Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

ABD Başkan Yardımcısı Joseph Biden’ın 22 Ocak’ta İstanbul’da ‘sivil toplum kuruluşları temsilcileri’ adı altında görüştüğü altı kişilik grupta ben de vardım.

Grupta benim dışımda üç gazeteci vardı: Aslı Aydıntaşbaş, Ceyda Karan ve Dağ Medya’nın sahibi Pınar Dağ… Beşinci kişi Anadolu Kültür Vakfı’nın Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala’ydı; altıncı kişi de Bilgi Üniversitesi’nden hukukçu, Prof. Dr. Yaman Akdeniz.

Masanın Amerikan tarafında ise ABD Başkan Yardımcısı’nın yanı sıra, Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland, Biden’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Colin Kahl ve ABD’nin Ankara Byükelçisi John Bass oturuyordu.

Off-the-record olarak, yani içeriği yazılmamak koşuluyla yapılan bu görüşmenin konusu “Türkiye’deki basın ve ifade özgürlüğünün durumu” idi.

'Cumhurbaşkanlığı Sofrası'nda, 18 davetli, akademisyen, gazeteci-yazarla birlikte, Kürt sorunu ve bölgede yaşanan şiddete ilişkin değerlendirme/önerilerimizi dile getirdik. Cumhurbaşkanı, açılışta ve bitişte, kısa bir konuşma yapmanın dışında, 3 saat boyunca, bizleri dinledi ve not aldı.

Davetlilerin tamamı, düşünce ve önerilerini dile getirdi. Ben kendi söylediklerimi kısaca şöyle özetleyebilirim:

Çözüm süreci yakın tarihimizin en önemli siyasi olaylarındandı. Taraflar açısından riskleri olan bir cesaret örneğiydi. Bu süreci, baştan itibaren muhalefetin önemli bir bölümü tepkiyle karşıladı. HDP, bu sürece destek verdiği için muhalefetin maddi ve manevi baskısı altında kaldı. HDP yöneticilerinin gazetecilerle yaptığı buluşmalarda, süreç karşıtı gazeteciler HDP'lilere ‘Siz Tayyip Erdoğan'ı yedirmeyiz diyorsunuz’ şeklinde suçlamalarda bulundular. ‘AK Parti'yle işbirliği’ suçlamaları yoğunlaştı.

Şimdi çok farklı bir noktadayız. Bir çatışma döneminden geçiyoruz. Bölge insanı, çözüm sürecini yaşadığı, o dönemin hayatında yarattığı olumlu katkıların ne anlama geldiğini bildiği için, PKK'nın ayaklanma çağrılarına destek vermedi.

90'lı yıllar hepimizin travmasıdır. Ülkenin güneydoğusunda yaşananlara karşı duruşumuz da, İslami kesimin konuya bakışı da ortadadır. Üşenmeyen yayınlara baksın. Bugün ne devlet o günkü devlettir, ne PKK o günkü PKK, ne de bölgesel güçler ve durum o günkü gibidir. Bugünü o günlerle karıştırmak laf salatası yapmaya elverişli bir durum ortaya çıkartıyor ki bu da bir işe yaramıyor. Bugün ortaya çıkan resimde Kürt halkının yanında olmakla bölgesel dinamiklerin etkisindeki Kürt hareketinin boyunduruğu altına girmek aynı şeyler değildir. Bunları birbirinden ayırmadan barıştan söz etmek ise mümkün değil. Bu üç dinamiği bir arada değerlendirerek, meseleye bütüncül bakan analizlerden birisine GMF'in (bir düşünce kuruluşu) sitesinde rastladım. Galip Dalay'ın yazısını özetleyerek sizinle paylaşmak istiyorum. Yazı, Kürt hareketinde “uzlaşma ve barış” isteğinin olmadığını tam tersi fırsat bu fırsattır diyerek dayattığı durumu çok iyi özetliyor.

CUMHURBAŞKANI Erdoğan, buzdolabına kaldırdığı 'Çözüm Süreci'ni, buzdolabından da çıkarıp çöp tenekesine fırlattı.

Nasıl mı?

En yüksek sesle şöyle haykırarak:

“O iş bitti artık.”

Hayır, hayır!

O iş bitmesin.

O iş bitmemeli.

O iş bitemez.

Çünkü hâlâ kulaklarımızda çınlamaktadır Tayyip Erdoğan’ın şu sözleri:

Biz çözüm için her yola başvururuz.

Mesele baldıran zehrini içmekse, biz o baldıran zehrini içeriz.

Yeter ki bu ülkeye huzur gelsin.

Dün karne günüydü. Sevinen de oldu, üzülen de.

Takdir, teşekkür alan da vardı, karalar bağlayan da. Hatta intihar eden de...

Peki, bu karneler öğrenciyi ne kadar yansıtıyor?

Daha da önemlisi, o karnelerdeki başarı ya da başarısızlıklar, öğrencinin mi, öğretmenin mi,MEB’in mi, velilerin mi, sistemin mi, yoksa hepimizin mi?

Ölçtükleri hadi neyse de peki ya ölçmedikleri?..

Batılı eğitim sistemleri, öğrenciyi kazanma ve hayata kazandırma üzerine kurgulanmıştır.

Başarısızlıkları değil, başarıyı dikkate alır.

Ve en önemlisi de her öğrencinin başarılı olacağı bir alanın mutlaka olduğuna inanılır.

