Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Kiminle, hangi güçle savaşıyorsan, barış da onunla yapılır.

Bir başka deyişle:

Barış, düşmanlar arasında yapılır.

Acılar çekilir.

Kan ve gözyaşı akar.

Sonra öyle bir nokta gelir ki, yetti artık çığlıkları her yanı kaplamaya, etkili olmaya

başlar.

Bu noktanın adı ‘barışın olgunlaşması’dır.

Barış yeterince olgunlaşmışsa, yani silahla alınacak başka bir mesafe kalmamışsa, parmaklar tetikten çekilir, masaya oturulur ve barış koşulları tartışılır.

Oslo süreci budur.

Ankara-İmralı-Kandil arasında kurulan diyalog üçgeni budur.

-Yalan söylemek? Mubah. 

-İftira sallamak? Hiç sorun değil. 

-Kibirlenmek, büyüklenmek? Serbest.

-Rüşvet falan? Caiz.

-İhale mihale kapatmak? Helal.

-Belden aşağı vurmak? Sevap.

-Kin, intikam? İyi, hoş.

-Çalmak? Çalıyorsa benim paramı çalıyor.

-Sözünden dönmek? Mümkün.

-Aman dileyene vurmak? Vuranın eline sağlık...

-Yolsuzluk, adam kayırma falan? Çalıyor ama çalışıyor.

Hepsi helal, hepsi mubah, hepsi caiz...

Bir tek şey müstesna!

Türkiye-İsrail ilişkilerinin kırılma noktalarından biri olacağı anlaşılan açıklama iki hafta önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından Türkmenistan’dan dönerken yapıldı.

Erdoğan, “Türkiye-İsrail yakınlaşması bölge için hayati önem taşıyor” dedi. Hemen ardına normalleşmenin üç koşulunu sıraladı:

Mavi Marmara kurbanları için tazminat, özür ve İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ablukaya son vermesi.

Bu açıklamadan birkaç gün sonra, İsrailli üst düzey yetkililere dayandırılan ve Ankara tarafından da doğrulanan bir anlaşma müzakeresi kamuoyuna yansıdı.

Türkiye’nin dünyada yüzünü biraz olsun ağartan bir eğitim kurumunun nasıl hırpalanmaya çalışıldığına tanık oluyoruz şu günlerde.

Türkiye’nin gündeminde sanki yeterince sorun yokmuş gibi son birkaç gündür Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) sadece hükümetin değil, hükümet çizgisindeki medyanın da gündemine ön sıraya alındı.

Önce namaz kılan öğrencilere saldırı iddiaları gündeme geldi. Öğrencilerin rahatlıkla kendi aralarında veya rektörlükle halledebileceği sorunlar için mesela Memur-Sen devreye girdi Rektör Ahmet Acar’ı istifaya çağırdı. YÖK devreye girdi.

Sonra Rus uçağının düşürülmesiyle ortaya çıkan diplomatik krizi izleyen günlerde Türkiye’deki internet sitelerine başlayan “siber saldırı” gündeme geldi.

İktidar, iktidar olarak kalabilmenin çaresini toplumda gerilimi artırmak olarak tesbit etti. İlk ağızda HDP’nin defterinin dürülmesi gerekiyordu. Ama bunun için iktidarın attığı adım, yani “sertleşme”, daha ilk andan, “karşı taraf”ça sanki sevinçle karşılandı. 

Hani yıllardır beklenen mutlu olay nihayet gerçekleşmiş gibi, hendekler, özerklik ilânları, silâhlı saldırılar birbirini izledi. Bunların, “Kürt siyasi hareketinin kararlarını kim verecek” sorusuyla bağlantılı olduğunu düşündük birçoğumuz. Ben böyle düşünmeye devam ediyorum. Ancak, “motivasyon” ne olursa olsun, durum iktidarın planının gerçekleşmesine yardım etti. İktidarın istemediği kadar yararlı oldu.

Silivri Cezaevi’nde 30. günü geride bırakan arkadaşlarım Can Dündar ile Erdem Gülün tahliye talepleri dün, ikinci kez reddedildi. 

Bilen bilir. 

Haksızlığa uğramış olmanın yol açtığı hüzün, bazen basit gerçeklere perde indirir. 

Bu perdeye hiç yüz vermeden, reddin neden hukuksuz olduğunu basit basit anlatacağım size: 

-Önce, Can ile Erdem’in tutuklanmasına yol açan “maddi gerçeklik”i anımsayalım: Yazdıkları haberler. 

-Basın Kanunu’na göre, eğer bir haber; ceza davası yargılamasına konu edilecekse; davanın gazetede yayımlandığı tarihten itibaren 4 AY İÇİNDE açılması gerekiyor. Hemen belirtelim: Suç ne olursa olsun... 

