Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Ana akım televizyon kanallarının haberlerinde yer verilmeyen ya da yazılı basında okunma imkânı pek bulunmayan 'haberler'e göre, 'sokağa çıkma yasağının ve çatışmaların devam ettiği Şırnak'ın Cizre ilçesinde 28, Silopi ilçesinde 19 ve Diyarbakır'ın Sur ilçesinde üç kişinin cenazeleri hala defnedilemedi. 

14 Aralık’tan bu yana Cizre ve Silopi’de ölen 47 kişiden 6’sının yasaktan dolayı hastaneye gidemedikleri için, kalanların ise atılan kurşun ya da şarapnel parçalarıyla hayatlarını kaybettikleri bildirildi.”

Bu arada, “BBC Türkçe’den Hatice Kamer’in haberine göre Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ‘Gömüldü’ dediği üç aylık bebek Miray İnce’nin de aralarında bulunduğu 10’u çocuk, toplam 40 kişinin cenazesi Şırnak, Cizre ve Silopi devlet hastanelerinin morgunda bekletiliyor. Ancak hastanelerin morg kapasitesi dolduğu için, çatışmaların yoğun yaşandığı Silopi’nin Başak, Barbaros ve Nuh mahallelerinde bazı cenazeler evlerde ve camilerde bekletiliyor.”

Acaba hiç bu kadar kanıksamış mıydık ölü çocuk fotoğraflarını? Gazetelerin ilk sayfalarında görmeye en çok alıştığımız manzara oldu, sahile vurmuş çocuklar. Aylan Kürdi’de bir şok etkisi yaratmıştı, evet. Uykularımız kaçmıştı, utanmıştık üstünü örterken sıcak yataklarındaki çocuklarımızın. Resimlerini çizdik, şiirler yazdık, unuttuk. Almamız gereken dersin yanından bile geçmedik. Şimdi “Bir Aylan daha” oldu adları. Yakında flaş haber olmaktan çıkıp iç sayfalara da transfer olurlar. Vicdanımızı sızlatıp durmazlar yattıkları yerden.

En son Dikili ve Ayvalık’ta çarparken yüzümüze arkamıza yaslanarak izlediğimiz insanlık suçu, polis de İzmir’de sahte can yeleklerinin üretildiği atölyeye baskın yapmış. DHA’nın haberiydi, standartlara uygun can yelekleri 75 TL’den başlarken, denize düşen insanları öldüreceği garanti olan ucuz yelekler üretiliyor burada. Üstüne sahte markalar bastıkları yeleklerin içine normalde yalıtım, ambalaj, dolgu malzemesi olarak kullanılan petrokimya ürünleri dolduruyorlar, bunlar da suyu emip ağırlaşarak insanı suyun üstünde tutmak şöyle dursun, dibine çekiyorlar.

20-30 TL’ye gözlerini kırpmadan cinayet işliyorlar yani. Hatta ellerini de bulaştırmayıp azmettiriyorlar.

İktidar tarafından her gazeteciye verilmeyen özel izinle Sur’a “girmek”, buyurgan ve işgalci dilin aslında kime ait olduğuna işaret ediyor

“Vatanseverlik” adı altında, devletin güvenlik kaygılarıyla ve hükümetin tanımladığı sorumluluk bilinciyle haber üretmenin sonucu, haber alamayan bir kamuoyu ve hesap vermeyen bir iktidar.

Manşet görselinde sol üstte Kurdsat News muhabiri Ferat Mehmetoğlu 3,5 tonluk bir zırhlı aracın önünde duruyor, biraz önce bu aracın içine zorla bindirilen çalışma arkadaşı Baran Ok’un serbest bırakılması için haykırıyor: “O benim kameramanım!”

Sağ üstte ise Hürriyet yazarı İsmet Berkan var, başka bir zırhlı aracın içinde, ama o kendi rızasıyla, ön koltukta, Diyarbakır Valiliği’nin özel izniyle Sur’daki polis ablukasını geziyor.

Gerçek şu ki, ister bizim yasalarımız ve anayasamız açısından bakın, ister AB Venedik Kriterleri açısından, eğer şimdiye kadar hukuku öne alan bir bakış açısıyla bakılmış olsaydı, HDP’nin çoktan kapatılmış olması gerekirdi. 

Yine, hukuk bu kadar siyasallaşmamış olsaydı, HDP’nin birçok milletvekilinin dokunulmazlığı da çoktan kaldırılmış olurdu.  

Mesela, sadece 6-8 Ekim Kobani olaylarındaki çağrı bile, Demirtaş’ın dokunulmazlığının kaldırılması ve söz konusu çağrıdan dolayı yargılanması için yeterdi. Ondan sonra yapılan düzinelerce açıklamayı ve teröre fiili destek anlamına gelen eylemleri saymıyorum. 