Bülent Arınç, yeni bir çözüm sürecinin başlayabileceğine dair işaret verdi. Kuzey Irak’ın Erbil kentinden yayın yapan Kürdistan 24 TV’ye konuşan Arınç, yeni çözüm sürecinde Abdullah Öcalan’ın önemli bir rol alacağını belirtirken şunları söyledi: “Hem örgüt, hem Kürt halkı üzerinde Öcalan’ın olumlu bir etkisi olacağını şahsen düşünüyorum. Ancak siyasi temsil konusunda HDP olmalı mıdır, buna karar vermek lâzım. Öcalan’ın da onay vereceği başka siyasetçiler rol alabilir. Öcalan’ın itibar ettiği siyasetçileri koymak lâzım” dedi. 

Bülent Arınç’ın hemen ardından, 19. Muhtarlar Toplantısı’nda, Tayyip Erdoğan “Önümüzdeki süreçte ne bölücü terör örgütü, ne de güdümündeki parti ve diğer yapılar asla muhatap alınmayacaktır. O iş bitmiştir. Başka bir yol haritası yoktur” şeklinde sözler sarf etti.

Bir kadın, bir erkek, ikisi de yaşlıca.

Kadın, beyaz yemenili.

Erkek, kahverengi takkeli.

Ellerinde beyaz bayraklar, sallaya sallaya yürüyorlar.

Adımları ürkek.

Bakışları tedirgin.

Hep etrafı gözleyerek yavaş yavaş adım atıyorlar.

Arkalarında, erkekler bir el arabasını çekiyor, üstünde battaniyelere sarılı ölüler olan...

Caddenin öbür ucunda bir zırhlı araç ya da panzer beliriyor.

Tam bir savaş manzarası...

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın bir yıl kadar sonraki Türkiye ziyareti; “nelerin, nasıl değiştiğini” sergilemesi açısından çok çarpıcı.

Biden 2014 sonlarında Türkiye’yi, Körfez’deki monarşik yönetimlerle birlikte Suriye’ye “kime gittiğine bakmaksızın umarsızca silah sevk etmekle” itham ettiği ünlü “Harvard konuşması” yüzünden “özür dilemek” durumunda kalmıştı. Hoş, kendisi sonradan “özür dilemediğini”, “haberleri düzelttiğini söyledi”. Ancak o dönemde Türkiye’ye yaptığı ziyaret vesilesiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesi ile samimi teması, bir nevi “gönül alma” niteliği taşımıştı.

Biden yine Türkiye’de... Bu kez manzara çok farklı. Mesele salt Suriye de değil. ABD yönetiminden IŞİD’le savaşta “gönülsüzlük”, bunu Kürtleri hedef seçmek için fırsat olarak kullanmak eleştirisi ile “sınırın mühürlenmesi” talebi hepimizin malumu.

'299', Türk Ceza Kanunu'nda 'Cumhurbaşkanına hakaret' suçunu düzenleyen maddenin numarası.

Bu maddeye göre şayet cumhurbaşkanına hakaret ederseniz, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezasına çarptırılıyorsunuz. Bu suçu, basın-yayın organları aracılığıyla alenen işlerseniz cezanız altıda bir oranında artırılıyor. Bu durumda hayatınızın yaklaşık olarak altmış ayını hapiste geçirebilirsiniz.

Bu hafta içinde, bu suçtan hakkımda yeni bir dava açıldığı için, yukarıdaki cezalar beni yakından ilgilendiriyor. Yıllar önce Ceza Kanunu'nun 146/3 suçundan, 20'li yaşlarımın iki yılını tutuklu olarak geçirdim. Bugün 146. madde, yani 'anayasal düzeni değiştirme' suçu Ceza Kanunu'nda yer almıyor; muhtemelen yakın bir zamanda dünyanın hiçbir ülkesinde benzeri bulunmayan 299. madde de kaldırılacak. 'Dünyaya erken gelmek' diye bir suç duydunuz mu?

Türkiye’nin siyasi havası son derece boğucu. Bir şeyin kötü olduğunu düşünüyor ve yazıyorsanız, ertesi gün o bir şey iki şey oluyor, üç şey oluyor… Onun için de insanın herhangi bir şey yazası gelmiyor.

Siyaset dışı konular düşünmeli, diye düşünüyorum da, o da zor. Çünkü boğucu falan, ama sonunda önemli işler oluyor. Ülke gerçekten önemli badirelerden geçiyor.

Gözümüzü Türkiye’nin dışına çevirip “Dünyada neler oluyor?” diye baktığımızda, burada olanlardan daha keyifli olaylar gördüğümüzü söylemek de mümkün değil. Başta bulunduğumuz bölge, Ortadoğu. Daha doğrusu, “radikal İslâm” mı diyeceğiz, ne diyeceğiz, onun uzandığı her yer. Taliban Pakistan’da okula saldırıyor, 22 ölü; ya da IŞİD Paris’e saldırıyor, şu kadar ölü de orada. İnsanlar sinek gibi öldürülüyor ve bu tür eylemler için birinci hedef artık nicelik.

Popüler İçerikler

Kılıçlı Yemin Olayında Yeni Gelişme: Teğmenlerden Sonra Komutanlar da Disipline Sevk Edildi
Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı
Zoru Başardık: Karadağ'a Üç Puan Hediye Eden Milli Takım'a Gelen Tepkiler