Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

AB Konseyi'nin toplanacağı Brüksel'den iyi haber bekleniyordu. Ama olmadı...

Dün en sert rüzgârlar kuzeyden esti.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin yıl sonu basın toplantısında uçağın düşürülmesi nedeniyle Türkiye’ye, ama Türkiye’den de çok Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a esti gürledi.

Hatta bir ara “Uçağımızı düşürünce Suriye’den gitmemizi mi bekliyorlardı. S-400’leri getirdik, Suriye hava sahasına girsinler de görelim” gibilerinden meydan okudu.

Mevcut koşullarda ilişkilerde düzelme beklemeyin, dedi.

Fed faizi artırdı artırmadı muhabbetinden halkımız bıktı. Bugün halkımızı ilgilendiren şap hastalığıyla ilgili gelişmeleri anlatacağım.

Şap salgını var. “Tüketilen et ve sütte şap tehlikesi var mı?” diye endişe edenlerin içini rahatlatacak haber: Eti 85 derecenin üzerinde pişirenlerin, sütü 85 derecenin üzerinde kaynatanların içleri rahat olabilir. Çünkü hastalığa yol açan virüsler 85 derece sıcaklıkta etkisini kaybediyor.

Şap, çift tırnaklı hayvanlarda görülen bir hastalık. Hastalıktan çok zarar gördüğümüz için 1957’de Şap Enstitüsü’nü kurduk. Enstitü, yetiştiricileri uyarıyor, tedbirleri anlatıyor, koruyucu aşı üretiyor.

Duruşma salonu hınca hınç dolu.

Can, yağmurlu bir günde yargılanmak üzere Silivri’den Çağlayan’a getirilmiş...

Saatlerce süren duruşma bittiğinde günün sonunda aynı yağmurla yeniden cezaevine geri götürülecek.

Meslektaşları, okurları, ailesi ve yakınları içimizde zor tuttuğumuz itiraz dolu cümlelerimiz ve derin öfkemizle ona destek olmak için salonu doldurmuşuz.

Dava konusu, dönemin başbakanına ve oğluna hakaret.

Can, “Ben hayatımda kimseye hiç hakaret etmedim ki, onlara edeyim ” diyor, sonra o kibar ve yumuşak ses tonuyla polis fezlekelerini anlatıyor uzun uzun, orada yazılanları anlatıyor, kime neden hırsız dendiğini, yolsuzluk iddialarını, rüşvet meselelerini...

Bunların polis kaydı olduğunu, gazeteciliğin sınırlarını, sorumluluklarını anlatıyor.

Komplo 1 Mayıs 1977 günü Taksim Meydanı'nda başladı ve Türkiye'yi kana bulayan suikastler ve katliamların son halkası 10 Temmuz 1980 günü Fatsa'da yapılan “nokta” operasyonu oldu.

Bu zincirin en kanlı halkası ise “Sıkıyönetim” altındaki Maraş'ta yaşandı.

Bu yüzden de Maraş Katliamı 12 Eylül'e giden yolda bir kilometre taşı, uyanan toplumsal muhalefeti bastırmak için girişilen bir senaryonun parçası olarak görüldü.

Oysa Maraş'taki kıyımın ardında çok daha fazlası vardı.

Etnik, dinsel ve politik bir “arındırma” niyetiyle sadece Aleviler ve Kürtler değil, muhalifler, sosyalistler, Çerkesler ve Romanlar da Maraş'ta biçildi.

Bir genç siyasette nasıl yükselir?

Bugün Türkiye siyasetinde gençler açısından...

Yepyeni bir yükseliş modeli” söz konusu...

Bu yeni modelde...

Kibarlık yok, nezaket yok, ağırbaşlılık yok, demokratlık yok, hoşgörülülük yok...

Yeni modele göre...

Bir gencin siyasette yükselebilmesi için yapması gerekenler şunlar:

-Önce taşlı-sopalı bir gazete baskınının başrolünde yer alacaksınız.

-Cam çerçeve indirmeli gazete baskını nedeniyle gündem olacaksınız ve bundan acayip mutlu olacaksınız.

-“Seçimin sonucu ne olursa olsun seni başkan yaptıracağız” diye höykürerek... Sadece seçime ve sandığa endeksli bir demokrasi anlayışının bile epey gerisinde olduğunuzu göstereceksiniz.

-Bir gazeteci için “Evinin önüne gittim, onu dövecektim” diyeceksiniz... Bir başka gazeteci için “O hiç dayak yememiş” diyeceksiniz.

-Ancak bir sokak serserisinin ağzına yakışacak bu türden sözler söyleyip kabadayılık taslayacaksınız.

Bunları yaparsanız...

Kürt konusunda daha önce aklımıza bile gelmeyen hususlar şimdi başımıza geliyor. Kentlerde, kasabalarda silahlı çatışmalar yaşanıyor. OD 'nin bugünkü hali devam ettikçe bu sorunun daha da dallanıp budaklanacağı aşikâr.

