Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Yöneticilerimiz, çeşitli terör cinsleri olduğunu bilmez görünüyor, farklı terör olmazmış gibi konuşuyorlar.

Yıllardır her yanımızda, terör diye tanıtacağımız çeşitli olaylar oluyor, biz bunları aynı sanıyoruz.

Sultanahmet'teki IŞİD terörü ile, kimin yaptığını anlayamadığımız Suruç olayı aynı mı?

Yine canlı bombaları gönderen aynı çete bile olsa, iki farklı yerde, farklı ortamda, muhatabı farklı terör olayı aynı sayılabilir mi?  

Sultanahmet ile Ankara olayı farklı olduğu gibi, Cizre, Nusaybin ve Sur'ada aynı değildir!

Otuz yıl önceki olay ile dünkü olay aynı kalıpta konuşulması doğru mudur?  

İnsanlar değişiyor, yaşlanıyor; fikri, görgüsü değişiyor; eğitimle değişiyor, yeri değişiyor; yeni insanlar geliyor, silahlar değişiyor.

Türkiye, uzunca bir süredir çok yönlü ve çok adresli terörle boğuşuyor.

Bir yandan Güneydoğu’daki ilçe ve merkezlerde operasyonlar sürerken, diğer yandan 7 Haziran’dan bu yana IŞİD kanlı eylemlere imza atıyor.

Suruç’ta patlayan canlı bombanın yaşattığı acılar dağılmadan, Ankara’da cumhuriyet tarihinin en kanlı terör eylemi gerçekleştiriliyor.

Yaralar sarılamadan, örgüt, Sultanahmet’te hem can yakıcı hem de turizme darbe vurmayı hedefleyen yeni bir eyleme imza atıyor.

Sultanahmet saldırısında yaralananların tedavisi sürerken, cenazeler ülkelerine bile gönderilmeden yeni saldırı istihbaratları geliyor.

Aynı saatlerde TSK, PKK’nın yeniden tahkim etmeye çalıştığı Kuzey Irak’taki kamplarına hava harekâtı düzenliyor.

Anayasasında ‘insan haklarına saygılı, demokratik bir hukuk devleti’ olduğu hükme bağlanan Türkiye’de, biri çıktı ve ‘bir metne’ imza atan akademisyenlerin öldürüleceğini ve kanlarıyla duş alınacağını yazdı.

Aynı kişi daha önce, sanırım tarihimizde ilk kez görülen biçimde bir miting de yapmıştı. O mitingde gerekirse ‘oluk oluk kan akacağını’ müjdelemişti! AB kapısında bekleyen 2015 Türkiye’sinde. Ardından yürüyüp gitmişti.

Bugünkü açıklama ve akademisyen kanıyla duş alma fantezisi ardından da yürüyüp gidecek tabii. Çok rahat.

İnsan bu rahatlığa özenmiyor da değil doğrusu. Düşünsenize, görüşünü beğenmediğiniz insanların kanıyla banyo yapma gibi bir talebiniz var, bunu açıkça dile getirebiliyorsunuz ve başınıza hiçbir şey gelmiyor… Yaşasın ifade özgürlüğü!

Türkiye’nin nasıl bir felakete doğru hızla yol aldığını, herhalde asıl görmesi gerekenler dışında herkes görebiliyor.

Türk milleti ne etnik bir grubun adıdır, ne de hayalî ve farazî bir tasavvurdur. Bu kavram Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ve kalbî-iradî sadakatle bağlı Türk vatandaşları kadar, Türk diye anılmaktan şikâyeti olmayan uzak ve yakın coğrafyadaki kardeş ve akrabalarımızı da ifade eder. Dolayısıyla siyasî irade beyanı kadar; tarihî, medenî ve kültürel bir aidiyetle de kazanılabilir.

Bu bizim red veya kabulümüze bağlı bir vâkıâ olmadığı gibi, görmemezlikten gelebileceğimiz bir keyfiyet de değildir. Bir tarafıyla tarihin, bir tarafıyla coğrafyanın, bir tarafıyla da hem tarih, hem coğrafya ve hem de kültürel mevcudiyetimizin önümüze koyduğu mukadderattır. Türklük, bizim şimdi icad ettiğimiz zoraki bir kavram değil, yaşadığımız tarih ve biriktirdiğimiz medenî tecrübenin yaşayan değerleridir.

“Fertlerin etnik veya kültürel kimlik telâkkilerine, temel bir ferdî hak ve hürriyet olması hasebiyle karşı çıkılamayacağı gibi, sübjektif mahiyetinden ötürü hakemlik de edilemez.”

Sayı saymayı biliyor musun? Hadi say. Reyhanlı 52, Diyarbakır 5, Suruç 33, Ankara 100, Sultanahmet 10. 

Güvenlik zafiyeti? Bahsedenin alnını karışlarlar. Bütün hüneri mevki karşılığı kurduğu partinin oyunu AKP’ye taşımak olan hükümet sözcüsü Numan Kurtulmuş, güvenlik açığı yok diyor. Ondan evvel de mütebessim İçişleri Bakanı aynı şeyi söylemişti. 

IŞİD canı ne zaman çekerse, nerede isterse eylem yapabiliyor. Bakanlar, hükümet sözcüleri ise bir önceki patlamada yaptıkları konuşmayı dosyalarından çıkartıp yüzümüze okuyorlar. 

