Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Yılbaşından itibaren, 2015'i 'altın yıl' olarak geçiren otomotiv ve akaryakıt başta olmak üzere sigara, içkiye sürpriz vergi artışları, elektrik ve doğalgaza ise zam gelebilir. Vergi artışları yapılırsa tüketiciye zam olarak yansıyacak. 

2016 yılı maktu vergileri belli olurken, sıra bütçeyi kurtaracak vergi hamlesi geldi. Yılbaşından itibaren bazı mallarda yüklü vergi artışları beklenirken, bunun da etkileyeceği, birçok mal ve hizmete de yüklü zamlar yolda.Hükümetin 2016 yılı bütçesinin denk yapılacağı açıklaması, verilen taahhütlerin yerine getirilmesinin yanında asgari ücrete verilecek devlet katkısının belli olmasıyla, bu harcamaların kaynağını oluşturacak zamlar da kesinleşmiş olacak. Her şeyden önce, her yıl ocak ayında enflasyonun üzerinde zam gören sigara ve alkollü içkiler sektöründekiler, büyük bir merakla çıkacak yeni faturayı bekliyor. Ancak bu kez sadece sigara ve içkiyle yetinilmeyeceği, otomobil ve akaryakıt gibi yüklü gelir getirecek kalemlere de yeni vergiler gelmesi bekleniyor. Bu yolla 2015’de altın yılını geçiren otomobil sektörünün biraz yavaşlatılması, ithalatın azalmasıyla cari açığın azalmasına katkı yapılması hedeflenebilir. Akaryakıt için vergi zammı eğer tercih edilirse bu da iç talebi kısacaktır.

Törenin adı ‘Necip Fazıl Ödülleri Gecesi’... Ev sahibi Star gazetesi... Elbette, baş konuk da Cumhurbaşkanı.

İşte böyle bir gecede, ödül alanlardan Nuri Pakdil sahneye çıktı.

“Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan benim o ünlü selamlamamı yapmamı istedi” dedi.

Devam etti:

“Şimdi bir slogan atacağım. Çok yoğun bir alkış bekliyorum. Sloganım şudur: Ne mutlu Müslümanım diyene!”

Erdoğan, (benzetmeden hoşlanmayacaktır ama) poker masasında tüm fişlerini ortaya süren oyuncu gibi. Eline çok güveniyor. Tüm fişleriyle ‘rest’ çekiyor ve elini açmaya hazırlanıyor. İslam’ı ve tabii kendi mezhebi Sünniliği ‘tek ve biricik kimlik’ olarak dayatmanın yolunu yapıyor.

LAİKLİĞİN SON DEMLERİ 

Elbette alametler bu bir tek sloganla sınırlı değil... Bilumum stadyumlardan Atatürk adının kaldırılmasından tutun... Okullardaki öğretimin ‘medrese eğitimine’ dönüşmesine... Kadınlara yönelik gerici zihniyetin her platformda atağa kalkmasına... Aslında ‘nereye gittiğimiz ya da götürüldüğümüz’ çok açık.

HDP’nin Türkiyelileşme projesi akamete uğradı. Hatta tümüyle çöktü.

Peki niçin böyle oldu? Kabahat kimde? HDP kendisine umut bağlayan bir kesimi hayal kırıklığına mı uğrattı? “Bunlar Türkiyelileşemez, başka hesapları var” diyenler haklı mı çıktılar?..

Türkiye’de bu tür işler şöyle yürüyor: İdeolojik siyaset güden partiler, kurumlar; büyümek, gelişmek için daha demokrat, daha özgürlükçü çizgiye gelme amacıyla değişim iradesi beyan ediyorlar

Fakat bu değişim çabaları bir türlü nihayete ermiyor.

Çünkü bu tür partilerin ideolojik siyasetinden şikayet eden kesimler, değişim çabalarının önündeki en büyük engel haline geliyor.

Nasıl mı? Anlatayım.

