha bir kaç ay önce 130 bin, 120 bin dolaylarında kalabalık nüfusun canlılığıyla dolan bu kentler, bir kaç aydır aralıksız biçimde tank top sesleri ve askeri hareketlilikle doluyor.

Peki, yıkılmış ve kimi moloz yığınına dönmüş bu evlerde yaşayanlar nerede? Ölmemiş veya yaralanmamış ise bu yıkılmış evlerin sahiplerini son bir aydır hep beraber beyaz bayrak eşliğinde, yanlarında birkaç parça eşyayla ve kafileler halinde göçertilirken izliyoruz. 1915’lerden ödünç alınmış bu görüntülerin, 2016’lara girmiş bir Türkiye için anlamını idrak edemeyen yığınlarla yaşamak mı; yoksa bu yeni tehcir halimi daha çok iç yakıyor bilemiyorum. Belki her ikisi de…

Popüler İçerikler

Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı
İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!
Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi
YORUMLAR
26.01.2016

çağrı yaparken, davet ederken oturup bazı şeyleri tartmanız lazım. Bir tarafta bekası her değerden üstün olan asırlık devlet bir tarafta bir koyun bile teslim etmeyeceğiniz bu saatten sonra mesleği terörist olan çar çakal çapulcular. defter kapandı Mehmet bey. o defter kapandı. Çanlar pkk için hdp için çalıyor. bu temizlik yarım kalmayacak kırsal da da şehirde de üniversite de de mahallede de bu temizlik itinayla devam edecek ve gün gelecek bu konuda tek merci sadece Kürt halkımız olacak ve biz bunları barış ortamında huzurla istişare ediyor olacağız.

26.01.2016

bakıyoruz asgari bir TÜRK vatandaşının kızıp, sövüp, hakaretler edeceği birçok durum fiiliyata kavuşmuş. O zamanlar ben de çok kızdım. "Bu yola baş koydum" diyenlere ben de neler demedim ki. Ama şimdi yaşanan süreçlere dönüp baktığımda Türkiye'nin gerçekten bu sözde barış ayağına çok şeyi yiyip yutup samimiyetle bir işe giriştiğini fakat karşıdan aynı özveriyi göremediğini anladım. Yani samimiyet sorgulaması yapacaksan bunu devlet üzerinden değil terör örgütü ve onun siyasi kanadı üzerinden yapalım (dikkatinizi çekerim kürt halkı demiyorum)

26.01.2016

bu lafım sana Mehmet Tezkan kesinlikle hükümet destekçisi veya troll şeklinde grupladığınız oluşumlardan değilim bunu bir kere kafanıza yerleştirin. hükümet daha önce bırakın yasalaştırmayı adını bile ağzınıza alamayacağınız birçok hak ve özgürlükleri kürtler adına gerçekleştirdi. sırf barış gelebilir mi ümidiyle yeri geldi güvenlik birimleriyle oslo görüşmeleri gerçekleştirdi, dağdan inen piçlerin şovuna gözlerini kapadı, bırakın görüşlerinin dinlenmesini, adının bile barış kelimesiyle geçmesi abes olan bir köpeği bile dolaylı yoldan ciddiye aldı. Yani demem o ki sizlerin uzun zamandan beri tarafların oturup konuşması gerekir dediğiniz herkesi muhattap aldı.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