Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Bir süredir ”Dördüncü Sanayi Devrimi”nden söz ediliyordu.

Dördüncü Sanayi Devrimi Davos’taki “Dünya Ekonomi Forumu” gündemine girince, daha çok ilgi çeker oldu.

Birinci Sanayi Devrimi (1784) buhar gücüne dayalı üretimdi. İkinci Sanayi Devrimi’ni (1870) elektrik enerjisi kullanımı başlattı.

Elektronik ve bilişim teknolojileri (1969) üçüncü devrimin öncüsü oldu.

Şimdilerde başladığı varsayılan dördüncü devrimin, gelecek on yılın sanayisini şekillendireceği söyleniyor

Elektronik ve de bilişimdeki gelişme sonucu şimdilerde sanayide kullanılan makineler akıllı makineler haline geldi. Makinelerin bilgisayarlar tarafından yöneltilen beyinleri var.

Kısaca “Sanayi 4.0” diye adlandırılan, yeni dönemde, her biri farklı bilgisayar tarafından yönlendirilen makineler, bir bütün olarak ana bilgisayarların kontrolüne giriyor.

Önceki gece Hrant'ı anmadan döndükten sonra, bana 20 ülkeden 216 akademisiyenin imzasını taşıyan 'Ahmet Davutoğlu'na mektup' ya da 'Bildiri' elime geçti.

Metni ve imzaları bana ileten, Türkiye’nin en parlak yeni kuşak akademisyenlerinden biriydi. Metne ve altındaki imzalara iliştirdiği notta şöyle yazmıştı:

“Son günlerde bildiri enflasyonu yaşanıyor, ama bu bildiriyi imzalayan insanları görünce daha farklı bir klasman olduğunu fark edeceksiniz. Biraz uğraştık ama ABD’den Japonya’ya kadar Türkiye ve Osmanlı çalışan akademisyenlerin önemli bir kısmını bir araya getirdik. Alanlarının en meşhur isimleri var. Türkiye’de sözün artık pek bir hükmü kalmadı ama böyle bir hamlenin  hükümet açısından cadı avının ‘reputation cost’unu daha da arttıracağını umuyoruz.

En azından belki bu azgın saldırı dalgasının daha çok akademisyenin canını yakmasını engeller. Sizin deyiminizle, bu ‘savaşın kazanılmayacak’ olduğunun farkına varırlar.” Umalım öyle olsun.

İki gün önce Fırat Haber Ajansı’nda devamı da geleceği anlaşılan bir yazı dizisinin ilk bölümü yayınlandı. Amed Dicle imzalı yazı, Mezopotamya Yayınları’ndan çıkan ve son dönemde İmralı’da yapılan görüşmelerin tutanaklarını içeren kitabı merkeze almıştı. HDP ve DBP heyetinin Abdullah Öcalan ile yaptığı görüşmelerin kayıtları hem bu heyetler hem de görüşmelerde yer alan devlet yetkilileri tarafından tutulmuştu. Tahmin edeceğiniz üzere sözkonusu kitap devletin tutanaklarından değil, heyetin notlarından oluşuyor.   

Bu notların bana göre devletin tutumuna dair ilginç bir ipucu içeren bölümünden yola çıkalım.

**

ANF’de yayınlanan yazıya göre, 9 Ocak 2015’te İmralı’da Kamu Güvenliği Müsteşarı Muhammed Dervişoğlu, HDP heyeti ve Öcalan bir masa etrafında buluşuyor. Önce yemek yeniliyor. Ardından ‘konuya’ geçiliyor.

Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun Londra- Davos -Berlin üçlemesine yaptığı gezi, Türkiye'nin içe kapatılmak istendiği bir süreçte gerçekleşiyor.

Dışarıdan küresel ve bölgesel algı operasyonları ve vekalet savaşlarıyla, içeriden de PKK- DAEŞ ve diğer terör örgütleriyle kuşatılmaya çalışıldığı bir dönemde.

Türkiye bu kuşatmaları boşa çıkarmak için sadece terörle mücadele etmiyor, aynı zamanda siyasi ve ekonomik reformları da sürdürüyor.

Londra- Davos ve Berlin gezileri bu çabayı dünyaya anlatma amacı taşıyor. İlk adımı da ekonomik reformların açıklaması ve Başbakan Davutoğlu'nun İstanbul'da Türkiye'ye yatırım yapan firmaların CEO'larıyla bir araya gelmesiyle atıldı.