Türkiye’de herkes birbirinin kötülüğünden besleniyor. Kendine ancak ‘öteki’ gördüğü kesimin başarısızlığı sayesinde alan açabiliyor.

“Siyaset kaprisle, küskünlükle yapılmaz. Müzakere, diyalog kanallarının açılmasını istiyoruz.”

HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın bu sözü DTK olağanüstü kongresinin sonucunda açıklanan deklarasyonun yol haritasını anlatıyordu. “Özyönetimle ilgili siyasi çözüm deklarasyonu” başlığı altında önerilen 14 madde önümüzdeki günlerde çokça tartışılacak. Kürt siyasi hareketinin istediği de bu. “Bu bir önerme, gelin tartışalım. İtirazlarınız ya da önerileriniz varsa konuşalım” diyorlar. Yayılan savaş ortamından çıkışın da, tıkanan siyasetin önünün açılmasının da, kalıcı barışın sağlanmasının da yolunun buradan geçtiğini savunuyorlar...

Herkesin merak ettiği soru, bundan sonra ne olacak. Öncelikle şunu söylemek gerekir. HDP aslında bir buçuk aydır siyasi bir çıkış projesi olarak demokratik özerklik üzerinde çalışıyordu. Kürt hareketinin diğer temsilcileriyle yapılan görüşmelerin ardından çalışmalar başladı. İki gün süren DTK kongresinde tüm bileşenlerin katıldığı tartışmalarla da son şekli verildi.

Deklarasyon metninin ve önerilerin ‘uzlaşmacı bir dil’le yazılmasına özen gösterildi.

Deklarasyonun bir yüzü Kürtlere, bir yüzü hendekdeki gençlere, bir yüzü dağa, bir yüzü hükümete, bir yüzü batıya dönük. Bütün kesimlere ve taraflara dengeli hitap edilmesi için çalışıldı.

Kürtçe ve Türkçe okunan deklarasyondaki vurgu, sorunların siyasi müzakere zeminine çekilmesiydi.

Herkesin birbirini boğazlamadan, asgari ve üstü ihtiyaçlarını görerek, onurlu/özgür biçimde yaşamasının mümkün olduğunu, bu kavramları da abartmamak gerektiğini söylüyoruz.

Bu kavramlara mutlak değer yükleyerek onlara erişemeyiz. Ama ideale yakın durumları araştırabilir ve bu ideale yakın düşmeye çalışabiliriz.

Bu dünya cennet olmayacak. Ama bugünden daha iyi olması mümkün. Çünkü bu tarihte birçok kez başarıldı, yarın da başarılacak. Ama bu arada yeni sorunlarımız olacak, başarılı alanlar dönem dönem yeteri kadar ilgi/emek gösterilmediği için çöktü, çökecek vs.

Çünkü demokrasi çok nazenin bir çiçektir ve sürekli ilgi/bakım gerektirir. Bir kere tohum ekip sonsuza kadar ürün alamadığımız gibi, sosyal düzenler de sürekli emek, ilgi ve özen ister. Bıraktığınız anda içten çürümeye başlar.

Dün iki ilkeden bahsettik. İlki mücadele, hak arama gibi kamusal alanı biçimlendiren süreçlerde tüm aktörlerin şiddeti bir yöntem olarak reddetmesi ve bu konuda tutarlı olmakta anlaşmak.

Geçen hafta Çarşamba günü gözlerimin önünde, 12 dakika içinde, bir şirket çöktü.

Sadece itibarı yerle bir olmadı, aynı zamanda tüm şirket içi yazışmaları, personel bilgileri, finansal işlem bilgileri ve web sitesi bir hacktivist grup tarafından ele geçirildi.

Herşey bir DDoS (Denial of Service – Dağıtık Servis Kesintisi) atağı ile başlamıştı. Önce şirketin web sitesi çalışamaz hale geldi. Sonra şirketin sunucuları ele geçti. Ardından sistemin köküne sızıldı. Ve tüm bilgiler toplandı.