Cumhurbaşkanı ise bambaşka bir âlemde yaşıyor. Biliyorsunuz onun kendine muhtarlarıyla kurduğu bir alternatif gerçekliği var. Kendi kendine sarayında kurduğu bir harikalar diyarında yaşıyor. Ülkesinde ne olup bittiğinden pek haberdar değil. Şayet yaşadığı memlekette ne olup bittiğiyle ilgilenseydi herhalde dün konuşmasında IŞİD saldırısına 40 saniye, barış için akademisyenler inisiyatifine 10 dakika ayırmazdı.

Sultanahmet'te büyük ölçüde Alman vatandaşlarının kanını döken 'IŞİD terörist saldırısı'nın tekrarlanması ihtimali var mı?

Bu sorunun bendeki cevabı: “Türkiye öyle bir şiddet iklimi içine sokuldu ki, ‘terör eylemleri’ için açık pazar haline geldi!”

Şunun şurasında 2015 yılı içinde yaşanmış olan ve hatta katliam boyutlarına varan “terör eylemi”nden bırakın ders almayı ve “terörün kaynağı”na ilişkin olarak birleşmeyi, ülkeyi yöneten “irade”, dilini iyice sivriltti ve “şiddet söylemi”ni arttırarak, “şiddet iklimi”ni besledi.

Bunu yaparken, ülkenin insanlarının kanını döken, canını alan “terörün en önemli kaynağı”nı yani IŞİD’i de hedef almadı. “PKK ile savaş” gerekçesi üzerinden yürütülen “Kürtleri ezme ve bastırma girişimi”ne öncelik verdi.

Sultanahmet saldırısı da, bu “çizgi”de bir kırılma, bir “geri dönüş” yaratmış değil.

Nereden mi anlıyoruz?

'Çocuklar ölüyor' demek PKK propagandası.

' Kadınlar ölüyor' demek PKK'ya yardım ve yataklık.

' Barış istiyorum' demek vatan hainliği.

'Susma sustukça sıra sana gelecek' tespitinin doğruluğunu Beyaz da şaşırmaktan öte şok geçirerek öğrendi.

Beyaz sustu, sadece susarak dinledi.

Programına Diyarbakır'dan telefonla bağlanan, sesi titreyerek 'çocuklar ve kadınlar ölüyor' diyen kadının karşısında Beyaz vicdan duygusuna yenik düşerek, seyircilerin bu sesi alkışlamasına katılmıştı.

Ne yapacaktı? Herkesin bildiği doğruya Beyaz yalan mı diyecekti!

Telefondaki kadın 'çocukları ve kadınları devlet öldürüyor, güvenlik güçleri öldürüyor' demedi.

Son birkaç yazıdır üzerinde durduğum “Sekülerleşme Tezi” ile son günlerin Diyanet tartışmalarının da yakından ilgisi var. Dün bu konuyu ertelemiş, Diyanet'e yapılan operasyonun nedenlerini araştırmaya çalışmıştım. Bunun, Suriye üzerinden Türkiye'nin dizayn edilmesi amacının bir parçası olduğunu, PKK/DAEŞ/FETÖ/Muhaberat aracılığıyla Türk/Kürt ve eşzamanlı olarak Sünni/Alevi fay hatlarını önce yaratmaya, sonra da kırmaya yöneldiklerini söylemiştim. 

Lakin bu meselenin bir de ideolojik boyutu var ki, bu da “Sekülerleşme Tezi” ile açıklanmaya muhtaç.

Hatırlatalım, bu teze göre, bilim ve teknolojideki gelişmeler paralelinde dünya sekülerleştikçe, dinler etkisini kaybedecek ve Allah inancına gerek kalmayacaktı.

Tur rehberi Sibel Şatıroğlu, çok erken otobüse binmişti. Turist misafirler, hazırdılar. İki gün önce gelmişler; İstanbul’u gezecek, Dubai’ye gideceklerdi. Sultanahmet’e hareket edildi.

Çoğu kez aynısı yapılır.

Aynı yerden başlanır.

1626 yıldır Dikilitaş!

Yanında Yılanlı Sütun.

Sağında Cami Sultanahmet.

Solunda Türk-İslam Müzesi.

Üç adım ötede Alman Çeşmesi.

20 adım ötede Ayasofya.

916 yıl kilise.

481 yıl cami.

Dünyanın ilk en büyük bazilikası.

Kemalist dönemin sorunu, kemalizmin belirlediği Resmi Toplum'un karar verme mevkiinde olan aklında, yani siyasi ve idari temel zihniyetinde yatıyordu.

Kemalizm, bunun ideolojik kılıfıydı; baskıcı, özünde totaliter sisteme meşruiyet sağlayan çerçevesi olarak iş ve işlev görüyordu. Postkemalist dönemin sorunu ve sorusu şudur: İnsanın kendi aklını kullanması, serbest müzakereye katılması, ötekini tanıma ve anlama sürecine girmesi ve eğer bir arada yaşama, ortak sorunlar karşısında ortak sorumluluklar üstlenme şartları ve imkanları varsa birtakım sözleşmeler (muahedeler) akdetmesi mümkün olacak mı?

Bu çerçeveden bakıldığında ortada iyimser olmayı gerektirecek çok sayıda sebep yok. Bugüne kadar yeni ve sahiden sivil bir anayasa için atılmış iki adım var: Biri Abant Platformu'nun 1998'den bu yana sürdürdüğü toplantılar; diğeri bir önceki anayasa çalışmalarına bir altyapı hazırlamak amacıyla TBMM Başkanı Cemil Çiçek'in desteğiyle TOBB'un 15 ana merkezde yaptığı toplantılar.

Popüler İçerikler

Önce Meydan Okuyup Sonra R Yapmıştı: Murat Övüç "Bülentinkiler Sahte" Dediği Diva'nın Eteklerine Kapandı!
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman