Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Hrant Dink cinayeti, Türkiye’nin anahtarıdır. Dilimizin sunduğu güzel oyunbazlık imkânı sayesinde “kilididir” de diyebiliriz. Bu cinayeti anlamak Türkiye’yi anlamaktır. Cinayet sonrasını anlamak Türkiye’yi anlamaktır. Cinayete nasıl geldiğimizi, ortamın nasıl hazırlandığını, “iş”in nasıl örgütlendiğini, nasıl “uygulandığını”, ortalık ayağa kalktıktan sonra katilin nasıl da hemen yakalandığını ve eline bayrak tutuşturulup ayağa kalkmış ne varsa bir güzel yerine oturtulduğunu, ama daha fazla yaralı bereli, yüreği daha fazla tükenmiş, daha fazla kan kaybetmiş olarak oturtulduğunu... Toplumun “yazık adama”dan, “Tamam da, öyle ‘hepimiz Ermeni’yiz’ falan demesinler”e getirilişi... Dünyanın gözleri, artık bu devirde, bunca şeyden sonra, hâlâ ve yine böyle bir suçun işlenebilmesine hayretten açılmış bütün gözlerin önünde bütün devlet marifetleri sergilenerek oynanan adalet oyunu... Teşkilat-ı Mahsusa koalisyonunun tepeden, jandarmanın polisin alttan, siyasetçilerin yandan katıldığı organize suç şebekesinin adalet kavramıyla, hak kavramıyla, hepimizle, na şu kadarcık haysiyeti olan herkesle alay ede ede... “katilimi yedirmem”i kafamıza vura vura...-

New York’a giden İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ABD’den ayrılırken, Başkan Obama kendisine bir iyi niyet jesti yaparak yazılı bir uğurlama mesajı göndermişti.

O zaman diplomatik çevreler bu beklenmedik “olay”ın ABD ile İran arasında yeni bir sürecin başlangıcı olabileceğini öne sürmüşlerdi.

Nitekim çok geçmeden bu tahmin gerçekleşti, uluslararası diplomasi devreye gidi, ABD’nin başını çektiği 5+1 grubu ile İran arasında iki yıl boyunca çetin müzakereler devam etti ve sonuçta geçen Temmuz ayında taraflar bir anlaşmaya imza atmayı başardı.

Anlaşmaya göre, İran atom bombası yapmaya yönelik nükleer faaliyette bulunmayacak, buna karşılık Batı da İran’a uyguladığı ekonomik yaptırımlara son verecekti.

Geçen yaz anlaşmanın imzalanmasından sonra, İran’ın gerçekten bu şartları yerine getirip getirmeyeceği konusunda bazı kuşkular vardı. Ancak hafta sonunda BM’ye bağlı Atom Enerjisi Kurumu’nun açıkladığı rapor yüreklere su serpti: Bütün tespitler, İran’ın anlaşmanın koşullarını yerine getirdiğini ortaya koydu. Dolayısıyla, Batı da İran’a karşı yaptırımları kaldırdığını ilan etti...

Bu akşam başlayacak Davos'un teması 'Dördüncü Sanayi Devrimi'

Türkiye, Suriyeli mülteciler ve Göbeklitepe ile gündemde

Mehmet Şimşek ünlü ekonomist Joseph Stiglitz, Çobani’nin kurucusu Hamdi Ulukaya, Ürdün Kraliçesi Rania, Hanzade Doğan Boyner, Dünya Bankası Başkanı Jim Yong Kim ile aynı oturumda.

Başbakan Davutoğlu “Türkiye’nin Global Rolü” başlığıyla konuşma yapacak.

Bu yıl Davos’a katılan bilim insanlarının sayısı devlet başkanlarının sayısını geçiyor.

Davos’a 40 devlet başkanı ve 45 bilim insanı bekleniyor.

DİKKATLER bugün Dünya Ekonomik Forumu CEO’su Klaus Schwab’ın kokteyliyle başlayacak olan Davos’a çevrilmiş durumda. Çarşamba gününden cumartesi gününe kadar (20-23 Ocak) dört günlük maraton süresince Türkiye daha çok Suriyeli mülteciler ve Göbeklitepe ile gündemde.

Bıktınız mı siyasetten? CHP kurultayı üzerine fazla yazacak, benim açımdan yeni olabilecek bir yön bulamadım. Olayı biraz akışını bırakmakta yarar var. Ama bir ay önceden beri izlediğim ve hepinizin de ilgisini çeken, kapsamlı bir siyasi analiz dizisiyle gündeme getirdiğim RTE’nin üçüncü seçim olasılığı, geniş siyasi çevrede tutuldu ve benimsendi. Artık bu olasılık konuşuluyor. Bu konuyu tükettim, artık herkes yazabilir! Bizde, analizin kaynağını anmak, atıfta bulunmak gibi bir gelenek yoktur. Böyle bir beklentim olduğunu sanmayın, okurlarımın ayrıcalıklı olarak bundan öncelikle haberdar olması yeter. 

Bugün siyasetten kaçıyorum. İran’a ve Türkiye’ye bakıyorum, ama bilimsel açıdan. Dünya İran’la barıştı. İyi oldu. Biri nükleer silah üretimini verdi, diğerleri ambargoyu kaldırdı. İran uzun süredir ambargo altında inleyip duruyor ve normal ekonomik gelişmesini izleyemiyordu. 

Aralık ayında, bazı rektörlerin de eşlik ettiği YÖK heyeti (Başkanı Prof. Yekta Saraç, Prof. Hasan Mandal) İran’ı ziyaret etti. Ben de merak ettim ne konuştular diye. İran önemli bir ülke, komşumuz, ilişkilerin harika olması gerek (bilirsiniz tüm komşularımız için öyle düşünürüm). Sordum, Mandal Hoca yardımcı oldu ve bilgiler verdi. İlginç konular var, paylaşacağım.

Hrant Dink, yaşarken oluşturmaya çalıştığı farkındalığa ve birlikteliğe, ölümüyle vesile olmuş Malatyalı bir aydındı. Nitekim onun kaybıyla açılan kapı sayesinde, Başbakan Erdoğan, 1915'i 'insanlık dışı' niteleyen ve bu acının yâdigar kaldıklarına da başsağlığı dileyen bir metin yayınlamıştı.

Hrant, kelimenin her anlamıyla yerliydi. Mesela, 1915'le alakalı Fransız veya ABD Senatosu'ndan kararlar çıkmasına öfke duyardı. Bir programdaki konuşmasında, katıldığı bir toplantıda Avrupalıların kendisini övdüğünü görünce, 'Ulan Avrupalı beni niye öpüyor? Ben ülkemi Avrupalı'ya mı şikâyet ettim? diye söylendim. Yaralanıyoruz, bundan yaralanıyoruz' demişti.

Yine 2006'da, Almanya'da, Alman bakanların da olduğu bir salonda Henri Nannen Düşünce Özgürlüğü ödülünü almıştı. Herkes onun 301. maddeden şikâyet etmesini, ülkesindeki ifade özgürlüğü baskılarından dem vurup ne kadar kötü durumda olduğunu anlatmasını beklerken, o çıkıp şunları söylemişti: 

'...Biz yazar ve çizerler genellikle sadece bazılarının değil, herkesin canını sıkarız ve belki ben bugün sizin canınızı biraz sıkacağım. [Sunucu] önemli bir tarihten bahsetti, halkımın yaşadığı trajediden...

Hrant Dink bundan tam dokuz yıl önce, 19 Ocak 2007’de, bizzat devletin savcısının iddiasıyla, devlet içindeki çeşitli güçlerin iştirak ettiği kolektif bir cinayete kurban gitti.

Her cinayette bir kişi aramızdan eksilir, geriye kalanlar, gidenin ardından onun adına üzülürler. Bazı cinayetlerde ise kalanlar yalnız gidenin adına değil kendi adlarına da üzülürler. Çünkü bilirler ki, giden, kendisiyle birlikte onların umutlarını da götürmüştür. Hrant Dink, benzersiz insani özellikleri ve bu özelliklerin şekillendirdiği kamusal önemiyle tam böyle bir insandı.

“Bazı cinayetlerde kalanlar yalnız gidenin adına değil kendi adlarına da üzülürler. Çünkü bilirler ki, giden, kendisiyle birlikte onların umutlarını da götürmüştür. Hrant Dink, benzersiz insani özellikleri ve bu özelliklerin şekillendirdiği kamusal önemiyle tam böyle bir insandı.”

Yurtdışında verdiği bir konferansın ölümünden birkaç yıl sonra ortaya çıkan bir videosunu dinlediğimde,“İtiraf etmek çok acı ama” diye yazmıştım, “bunları dinledikten sonra, onu yok etmeye karar verenlerin nasıl bir ‘isabet’ kaydettiğini takdir etmemek elde mi?”

Recep Peker.

Chp’nin ilk genel sekreteriydi.

Atatürk genel sekreter yaptı.

Atatürk’le papaz oldu!

Genel sekreterlikten alındı.

*

Şükrü Kaya Chp’nin genel sekreteri oldu. İnönü’ye gıcıktı. Atatürk 9’u 5 geçe rahmetli oldu, 9’u 6 geçe İnönü tarafından görevden alındı.

*

Refik Saydam genel sekreter oldu, bismillah ilk iş tüzüğü değiştirdi, “partinin değişmez genel başkanı Atatürk’tür” ibaresini sildirdi, onun yerine “partinin değişmez genel başkanı İnönü’dür” yazdırdı.

*

Kasım Gülek Chp’nin efsane genel sekreteriydi, kızı gitti, Dsp’den milletvekili oldu. Rahşan Ecevit bile Chp’ye geri döndü, Kasım Gülek’in kızı dönmedi.

“Türkiye Cumhurbaşkanı IŞİD’in eksiksiz ve tam bir destekçisi.”

Gazeteci Seymour Hersh, Sultanahmet saldırısından üç hafta önce katıldığı Alex Jones Show’da bunları söyledi. (Kaldı ki aradaki ticari ve siyasi bağlar uzun süredir tüm dünyanın malumu.)