Hükümetin içeride başlattığı bu atak, şimdi Londra'da finans dünyasıyla, Davos'ta dünyayı yönetenlerle, Berlin'de ise AB'nin motor gücü Almanya'yla sürecek. Hatta sanıyorum Almanya'yla ilk kez hükümetler arası bir buluşma gerçekleşecek.

Tabii bu geziler ekonomi ağırlıklı görülse de arka planda ciddi bir siyasi boyut da var.

Özellikle gezinin ilk ayağı Londra görüşmeleri, ABD-İngiltere yakınlığı ve bölgesel siyasi gelişmeler nedeniyle önemli.

Petrol fiyatları düştü. Türkiye’ye faydası da oldu. Cari açık indi. Önceki yıl (2014) 46.5 milyar dolardı. Geçen yıl (2015) 31.7 milyar dolara düşecek. Bu yıl daha da inecek. Bu arada ithalat da indi. Milli gelir de dolar bazında düştü. Bu yüzden döviz rezervlerinin inmiş olmasını o kadar panik yapmayalım.

Tamam da…

Başbakan niçin panikte?

Yanına işadamlarını aldı.

Londra’ya para aramaya gitti. Oradan dünya para babalarının her kışın karlı dağ eğlencesi sohbeti haline getirdiği Davos’a geçti. Başbakan’ı zorlayan bir tablo var:

Türkiye’nin dış borcu:

405 milyar dolar.

2016’da vadesi gelen:

120. 8 milyar dolar.

Geçmişten biriken borç:

35 milyar dolar.

2016’da cari açık:

28.6 miyar dolar.

Toplam: 184.4 milyar dolar.

Dünya Ekonomik Forumu’nun yıllık toplantısı Davos’ta başladı. İsviçre’nin bu küçük kış sporları merkezinde, bu sene ana gündem maddesi, 4. endüstriyel devrim. Fakat bu yıl da her zamanki gibi Çin’den söz edilecek. Ancak bu seneki Çin gündeminde farklı başlıklar var: uluslararası rezerv paralarının arasına ulusal parasını beşinci para birimi olarak eklemeyi başarması, ABD’ye rağmen Avrasya’da ABD’nin müttefikleri ile son derece kritik ve stratejik ortaklıklara imza atmaya başlamış olması gibi.

Akıllarda ise hep aynı soru. Geleceğin uluslararası parasal sistemi nasıl şekillenecek? Acaba Çin hegemonyal bir parasal güç olacak mı? ABD buna direnebilecek veya bu süreci tersine çevirebilecek mi?

“Çin bu yıl Davos'ta Yuanı uluslararası rezerv paralarının arasına eklemeyi başarması ve Avrasya’da ABD’nin müttefikleri ile son derece kritik ve stratejik ortaklıklara imza atmasıyla konuşulacak.”

19. yüzyılın hegemonyal gücü İngiltere’den 20. yüzyılda gücü ABD’ye devreden gelişmeler benzer soruların ABD için de sorulmasına neden olmuştu. Ama ABD hegemonyal parasal gücünü 1956’daki Süveyş Krizi sırasında tescillemişti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Beştepe’deki sarayına taşındıktan sonra Türkiye’de muhtarlar aniden ön plana çıktı. Herkesin “nasıl bir yer?” diye merak ettiği saraya grup olarak ilk davet edilenler mahalle muhtarlarıydı. Ocak 2015’ten itibaren başlayan ve hala devam eden davetlerde 300-400 kişilik gruplar halinde ağırlanıyorlar.

Muhtarlar saraya gittiklerinde önce Cumhurbaşkanı’nın konuşmasını dinliyor, heyecanları, alkışları, tezahüratları “canlı yayınlarda” ekrana yansıyor, ardından öğle yemeğine geçiliyor, daha sonra “ödevler”ini yerine getirmek üzere mahalle ve köylerine dönüyorlar.

Peki muhtarlara bilinen görevleri dışında yüklenen yeni sorumluluk nedir?

Muhtarlar 2015 yılı Ağustos ayına kadar vatandaşın ikamet ve kimlik bilgilerine ilişkin dökümanları düzenleyip, mühür basmakla görevliydi.

Devlet hiyerarşisinin en üst noktasında bulunan Cumhurbaşkanı 12 Ağustos 2015 tarihindeki buluşmada; hiyerarşinin en alt noktasında yer alan muhtarlara bilinen “görevlerinin” yanı sıra şu “ödevleri” verdi:

Benim muhtarım hangi evde kim var, gelecek, gayet uygun ve sakin bir şekilde kaymakamına, emniyet müdürüne bildirecek.

CHP’nin ardından HDP de kurultaya gidiyor. Pazar günü yapılacak kurultayda partinin yeni yönetimi belirlenecek. Neredeyse bir aydır yapılan mahalle, ilçe, il konferansları, kadın ve gençlik konferanslarında öne çıkan ortak görüş “parti organlarının yenilenmesi gerektiği.”

Aynı isteğin CHP’de de olduğunu biliyorduk. Genel başkan değişmedi ama parti meclisi genel merkeze rağmen örgütün isteği doğrultusunda bir hayli değişti. HDP’de de eş genel başkanların değişmesi beklenmiyor. Ama parti yönetiminin ne oranda değişeceği pazar günü belli olacak.

Önce HDP konferanslarının kurultaya yönelik hazırlıklarını oluşturan çalışmalarından ortaya çıkan birkaç noktanın altını çizelim. Türkiye genelinde 200’e yakın konferans yapıldı. Sadece kadınlar 68 ilde mahallelerde, ilçelerde hazırlık, il ve bölgelerde ise konferanslar yaptı. Bütün bu konferanslarda politik süreç, Rojava, Ortadoğu, Doğu ve Güneydoğu’da yaşananlar, radikal demokrasi, demokratik cumhuriyet, kadın hareketi, gençlik hareketi, çevre, partinin yaklaşımlarına dair ne varsa konuşuldu, eleştiriler ve öneriler sıralandı. Geçen hafta konferansların sonuçları HDP’nin 1. olağan konferansında masaya yatırıldı.

Konferans sürecinde ortaya çıkan görüşleri, eleştirileri ve sonuçları şu çerçevede dile getirmek mümkün:

Yeni bir fikir değil ama HDP çevrelerinde, son zamanlarda medyada sıkça dile getiriliyor:

‘Bahar aylarına kadar müzakere masasına dönülmez ve çözüm için adım atılmazsa, karlar erimeye başladığında, PKK’lı gruplar daha kalabalık bir şekilde şehirlere inecekler ve çatışmalar daha korkutucu boyutlara ulaşacak.’

Özetle söylenen bu.

Türkiye’de kışı dağlarda geçiren, karların erimesini bekleyen PKK’li kaç kişi var, ya da kaldı mı, çok belli değil ama Rojava, Kuzey Irak ve Türkiye’deki PKK’li grupların geniş bir coğrafyada, mobilize olması için baharı beklemelerine gerek yok şüphesiz. Yaşadıklarımız bu gerçeği açıkça ortaya koyuyor. Kandil’den gelen açıklamalar, bir süre önce daha farklıydı. Bu kış final kışı olacak deniliyordu. Kışa rağmen, belli il ve ilçelerde çatışmalar devam ettiğine göre, PKK bu kışı gerçekten de final kışı olarak görüyordu, yani final için baharın beklenmesine gerek görülmüyordu.

Hrant’ın katledilişinin yıldönümünde, ülkede kan gövdeyi götürürken, siviller, çocuklar, hamile kadınlar öldürülürken, yazan çizen düşünen insanlar hapislere doldurulurken, Türk faşizminin dönüşümü üzerine düşündüklerimi kısaca yazmak istiyorum.

Bu kadar acı içinde duygularımız düşüncelerimizi bastırsa bile, elden geldiğince serinkanlı bir değerlendirme yapmak niyetindeyim..

Özellikle bizim kuşağın ömrü askeri darbelerle, cezaevleriyle, sistemli işkencelerle, faili meçhullerde kaybettiğimiz dostlarla, sürgünlerle geçti. Demokrasinin önündeki en büyük engel orduydu. Ne var ki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yaptığı darbeleri, dünyanın başka ülkelerindeki darbelerle karşılaştırdığımızda tuhaf bir ayrım dikkatimizi çekerdi. İspanya, Portekiz başta olmak üzere birçok ülkede iktidara gelen asker, onyıllar boyunca faşist rejimini sürdürüyordu. Güney Amerika ülkelerinin çoğunda da böyleydi durum. Oysa Türkiye’de askerler daha idareye el koydukları gün, bir iki yıl içinde gideceklerinin sözünü veriyor, ortalığı düzeltmeye geldiklerini ve iktidarı en kısa zamanda tekrar sivillere bırakacaklarını söylüyorlardı.

Popüler İçerikler

Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt
Ali Koç, Fenerbahçe Tesislerinde Sıkıyönetim İlan Etti
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?