Beni asıl ilgilendiren kısmı işin, siyaset alanının da bu konuyu tamamen bir askeri mesele veya bir terör konusu olarak görüp, yorumlarını, değerlendirmelerini bu çerçeve içinde yapması.

Çok da uzun sayılmayacak bir süre önce Kürt meselesi gündeme geldiğinde hâkim olan söylem uzlaşma, diyalog, anayasa, yurttaşlık gibi kavramlardan oluşuyordu. Bu bir siyasal yaklaşımdı.

Bir yanda: /Silah, bomba, tank/ Ölüm ve kıyım /Korku ve dehşet!

Öte yanda: /Siyaset diye şiddet /Demokrasi diye yasak /Adalet diye yanlılık /Güven diye korku!

Ülkenin bir yanı ateş çemberi altında; her gün ya oradan ya buradan birilerinin acısı düşüyor yüreklere. Ve ne acıdır ki, bir yanda sokaklardan, evlerden ölüler kaldırılırken, öte yanda yeni ölümler için köşe başlarının tutulup, yeni mayınlar döşenmesi gibi gerçekler yürürlükte.

İnsan Hakları Derneği’nin, İnsan Hakları Haftası nedeniyle açıkladığı bilançoya göre, yıl başından 5 Aralık 2015’e kadar uzanan sürede 171’i asker, polis, korucu, 195’i silahlı militan ve 157’si sivil olmak üzere 523 kişi silahlı çatışmalarda hayatını yitirmiş.

Özel güvenlik bölgeleri bir süredir ciddi bir tartışma konusu.

Hendek politikası ve fiili işgaller, bir tür kalkışma girişimleri karşısında valiler, bir süredir bazı yerleri, 15 gün süreyle özel güvenlik bölgesi ilan ediyor.

Valilere bu yetkiyi Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu, bu kanuna 2013 Temmuz ayında eklenmiş bir madde veriyor.

Madde şöyle:

“Terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar nedeniyle can ve mal güvenliğinin korunması bakımından girilmesinde sakınca bulunan yerlerde operasyonun devam ettiği süreyle sınırlı olmak üzere; Genelkurmay Başkanlığı veya İçişleri Bakanlığının göstereceği lüzum üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile askerî veya özel güvenlik bölgesi ilan edilebilir. Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde vali kararı ile on beş güne kadar özel güvenlik bölgesi ilan edilebilir (...) Bu bölgelere ilgili makamların izni olmadıkça girilemez...”

Artık bir gazetenin yayın yönetmenliği gibi ağır bir sorumluluğu da aldığım için haberlere farklı gözle bakma mecburiyeti hissediyorum.

Medyanın görevi topluma ayna tutmak olduğundan o aynayı mümkün olduğunca geniş açıyla ve net vermek için haber merkezi olarak çaba gösteriyoruz. Bu ülkede iyi giden hiçbir şey yok mu eleştirisine karşı samanlıkta iğne arar gibi pozitif haber arasak da ülke gündemi çok uzunca süredir uyanmak istediğimiz bir kâbustan farksız. Haberleri öncelik sırasına koyup da sayfaları düzenlediğinizde, eğer gerçekleri saklamak gibi bir niyetiniz yoksa, pembe bir tablo ile karşılaşmanız imkânsız.

Peki neden mi böyle oldu? Muktedirlerin unutturmak istediği, bunu yaparken işleri iyice batırdığı sürecin miladı olan 17-25 Aralık nedeniyle elbette.

Varlığıyla onur duyduğumuz Profesör Aziz Sancar’ın yakasında Atatürk rozeti vardı, kravatı ise Osmanlı tuğrası motifliydi.

Bu sentezi Atatürkçülere laf sokma fırsatı olarak gören bazı dangozlar, “Cehape zihniyeti karşı çıkıyor ama, bak gördünüz mü, insan hem Atatürk’le hem Osmanlı’yla gurur duyabiliyor” dediler.

E yazalım da…

Ok’usunlar bari.

Sene 1933.

Cumhuriyet 10 yaşına basmıştı. CHP’nin o güne kadar herhangi bir amblemi yoktu. Atatürk, 10’uncu yıl kutlamaları kapsamında, vatandaşların yakasına takacağı bir amblem tasarlanmasını istedi.

Bu tarihi görev, Gazi Terbiye Enstitüsü’ne verildi. Enstitü yönetimi de resim-iş bölümünü kuran İsmail Hakkı Tonguç’u görevlendirdi.

Almanya’da grafik eğitimi alan İsmail Hakkı Tonguç, eğitimbilimciydi, köy enstitülerinin mimarı ve uygulayıcısıydı. Kolları sıvadı.

Popüler İçerikler

Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi
Ali Koç, Fenerbahçe Tesislerinde Sıkıyönetim İlan Etti
Volkan Demirel, Elini Sıkmadığı Şenol Güneş'le Arasında Geçen Diyaloğu Anlattı