Bunlar olurken şirket savunma hamleleri yapmaya çalışıyordu ama bazı adımların atılması için artık çok geçti. Çok para harcandı ama ne itibar kurtarılabildi ne de mahrem bilgiler.

Anlattığım bu olay aslında bir kurmaca.

Price Waterhouse Coopers’ın şirketlere ‘siber güvenliğin önemini’ anlatmak üzere tasarladığı ‘Game of Threats’ adlı oyunun bir turunda yaşandı.

Ve, evet aynen öyle oldu: Bir şirket gözlerimin önünde darmaduman edildi.

Emin olamadığım bir noktayı Selahattin Demirtaş önceki gün aydınlattı; o, Türkiye'nin siyasi hayatında ve politik sisteminde zirvelere kadar gidebilecek bir aktör olmayı seçmedi.

Milliyetçi bir refleksle kendini Kürtlerin geleceğinde ve tarihinde resmetti: “Kürtler artık kendi coğrafyasında siyasi irade olacak (...) Gelecek yüzyılda bir Kürdistan gerçeği olacak. Belki Kürtlerin bağımsız devleti de olacak federal devleti de, kantonları da özerk bölgeleri de...”

Demirtaş'ın konuşması ‘milliyetçi siyaset'in galebesidir; oysaki ben onu ‘demokratik siyaset'te varolmayı seçen bir lider prototipi olarak görüyordum. Vurgulamaya gerek var mı; milliyetçi siyaset kolay olandır, geniş kapıdır, suların aşağıya doğru akmasıdır. Demokratik siyaset dar kapıdır; suları yokuşa akıtmaktır, insanı naturasına karşı direnmeye davettir. Benim kuşağımdan birkaç kişi (fazla değil ama) milliyetçiliğin demokrat bir elbise ile tabii kusur ve eksikliklerinden sıyrılabileceği hülyâsına kapılmıştı. İyi niyetli ama kötü bir uzlaştırma denemesi! Bu safdil arayış, Türkiye pratiğinde çaka çaka yere serildi. Son dramatik örneği Demirtaş'ın, Türkiye siyasetinden ayrılıp Kürdistan siyasetine postu sermesidir.

Ku­zey Ira­k’­ta­ki Kürt böl­ge­sin­de bir­şey­ler olu­yor;

Ku­zey Irak Kür­dis­tan Böl­ge Baş­ka­nı Me­sud Bar­za­ni, ay ba­şın­da An­ka­ra­’yı zi­ya­ret et­ti; Cum­hur­baş­ka­nı Re­cep Tay­yip Er­do­ğan ve Baş­ba­kan Ah­met Da­vu­toğ­lu ile gö­rüş­tü.

Er­bi­l’­e dö­ner dön­mez de çok önem­li bir açık­la­ma yap­tı;

“Ba­ğım­sız­lık için re­fe­ran­dum” çağ­rı­sın­da bu­lun­du. Li­der­li­ği­ni yap­tı­ğı Irak Kür­dis­tan De­mok­rat Par­ti­si­’ne de “re­fe­ran­dum ha­zır­lık­la­rı­na baş­la­yın” ta­li­ma­tı­nı ver­di.

Pe­ki ne ol­du da, Bar­za­ni uzun sü­re­dir hiç gün­de­me ge­tir­me­di­ği “ba­ğım­sız­lık” kar­tı­nı ye­ni­den aç­tı?

BAR­ZA­Nİ­’NİN KU­ZEY IRA­K’­TA­Kİ “BAŞ­KAN­LIK” BİL­ME­CE­Sİ…

Bu­nun ne­de­ni­ni an­la­mak için Me­sud Bar­za­ni­’nin son dö­nem­de Ku­zey Ira­k’­ta ya­şa­dı­ğı iç po­li­ti­ka sı­kın­tı­la­rı­na bir bak­mak ge­re­ki­yor;

Ku­zey Ira­k’­ta­ki Kür­dis­tan özerk böl­ge­sin­de baş­kan, iki yıl sü­rey­le se­çi­li­yor.

