Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Suudiler Amerika'ya 'durumun vahametini anlamıyorsunuz, bari yolumuzdan çekilin' mesajı veriyor.

Suudi Arabistan'ın 'terörizm' suçlamasıyla Şii Şeyh Nimr'in de aralarında olduğu 47 kişiyi idam etmesine tepki gösteren İranlı protestocular Tahran'daki Suudi Arabistan büyükelçilik binasını basıp binayı ateşe verdi.

Bunun üzerine Suudi Arabistan İran'la diplomatik bağları kopardığını, ticari ilişkileri de keseceğini ve vatandaşlarının İran'a seyahat etmesini yasaklayacağını duyurdu.

Herkes endişe içinde.

Suudi Arabistan ve İran arasındaki gerginlik yeni değil.

Fakat son zamanlarda ikili ilişkiler, karşılıklı söz düellosuna rağmen, yumuşama emareleri göstermişti.

Türkçe yazıyoruz, anlatamıyoruz, bir de böyle deneyelim bari.

İki uzman çavuş arkadaşıyla birlikte Diyarbakır’da şehit düşen polis memuru Musa Yüce, aslında İngilizce öğretmeniydi. Dört defa KPSS’ye girip yeterli puan almasına rağmen, ataması yapılmamıştı. Başka çare bulamadığı için polis olmuştu.

Geçen ay gene Diyarbakır’da şehit düşen teğmen Altuğ Pek de, aslında matematik öğretmeniydi. KPSS’ye girip yeterli puan almasına rağmen ataması yapılmayınca, başka çare bulamamış, beş ay önce, sözleşmeli jandarma teğmen olarak orduya katılmıştı.

Terör kurbanı olmasınlar diye öğretmenleri geri çekip, atamasını yapmadıkları öğretmenleri asker olarak, polis olarak bölgeye gönderen süper zeka yöneticilerimizi tebrik ediyorum.

Congratulations bi nevi.

Hayırseverlik / yardımseverlik:

1. Kişiseldir

2. Geçicidir

3. Zayıf ve yoksulu bağımlı kılan ortamın oksijenidir

4. Varsıl ve güçlünün keyfine bağlıdır

5. Ortak sosyal, ekonomik, politik kararlığın ve kamu çıkarının yerini alamaz

6. Ancak tamamlayıcı olabilir

7. Her zaman en doğru şekilde kullanılmayabilir

Bu yedi madde, Halkların Köprüsü Derneği’nin “Mülteci krizinde devleti göreve çağırıyoruz. Mülteci krizi hayırseverlikle aşılamaz!” başlıklı basın açıklamasından. “Devlet vatandaşlarına yıllardır yaptığı rutin yardımlarını dağıtırken adil olmayı başarmış mı?” sorusunu bir kenara bırakırsak çok haklı bir çağrı bu.

Günümüzde her siyasi yapıda eli silahlı olanın seçilmiş ve hesap veren sivile tabi olması artık genel geçer bir demokratik norm. Demokratikleşme literatürünün önemli isimlerden Adam Przeworski ‘herhangi bir siyasi yapıda sivil olan ile eli silahlı olan arasındaki ilişkinin düzenlenmesi demokratikleşme için en hassas sinir ucudur” der. Yine sivil-asker ilişkileri alanında önemli bir isim olan Peter Feaver bir “sivil-asker ilişkileri problematiğinden” bahseder. Aslında bu demokratikleşmenin önündeki en önemli paradokslardandır. Bu problematiğe göre; sivil siyasi yapı kendisini tehdit eden diğer siyasi yapılardan korunmak için bir “silahlı güç” oluşturma ihtiyacı hisseder ancak bir süre sonra tam da kendi varlığının garantörü olarak teşkil ettiği silahlı güç kendisini tehdit etmeye başlar. İşte bu problematiği dengeli şekilde yönetebilen sivil siyasi yapılar demokratikleşme yolunda somut adımlar atabilir.

Aslında Türkiye’nin son on yılına bakıldığında bu problematiğin siyasete damgasını vurduğu görülür. Türkiye’de sivil-asker ilişkilerinde yaşanan “sivilleşme” bu problematiği yenme konusunda Türkiye’nin önemli adımlar kat ettiğini gösteriyor. Ama dikkat edin bilerek “sivilleşme” dedim çünkü bana göre bu süreç askerin elindeki güç vasıta ve yöntemlerinin sadece sivil karar alıcılara transferi gibi yürüyor.

Kurşunlu Camii’nin önü. İki sokağa çıkma arası zamanı. Cami yakıldıktan sonra gazetecilerin girişine izin verildiği günler. Bir grup gazeteci fotoğraf çekerken yanlarına bir kadın yaklaşır. Sur’da yaşayan kadın özellikle bir gazetecinin yanına gider ve kızmaya başlar:

“Niye doğruyu yazmıyorsun? Camiyi örgüt yakmadı, sen de biliyorsun kimin yaktığını.”

Muhabir ‘havuz’daki gazetelerden birinde çalışmaktadır. O da kadını terslemeye başlar. Bir anda etraf kalabalıklaşır. Gazeteci ile halk arasında tartışma hararetlenir. Diğer gazeteciler suskun bir şekilde izlerler olanları. Tartışmayı gören polisler yanlarına yaklaşır. Meselenin ne olduğunu anlayınca “Gazetecilere karışmayın” diye halkı azarlamaya başlar. Bununla da yetinmez tazyikli su sıkar.