HDP şimdiye kadar kapatılmadıysa, ya da birçok HDP milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılmadıysa, bu hukukun siyasallaşması ya da şöyle diyelim, yargının siyasi mülahazalarla davranması nedeniyle olmadı. Tabii yargı bu siyasi mülahazaları tek başına yapmıyordu. Siyaset- toplum ve yargı arasında gerçekleşen sessiz bir konsensüstü söz konusu olan...

AKP Kurmayları, HDP hakkında yakın zamanda bir tartışma yapmış gibi görünüyor. Bazıları anlaşıldığı kadarıyla HDP’nin kapatılmasını savunmuş, diğerleri ise kimi yöneticilerinin milletvekili dokunulmazlığının kaldırılarak tutuklanmasını istemiş. Geçen hafta, AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, HDP hakkında kapatılma davası açılabileceğini söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Suudi Arabistan’dan dönerken, HDP eş başkanlarının dokunulmazlığının kaldırılması için yetkilileri göreve çağırdı. Elbette, Erdoğan’ın önerisi, AKP’nin yöntemi olacak.

Erdoğan’ın konuşmasını dinlerken, Can Dündar hakkında yaptığı konuşmayı hatırladım. O konuşmada da “bedel ödeyecek” diyordu. Erdoğan’ın, “bedel ödeyecek” dediği herkes bir süre sonra tutuklandı.

Erdoğan ve AKP, HDP’yi tehdit ederken, bir taraftan HDP’li belediye başkanları ve parti yöneticileri birer ikişer tutuklanıyor zaten. Demek ki, tutuklanma sırası milletvekillerine geldi.

“Bugün bu soykırıma dur demeyen yarın gelip fotoğraf çekip, dayanışıyoruz demesin” diyordu 18 Aralık’ta Med- Nuçe televizyonunda Baki Gül’e konuşurken:

Tayyip Erdoğan’ın buraya gönderdiği DAİŞ yöntemi kullanan polis ve asker hunharca saldırıyor. Burada yaşadıklarımız Kobane’yi çoktan aştı. Ev ev giriliyor, uzaktan bombalar atılıyor. Onlarca yaralımız var. Devlet bu zulmü Kürt halkına reva görüyor. Ama halk yılmıyor, yılmayacak, sokakları terk etmeyecek. Yenilmeyeceğiz” diye haykırıyor.

“Kardeşlik diyenlere soruyoruz, bu mu sizin kardeşliğiniz, reva gördüğünüz bu mu? Hendekleri bahane edenlere sesleniyorum. Bu bahaneleri artık bırakın. Kürt halkına açık açık soykırım dayatılıyor. İnsanlar sığınaklarda yaşamaya çalışıyor. Hareket eden her şey katlediliyor. İnanın kelimelerle ifade edemiyorum. Bugün bize ses verilmezse yarın çok geç olabilir. Yüzlerce kişi burada ölebilir. Eğer demokratım, sosyalistim, insanım diyenler bu çığlığı duymazsa yarın kimse gelip dayanışıyoruz diye fotoğraf çekmesin Silopi’de.

Sesimin ulaşabildiği her yere sesleniyorum. Bu çığlığı duyun, yarın çok geç olabilir.”

Bu defa ‘günlük’ler yazmaya başlıyorum. Genel Yayın Yönetmenimiz Cem Erciyes önerdi. Hemen kabul ettim. Çünkü baştan beri özenirdim. Gazeteciliğin hemen hemen her alanında çalışmıştım. Habercilik, düzeltmenlik, köşe yazarlığı, başyazarlık, yöneticilik... Bir o eksikti. ‘Günlük’ veya Nurullah Ataç’ın koyduğu adla ‘Günce’ yazarlığı...

‘Günlük’ veya ‘günce’nin örnekleri bizim yazın hayatımızda vardır. Kapsamı ve içeriği, tabii, yazarının tercihine göre değişiyor. Nurullah Ataç, güncelerini yayınlarken yazdığı önsözde bunu şöyle tanımlıyordu:

“Günce, sizin anlayacağınız hatıra defteri. Frenklerin ‘journal’ dedikleri. Bu ‘journal’ sözünü duyunca belki Monsieur Gide’i düşünürsünüz, benim de ondan özendiğimi sanırsınız. Hayır, öyle bir günce değil benimki. Bu yaştan sonra başlanır mı öylesine? İsterdim doğrusu, benim de çocukluğumdan, hiç olmazsa gençliğimden beri tutulmuş bir güncem olsun isterdim. Kendi kendimi bulurdum onun sayfalarında...”

Ataç’ın adı bugün ‘günlük’ konusuyla ilgili olarak geçti. Ondan, burada bir başka gün, daha geniş olarak söz etmek isterim. Bence Türk edebiyatının Cumhuriyet dönemindeki en önemli isimlerindendi. Ataç’ı bu yazılara başlarken saygıyla anarım.

Haftalardır, Kürt Meselesi’nden başka bir şey yazmıyorum; ya doğrudan Türkiye’de olan bitenler, ya da dünyada olup bitenle ilintilendirerek Kürt Sorunu’ndan bahsediyorum. Çünkü, şu an yaşadığımız savaş hâli, Türkiye’nin felç olması demek. Bu felci yaşadıkça, ne kendimiz, ne gelecek nesiller için iyi bir şey bekleyebiliriz Türkiye’den.

Çok vahim bir sürü şey oluyor Türkiye’de; bir sürü adaletsizlik, bir sürü dert, sorun. Hiçbirini görmezden geliyor değilim. Ama, eğer Kürt Meselesi’nde bir çatışmasızlık, bir “sorunları çözme” dönemi gelmezse, Türkiye’nin diğer tüm sorunları ile de ilgili bekleyebileceğimiz “iyi” bir şey yok.

Kürt Meselesi çözüm yoluna girmedikçe, sorunlar sorun kalmaya, mesele olmaya büyüyerek devam edecekler. Ne ekonomik açıdan, ne eğitim açısından, ne sosyal bakımdan –hele de demokratikleşme bakımından “iyi” bir şey olacak. Meseleler devleşerek Türkiye’yi ezecek savaş ortamı sürdükçe…

Belki, biraz fazla alışığız Kürt Meselesi’nde krizler yaşanmasına… Daha önce de çatışmalar oldu, sıkışıklıklar yaşandı ama sonra bir şekilde gene barış süreci devreye girdi diye düşünüyoruz; belki bunun rahatlığı var üzerimizde Türkiye olarak.

Anayasa tartışmaları hız kazanıyor. Cumhurbaşkanının, bu makama çıkmasından bu yana peşini hiç bırakmadığı başkanlık rejimine geçiş tartışması, yeni yılda bir kez daha ve oldukça ağırlıklı olarak gündeme geldi.

Yıldız Sarayı Mabeyn köşkünde, cumhurbaşkanı, başbakan, kimi başbakan yardımcıları ve bazı AK Parti Genel Başkan yardımcılarının katılımıyla yapılan 2015'in son önemli toplantısının konusu anayasa hazırlıklarıydı. Bunu takiben Başbakan Davutoğlu ilk yolculuğunda gazetecilerle görüşmesinde anayasa ve onunla bağlantılı olarak başkanlık rejimini bir numaralı gündem maddesi haline getirdi ve hükümet açısından bir seferberliğe start verdi. AK Parti'den gelen açıklamalar, parlamentoda uzlaşma komisyonunun yeniden hayata geçirilmesi için yeni adımlar oldu. Ayrıca cumhurbaşkanlığının da farklı bir seferberliğe hazırlandığı biliniyor. Erdoğan'ın başkanlık rejimi fikrinin toplumda demlenmesi evresini arama konferansı gibi farklı tekniklerle başlatacağı bu konudaki ilk ipuçları.

Sevgili okuyucularım, birkaç günlük kısa bir ara sonrasında yeniden birlikteyiz. İnsan yazı yazmadığı, bu açıdan boş oturduğu zaman Türkiye’nin ne hallere düşmüş olduğunu daha iyi anlıyor.

Bir bakıyorsunuz, Türk Ordusu’na yıllarca ana avrat söven, en ağır hakaret ve tehditleri savuran, belden aşağı giren bir köşe yazarı olan Hasan Karakaya’nın ölümü sonrasında Genelkurmay “Üzüntülerini” bildirmiş!

Demek ki artık alışacağız, bu gibi durumlarda “Nasıl olur, Genelkurmay bunu yapmaz” dememeyi öğreneceğiz!

* * *

Sadece o kadar değil…

Ölen gazetecinin hem kendisi, hem de şeriatçı gazetesi Mustafa Kemal Atatürk’ün, laik Cumhuriyet rejiminin bir numaralı düşmanıdır.

Böyle bir ortamda Genelkurmay’ın Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı olan bir general ortaya çıkıp o gazeteci için övgü dolu başsağlığı ve üzüntü mesajları iletecek haaa!

Olacak şey değildir.

Popüler İçerikler

Fernando Muslera, Jose Mourinho'yu Hedef Aldı: "İstemiyorsa Gidebilir"
Türkiye'ye Gelir mi? Suudi Arabistan'da Forma Giyen Cristiano Ronaldo'dan Değişim Kararı
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Karşıtlarına Mesaj Yolladı: "10 Yıl Daha Yaşasa Bambaşka Olurdu"