O zaman IŞİD kendini ‘tamamıyla, eksiksiz’ şekilde destekleyen bir devlete neden saldırdı?

Peki, IŞİD devlete mi saldırdı?

Ya da saldıran IŞİD miydi?

Ve her intihar saldırısının ardından aynı soru: Fail IŞİD ise eylemi neden üstlenmedi?

“İslam Devleti’nin başarısındaki en önemli faktörlerden biri, medyatik organları ve özellikle de kendisini Al-Furqan olarak adlandıran - internet üzerinden yayın yapan - iletişim birimidir… İslam Devleti’nin lüks dergisi Dabiq, anadillerinin İngilizce olduğu son derece bariz redaksiyon servisiyle, yetenekli reklam tasarımcılarını seferber ediyor… İslam Devleti’nin iletişim politikası, işlenen cinayetlerin kurnaz bir şekilde sahnelenmesi ile anlaşılmaz gizemlerin, özellikle de evrensel vaazlarla yerel meseleler - İslam Devleti’nin işine gelseler bile - arasındaki bağlantının koparıldığı sansasyonel reklamcılığın rafine bir karışımına dayanıyor.”

Pierre-Jean Luizard, IŞİD Tuzağı kitabında, örgütün propagandayla ilişkisini böyle anlatılıyor.

Güneydoğu'da Temmuz'dan bu yana yaşanan gelişmelerin Kandil'in yeni stratejisinin doğrudan sonucu olduğunu aylardır söylüyoruz. 

Bu strateji, (1) Suriye Kuzey'i ile Güneydoğu'yu aynı model üzerinden birleştirme, (2) bu birleşik alanı Kürt meselesinin birleşik zemini ilan etme ve (3) bu alanda filli egemenlik ve alan kontrolu kavgası verme şeklinde karşımıza çıkıyor. 

Kandil, denetlenebilir gördüğü kimi “yerler”de özerklik ilan edip, hendek siyasetiyle güvenlik kuvvetlerini müdahaleye davet eden bir yol izlerken, bu “yerler”in “güvenlik alanları”na dönüşmesine yol açtı. 

Güvenlik alanı yumuşak bir tabir, aslında silahların, pusuların, ölümün hakim olduğu savaş alanları demek daha doğru. 

Savaş alanları sivil halkı da barındırıyorsa hak ihlallerine açık alanlardır. 

Örnekler ortada. Meslekten uzaklaştırılıp cezalandırılmış olsalar da cesetleri yerde sürükleyen polisler, ırkçı söylemleri duvarlara kazıyan memurlar, muhtemelen daha neler neler yapanlar…

Muhalefet partileri başkanlık sistemine geçilmesini istemiyor. AKP seçmenlerinin çoğu dahil, seçmen çoğunluğu da öyle.

Başbakan Davutoğlu yeni yeni destek vermeye başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, neredeyse sadece kayıtsız şartsız yandaşlarının desteğiyle, “Türk biçimi” dediği başkanlık sistemine geçilmesinde ısrarlı. Bu amaçla ülke çapında arama konferansları (kimilerine göre “ikna odaları”) kurup, seçmenin ikna edilmesinden dahi söz ediyor.

Yakınlarda çıkan bir yazımda (Zaman, 9 Ocak), bu ısrarın yönetimdeki zafiyetin itirafı, ikrarı anlamına geldiği yorumunda bulundum. Parlamenter sistemin yürümez hale geldiği, “yapısal tıkanıklık doğurduğu” iddialarının, artan iç ve dış sorunlar karşısındaki yönetim zaafının bahanesi haline geldiği bir ölçüde doğru. Ama Haluk Özdalga, geçenlerde çıkan bir yorumunda ısrarın başka yerde aranması gerektiğini yazdı. (“Erdoğan başkanlık sisteminde niçin ısrar ediyor?” Haber 3, 11 Ocak.)

Özdalga'nın DSP genel başkan yardımcılığıyla başlayıp, CHP Parti Meclisi üyeliğiyle devam eden, (Erdoğan'ın daveti üzerine katıldığı) AKP'de iki dönem milletvekilliğiyle noktalanan zengin bir siyaset tecrübesi var.

Popüler İçerikler

Narin Güran'ın Babası Arif Güran İlk Mahkeme Sonrası Konuştu: "Kızımı Nevzat Bahtiyar Katletti"
Fernando Muslera, Jose Mourinho'yu Hedef Aldı: "İstemiyorsa Gidebilir"
18 Yaşındaki Şampiyon Balerin Eylül Sıla Ilgaz, Aile Evindeki Odasında Ölü Bulundu
YORUMLAR
19.01.2016

BU YAZI HEPSİNİ KATLAR... http://www.diken.com.tr/pkknin-gercek-destekcileri/

Pasif Kullanıcı
20.01.2016

Gazete okuyan kalmadı, herkes TV izliyor orda da Erdoğan çıkıp "dünya aslında küp şeklinde" dese inanacak kadar gerizekalı bir milletimiz var "karizmatik" olduğu için inanıyormuşuz. Başımıza ne geliyorsa hakediyoruz %25lik kesim de kuruyla birlikte yanacak ama yapabileceğimiz bir şey yok.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