“Utandım” diyor olayın tanığı gazetecilerden birisi: “Meslektaşımı koruyamadığım için utandım çünkü doğruyu yazmamıştı. Bizim yüzümüzden o insanların gaz ve su yemesi de canımı yaktı.”

DIŞİŞLERİ Bakanlığı, İran'da, Suudi Arabistan diplomatik misyonlarına yönelik saldırılardan endişe duyduğunu açıkladı.

Evet, böyle şeylerden herkes endişe duymalı.

Kendine “devletim” diyen her yapı, ülkesindeki diplomatların ve onların görev yaptığı binaların güvenliğini sağlamakla yükümlüdür ve böyle saldırılara göz yumulması kabul edilebilir bir durum değildir.

Ancak Dışişleri’nin açıklamasında Suudi Arabistan’daki idamlardan hiç söz edilmiyor.

İdam edilenler arasında, şiddeti reddeden, mücadelesini politik alanda sürdüren bir din adamı da var.

“Her zaman mazlumların yanında yer almakla” övünen bir hükümetin bakanlığının bunu atlamış olması mümkün mü?

Üstelik bir gün önce Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, siyasi idam cezalarının uygulanmasının bölge barışına katkısının olmayacağını açıklamış olmasına rağmen.

Türkiye bu konuda güçlü bir çıkış yapmalıydı ki Suudi Arabistan-İran anlaşmazlığında taraf olmadığımız açıkça ortaya konulabilsin.

Merkez Bankası, 2006’dan beri her yıl enflasyon hedefi açıklıyor. Ama bir kez olsun tutturamadı. 2015 hedefi yüzde 5 idi. Enflasyon yüzde 8.8 oldu.

Acaba Merkez Bankası’nın tek başına enflasyonu aşağıya çekme gücü var mı? Önceki gün Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek enflasyonun sorumlusu olarak, (1) Döviz fiyatındaki artıştan, (2) Gıda fiyatlarının katılığından söz etti.

Eskiden “kapalı ekonomi” döneminde Merkez Bankası emisyonu (piyasaya saldığı parayı) kıstı mı, enflasyon aşağıya inerdi.

Hendekler HDP’nin eş başkan ve sözcülerini esir almazdan önce Selahattin Demirtaş “ Hendekle değil halkların birliğiyle çözüm sağlanmalıdır. Hendek kazılarak bir halkın, bir sistemin güvenliği sağlanamaz. ” diyerek Barzani’nin partisi KDP’yi eleştiriyordu. Bugün ise hendekleri halkın kazdığını söylüyor, “Hendek dediğiniz şey, darbeye karşı direniştir” diyor.

Asayiş ve vergi toplama dışındaki tüm hizmet ve yetkilerin HDP ve DBP’ye ait olduğu ilçeleri, mahalleri hendek kazarak “özgürleştirmek” yani kurtarılmış bölgelere dönüştürmek saçmalığının ilk örneğini 2014’te Cizre’de yaşamıştık.

Bir “özgürleştirme pratiği” olarak Hüda-Par’lı bir aileyi evlerinin banyosunda abluka altına almış, ilçedeki Hüda-Par’lılara hayatı cehennem etmişlerdi.

Hatırlarsanız Recep Tayyip Erdoğan, Diyanet İşleri Başkanı’na tahsis edilen Mercedes ve uçağa yönelik eleştirileri ‘ Vatikan ‘ örneğiyle savunmuştu…

Mehmet Görmez’in ‘ İslam coğrafyasının saygın bir dini lideri’ olduğunu ve Vatikan liderinden farksız olduğunu beyan eden Erdoğan, Vatikan’ın bir din devleti olduğunu unutmuşa benziyordu.

Yoksa tam da bunu mu kast ediyordu? Tıpkı ‘ Hitler Almanyası ‘ gibi, talihsiz bir teşbih mi yapmıştı? Bilgisi mi eksikti, yoksa hitap ettiği kesimin bilgisiz olduğunu mu varsayıyordu?

Her neyse, belli ki Diyanet kendine “Katoliklerin Papa’sı varsa Müslümanların Görmez’i var” diye rol biçmiş durumda.

Kürt çözümünün psikolojik yönü politik yönünden daha öne çıkıyor. Psikolojisinin kötü yönetimi ise politik çözümü iyice karmaşıklaştırıyor. Kürt sorununa Türk sorunundan, Türk sorununa da Kürt sorunundan bakabilen karar vericilere ve aydınlara büyük sorumluluk düşüyor.

Türkiye 1990’ların başından itibaren terörle mücadele adı verilen ucu açık savaşta binlerce şehit ve sivil kayıplar verdi. Doğal olarak bu da toplumsal ve bireysel yas veya öfkelere neden oldu. Bu süreçte yaşananlar hiçbir zaman Kürt düşmanlığına dönüşmedi.

Ancak zamanla toplumun bir kesiminde bu yas kompleksleşerek “PKK eşittir Kürtler” özdeşleştirmesine evirilmek üzere. Maalesef çözüm süreci iyimserlikle karşılanmasına rağmen, sivil geçişkenliğin sağlanamaması nedeniyle yeterli empati sağlanamadı. Bu ise demokratik ve insani taleplerin anlaşılmasını zaman zaman güçleştirdi.

Popüler İçerikler

Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
Bakanlığın Gıda İfşaları Devam Ederken En Fazla At ve Eşek Etinin Satıldığı Şehirler Belli Oldu
Gazeteci Fulya Öztürk'ün Azerbaycan Milletvekiline Ağladığı Anların Beden Dili Analizi Çok Konuşuldu