Me­sud Bar­za­ni 2005 yı­lın­da Ku­zey Irak ye­rel par­la­men­to­su ta­ra­fın­dan, 2009’da ise halk oyuy­la Irak Kür­dis­tan Böl­ge­sel Yö­ne­ti­mi (IKBY) Baş­ka­nı se­çil­miş­ti.

Kent çatışmaları Türkiye’yi esir aldı. İçine düştüğümüz şiddet sarmalı hızla bir şiddet kapanına dönüşüyor ve telafisi mümkün olmayan bir yıkıma yol açıyor. Bu yazımızda bu yıkımın nispeten ölçülebilir ekonomik boyutunu sadece Cizre’deki 04 Eylül ve 12 Eylül 2015 tarihleri arasındaki  9 günlük sokağa çıkma yasağının ekonomik maliyetini analiz ederek gözler önüne sermek istedim. Yıkımın sosyal dokuda yarattığı olumsuz etkiyi ölçmek içinse saha çalışmaları şart. Umarım akademi bu konuda üzerine düşeni yapar.  

Öncelikle ‘Cizre’deki 4-12 Eylül arasındaki sokağa çıkma yasağına kim veya ne neden oldu?’ sorusunu bu yazının dışında tutmak istedim. Benim sorunum hep vurguladığım gibi giderek kontrolden çıkan ve en çok bölgedeki sivil vatandaşın bedelini ödediği çatışma dinamiği ile. Ve de kendime biçtiğim görev Türkiye’de pek çok karar alıcının ve aydının henüz ne olduğunu ve nelere mal olacağını algılayamadığı KENT ÇATIŞMALARI hakkında bir farkındalık oluşturmak. Bu nedenle temel amacım giderek toksikleşen Türkiye siyasetinden ve artık bana göre giderek anlamsızlaşan ‘Kim haklı/kim haksız?’ tartışmalarından uzak, teknik ve objektif analizler yapmak.

Guy Fawkes maskeli Anonymous üyesi 2008 yılından bu yana artık o çok iyi bilinen tonlamada ve bilgisayarda tanınmayacak hale getirilmiş sesiyle kâğıttan tehditlerini okuyor.

“Sevgili Türk hükümeti, İŞİD’e destek olmayı kesmezseniz, internetinize, DNS bağlantılarınıza, bankalarınıza saldırmayı sürdüreceğiz. Tüm hükümet sitelerini alaşağı edeceğiz. Daha sonra havaalanlarınızı, askeri üslerinizi, özel sektör ve kamu bağlantılarını vurmaya başlayacağız. En önemli banka altyapınızı yerle bir edeceğiz. Türkiye, bu çılgınlığa bir son ver. Kaderiniz kendi ellerinizde.
Biz Anonymous'uz.
Biz Lejyonlarız.
Biz affetmeyiz. 
Biz unutmayız.
Bizi bekleyin.”

Bu video Youtube’dan kaldırılmış olsa da, neredeyse tüm yabancı haber kaynaklarında hâlâ mevcut. Anonymous, malum siber âlemde haktivist olarak tanımlanan anarşist bir grup. Liderleri yok, siber saldırılarını DDos (Distributed Denial of Service - Dağıtık Hizmet Engelleme) denilen saldırı şekliyle yapıyorlar. Basit bir dille anlatmaya çalışırsam bu saldırı şekli, sistemin kaldırabileceği yükün çok üzerinde anlık istek ve anlık kullanıcı sayısı ile sistemi tıkamak, hattı doldurarak onu felç etmek.

Popüler İçerikler

Eski Bakan Işın Çelebi'den Fenerbahçe'ye Sert Yanıt: ''Devletin İmkanlarını Kullanıp ‘Yapı’ Diyemezsin''
Türkiye'de 9.05'te Hayat Durdu! Atatürk'e Saygı Duruşu!
Narin Güran'ın Babası Arif Güran İlk Mahkeme Sonrası Konuştu: "Kızımı Nevzat Bahtiyar Katletti"