Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Türkiye’yi yöneten siyasi heyetin dış politikadaki “ yanlış hesaplarının dönmediği ” bir diyar kaldı mı? Washington’dan, Moskova’dan, Atina’dan, Erivan’dan, Tel Aviv’den, Tahran’dan, Şam’dan, