Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Vaziyet pek iyi görünmüyor, hemen bütün göstergeler önemli sorunları yansıtıyor.

Kadir Has Üniversitesi’nin yıllık olarak yaptığı Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması’ndan bahsediyorum.

Önce birkaç genel bulguya bakalım. Kendisini çok veya bir ölçüde mutlu hissedenlerin oranı 2011 yılında yüzde 62’ydi.

Bu oran 2013’te yüzde 67’ye kadar çıkmıştı. 2015’te ise yüzde 48’e düşmüş.

Mutlu olanların yüzde 62’si de AK Parti seçmeni, yani siyasi sempati faktörü de var.

Son bir yılda ekonomik durumunun kötüleştiğini ya da ailesini geçindiremediğini söyleyenlerin toplam oranı 2012 yılında 32.7 idi, bu oran 2015 yılında 61.4’e çıkmış.

IŞİD’in eylem ve yayılma mantığını anlamak gerek.

Biliniz ki… Çokuluslu bir şirketin genişleme stratejisine benzeyen bir sistematik ile karşı karşıyayız: Dünyanın çeşitli yerlerinde sıfırdan bir ‘IŞİD şubesi’ kurmak yerine, varolan radikal İslamcı örgütlerle ortaklık kuruyor.

Tabii bu ortaklığın belirli şartları var. Sözkonusu örgüt, bir lider seçmeli ve askeri plan hazırlayıp onaylaması IŞİD anakarargahına sunmalı. Buna göre IŞİD bu İslamcı örgütün bulunduğu yerde bir ‘vilayet’ kurup kurmama konusunda karar veriyor. Örgütü askeri olarak eğitiyor ve ciddi bir nakit yardımında bulunuyor. Elbette sözkonusu örgüt de bulunduğu alanda şeriat kanunlarını uygulamaya başlıyor.

**

Mısır ve Libya’da tam olarak bu yöntemi izleyerek korkunç ilerleme kaybetti. Mısır’daki ‘ortaklığına’ Sina Vilayeti adını verdi. Bu ‘vilayetin’ kontrolü IŞİD’e biat etmeden önceki adıyla Ensar Beit El Makdis adlı cihatçı grupta. Libya’daki ‘ortakları’ da her geçen gün gücünü arttıyor. Trablus ve Bingazi’ye neredeyse günlük olarak saldırıyor, petrol rezervlerini ele geçirmeye çalışıyor.

İletişim dijitalleştikçe, sosyal medyada yapılan yorumlar geleneksel medyada oluşturulan kurumsal imajların ötesine geçti.

İtibar yönetimi, şirketlerin uzun vadeli imajını korumak için tanımlanmış bir halkla ilişkiler kavramı. İletişim dijitalleştikçe, sosyal medyada ve forumlarda yapılan bireysel yorumlar, gazete ve televizyon gibi geleneksel medyada oluşturulan kurumsal imajların ötesine geçti, bu kaotik alandaki dijital itibar yönetimi öncelikli oldu.

Bununla birlikte sadece kurumlar değil, yeni mezunlardan tecrübeli siyasetçilere dek herkesin hayatından izler Google arama sonuçlarında çıkıyor. Bu yüzden de şirketlerin insan kaynakları departmanları, iş başvurusu yapanların Facebook sayfalarını gözetliyor, eğitimli genç seçmenler ise oylarını İnternet’ten derledikleri bilgilere göre yapıyor. Türkiyeli siyasetçiler de 2011 seçimlerinden itibaren kampanyalarını çevrim içi alana da aktardılar. Artık Genelİzleyici.com gibi, siyasetçilerin sosyal medya faaliyetlerini anlık olarak takip eden, PolitiWoops gibi, sildikleri tweet’leri ifşa eden platformlar bile var.

Hiç şaşırmadım, tüm otoriter rejimler “aydın” düşmanıdır. “Aydınlar”a büyük anlam yüklüyor değilim; tam tersine eğitimin, unvanın, diplomanın, insanlık olmayınca hiçbir anlamı olmadığını gayet iyi biliyorum.

Bugün hedef alınanlar için, “kendi doğru bildiklerini, hesapsız ve sadece vicdanlarının sesini dinleyerek ifade etmekten kaçınmayan insanlar” diyelim, daha doğru olur.

Mevcut iktidar, mağdur olduğu dönemde, özgürlükler, hakkaniyet adına söylediği, yaptığı her şeyi tersine çevirmekte tereddüt etmedi. O devir, kendilerine hak veren yabancıların desteği makbulken, Refah Partisi ve Fazilet Partisi kapatıldığında AİHM’ye başvurmak makul bir hak arama iken, şimdi “işbirlikçilik, vatan hainliği” oldu.

İktidarların, çirkinlikler, pislikler ve şahsi dertlerin peşinde verilen kavgaların üzerini örten perdesi kalın ama “şeffaf”tır, korkudan kimse o perdeyi yırtamaz, ama gerisini görür, bunu hiç aklınızdan çıkarmayın!

Bu yazı güvenle ilgili. Ülkemizde bunca üzücü olayın arasında garip bir konu gibi gelebilir ama aslında değil.

Biz ekonomistler veri ve modellere lüzumsuz zaman harcarız. Bir ekonomiyi analiz etmek için belki de en faydalı unsur çağdaş ekonominin temelini oluşturan güvendir. Fark etmesek de güven her ticari ilişkinin parçasıdır.

Bireyler ile şirketler arasındaki işleme aracılık eden güvendir. Para dediğiniz şey (özellikle kağıt para) güveni temsil eder. 100 TL’lik banknotun gerçek değeri 1 kuruş bile değildir. Kağıdın, mürrekkebin ve matbaanın ücreti. Ama 100 TL’lik banknotun karşılığı 100 TL’dir çünkü o kağıt parçası ülkedeki birey ve şirketlerin o ülkenin kurumlarına ve paranın değerini sabit tutacaklarına güvenini temsil eder.

Küresel kriz döneminde internet para birimlerinin (Bitcoin gibi) popularite kazanması gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının şuursuzca para basarak bireylerin güvenini sarsmasıyla ilgili.

Kürt meselesiyle ilgili Türkiye'ye yönelik haksız ve hakikati yansıtmayan bir iddia, bir imaj var.

Bir hüküm gibi ortada dolaşan, “sivil halkın devlet tarafından bilinçli ve planlı bir katliama uğratıldığı” iddiası, özellikle ülke dışında git gide yaygınlaşıyor. Bu iddia, Zizek, Chomsky, Butler gibi etkili isimler tarafından kesin ve keskin bir şekilde savunuldukça, onların saygınlık ve kimlikleri üzerinden sanal ama etkili bir “gerçeklik referansı” na dönüşüyor.

Judith Butler , binlerce kilometre uzaktan mutlak bir hakikatten söz edercesine ve mutlak hakikati temsil edercesine kendinden emin şekilde, “dünya, Türkiye'nin neden sivillere savaş açtığını bilmek zorunda…” diyebiliyor örneğin… Noam Chomsky, “Türkiye'nin IŞİD'e karşı savaştıkları için Kürtlere yönelik suç işlediğini” ima edebiliyor.

Ancak, kim ne derse desin, ne yaparsa yapsın, iddia sahibi kim olursa olsun, bu tür olaylarda hakikati çıplak hale getiren zamandır.

Delirdik…

Bunun başka bir açıklaması yok diye düşündüm. 

Öyle ya, bir kadın çıkıp “Çocuklar ölmesin” diyor ve kazara bu umudun dile gelmesine vesile olanlar bir bir çıkıp özür diliyor. Diğer yandan, işlenen suça ortak olmak istemediğini söyleyen 1128 kişi “ihanet”le suçlanıyor. 

Üstelik, “…bu ülkede 78 milyonun can güvenliğini, mal güvenliğini korumakla mükellefiz” diyen bu ülkenin Cumhurbaşkanı, aynı konuşma içerisinde şu çağrıyı yapıyor:

“Buradan hükümetimize, bakanlıklarımıza, ilgili tüm kurumlarımıza çağrıda bulunuyorum. Bu devletin ekmeğini yiyip de bu devlete düşmanlık eden herkes, hiç vakit kaybedilmeksizin, en kısa sürede hak ettiği cezaya çarptırılmalıdır. Ne okulda ne hastanede ne adliyede ne emniyette ne maliyede ne tarımda hiçbir kurumumuzda, ülkesinin bütünlüğüne, milletinin birliğine karşı tavır içinde olan kamu çalışanı olamaz. Böyle bir duruma kesinlikle müsaade edemeyiz. Bu şahsımla birlikte, milletimin de hissiyatıdır”.