-Oysa Can ile Erdem, yazdıkları haberlerden BEŞ-BEŞ BUÇUK AY SONRA, süren bir soruşturmada tutuklandılar.

Bugünü anlamak ve yarını daha sağlıklı tahmin edebilmek için dünü bilmek tabii ki kaçınılmaz bir gerekliliktir. Ama bugünü dünün koşulları içinde anlamak da pek mümkün değildir.

Yaşanan zamanı doğru değerlendiremezseniz eski Yeşilçam'ın özensiz tarihi filmlerindeki Fatih Sultan Mehmet'in kol saatine bakması veya Kanuni'nin akıncıları koşarken arkada telgraf direklerinin görülmesi benzeri anakronik yanılgılara sürüklenirsiniz. Kurumlar için de, bu kurumları yönetenler için de yurt ve dünya koşullarının bugünkü gerçeklerine uyumlu olabilmek, aynı ölçüde önemlidir.

Kapalı toplumdan açık topluma geçmek isteyen ülkelerde, özgürlük fikri, özgürlük alanı, özgürlük politikası asli pusuladır.

İstikamet açık düzense hiç bir gerekçe, hiç bir gelişme, hiç bir doğrulama bunlardan geri düşmeye vesile olamaz.

Türkiye son 10 yıldır AK Parti'yle askeri vesayet düzeninden siyasi alanı genişleterek çıkmaya çalıştı.

Bu çıkış kaçınılmaz iktidar mücadeleleri, sosyolojik ve politik anlamda iktidarın el değiştirmesi üzerinden yaşandı. Dünün eksik demokrasi sorunları çözülmeye çalışılırken, yeni dönemin, el değişikliklerinin ürettiği eksik demokrasi sorunları karşımıza çıkıyor.

“Bakıyorsun gidiyor Dersim’de ne yapıyor, sivil halkı, çocukları öldürüyor…”

*

Demek ki bu yeni duydu, ta 1937 yılına kadar gidip Atatürk ve İnönü’yüDersim’de çocukları öldürmekle suçluyordu…

İşte; Güneydoğu’da ölenlerin 44’ü çocuk…

*

Kürsüden “Belge açıklıyorum” diye anlatıyordu:

“Biliyorsun, devlete karşı isyan ettiler diye Dersim’de maalesef büyük bir dram yaşandı (….) Havadan ve karadan toplarla, hatta gaz bombasıyla çocuk ve kadınlar katledildi… Kim yapıyor bunu, malum CHP zihniyeti yapıyor…”

Dinleyenler başladılar ağlamaya tabii…

Bu devam:

“Bakıyorsun Dersim’den 12 bin 683 kişi nakledildi bu tarafa…”

*

Doğrudur…

Ama bu ne?..

Şu son dört günde 100 bin kişi evini bırakıp kaçtı bu tarafa…

Bu yazı yazıldığı saatlerde bodrum katlarında yaralı çocuklar var, kimse gidip alamıyor… Hamile kadınlar öldürüldü… Hastalar, hastanede vuruldular…

LAİKLİK ve din kutuplaşması uzun süre dış politikaya bakışlarımızı da etkiledi.

Bir kesim Batı’ya odaklanarak Arap dünyasına mesafeli durmayı savunurken, öbür kesim Arap dünyasına olağanüstü önem verdi, bunu duygusal kavramlarla iç politikada da kullandı.

Şimdi Türkiye’ye yönelen risklerin önemli bir bölümü Ortadoğu’dan geliyor; Suriye ve Irak sorunları gözler önünde.

Önceki gün Arap Birliği, Türkiye’yi Musul’da askeri eğitim birliği bulundurduğu için “kınayan” bir bildiri yayınladı!

Aynı gün Irak Kürt Bölgesi Yönetimi’nden Nazım Herki, yaptığı açıklamada Bağdat hükümetinin “PKK’yı Irak’ta silahlandırıp Haşdi Şabi adlı Şii milis gücü bünyesine sokmaya çalıştığını” ifade etti.

Rusya’nın rolünü de hiç akıldan çıkarmamak gerekir.

Popüler İçerikler

Narin Güran'ın Babası Arif Güran İlk Mahkeme Sonrası Konuştu: "Kızımı Nevzat Bahtiyar Katletti"
Çanakkale'de AK Partili Belediyenin Tepki Çeken Atatürk Afişi Kaldırıldı!
"Bana Bilmediğim Bir Şey Söyle" Akımına Gelen Tıkanan Muhabbeti Açmalık Bilgiler