Cumhuriyeti kuran parti yeni bir kurultay yapacak. Çoğulculuğun gereğidir bu. Eğer amacına yönelik yapılırsa bu toplantılar… Ömrü çok uzun bir partiden söz ediyoruz. Bir yandan destansı geçmişi var denebilir. Öte taraftan tam bir başarısızlık olarak okunabilir uygulamaları. Gerçek, ikisi de değildir, ömrü uzun olduğu için ve tarihsel kırılma anlarında rol üstlendiği için nesnel ölçmek gerekir CHP’yi. Bugün yüzde 25 oy almış, yani her dört kişiden biriyle ayakta duran bir partidir CHP. En büyük tehlikeyse CHP önünde; giderek yaşlanmış olmasıdır, hem seçmen yaşı olarak, hem de düşünsel olarak.

CHP kulisleri kaynamakta! Parti Meclisi’ne girmek, oradan MYK’ye zıplamak ve yarın muhtemel yerel ve genel seçimlerde yer tutmak için her tür ayak oyunu oynanıyor. Ben bir davet üzerine görev yaptım iki dönem parti meclisinde ve ilkesel nedenlerden ayrıldım. En büyük şahidim Kılıçdaroğlu’dur. Partiye katılmamın nedeni sosyal demokratlar, sosyalistler ve komünistlerin bulunabileceği geniş bir uzlaşma sağlanacağına olan inancımdı. Yanılmışım. Onun yerine sağcı, piyasacı, AKP, MHP, ANAP hayranı Sinan Aygün, Mehmet Haberal, Faik Tünay gibiler görev yaptılar. İstifa ettim. Yapıyı iyi tanıdım.

Yeni dönemde daha da beter bir hal aldı parti. “Yetmez Ama Evet” diyenler, cemaatçiler, dinciler, Amerikancılar, TÜSİAD’çılar, asker eskileri alabildiğine egemen partiye. Ama en korkuncu ne biliyor musunuz, parti yönetimi cahil ve korkak.

Asrın liderimiz “Mit müsteşarını Oslo’ya gönderen benim, İmralı’ya gönderen benim, sıkıntısı olan bana söylesin” dedi. Asrın liderimiz, fahri profesördür.

*

Ahmet Kiziroğlu “ulus devlet ayrıştırıcıdır, ulusçulukla hesaplaşma zamanı geldi, bana Serok Ahmet diyorlar” dedi. Serok Ahmet, profesördür.

Beşir AtalayÖcalan’ın mesajları bizim de düşüncemizdir” dedi. Apo’nun düşüncelerine aynen imza atan Beşir Atalay, profesördür.

*

Yalçın Akdoğan “Öcalan kendisi için bir şey istemiyor, Öcalan’ın farklı bir bakış açısı var, olayları okuma kabiliyeti var, tecrübesi var, Öcalan’ın mesajları hassasiyeti yansıtıyor” dedi. Apo’yu bu derece takdir eden, öve öve bitiremeyen Yalçın Akdoğan, doçenttir.

HDP sözcüsü Ayhan Bilgen Yeni Yüzyıl muhabiri Vercihan Ziflioğlu’na konuşmuş ve “biz de hatalıyız” demiş. Toplumu barış/çözüm sürecine katmada başarısız olduklarını ve Batı’da kendilerini iyi anlatamadıklarını belirtmiş. Özyönetimin “kaliteli demokrasi” olduğunu, her bölgenin halkının kendisiyle ilgili kararları kendisinin vermesi gerektiğini eklemiş. En önemlisi, siyaset zayıfladıkça çatışma potansiyelinin artacağına işaret etmiş.

Ayhan Bilgen’in bu açıklamaları yapmasını iyi niyetli ve doğru yönde atılmış bir adım olarak görüyorum. Umarım HDP/PKK onu konuştuğuna pişman etmez. Temenni ederim ki, partinin diğer kurmayları da gerçeği görür ve daha fazla gecikmeden gereken tutum değişikliğini gerçekleştirir.

Bilgen’in özyönetim ve demokrasinin kalitesi hakkında söyledikleri genel geçerliğe sahip ama çok yüzeysel sözler. Açıklamaları Bilgen’in ayrılıkçı hareketlerle ilgili ahlâkî ve felsefî tartışmalardan yeterince haberdar olduğu izlenimini de vermiyor. Meselâ, Bilgen grup self determinasyonu ile bireysel self determinasyon arasındaki ilişki ve çelişkilerden ne kadar haberdar?

Popüler İçerikler

Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt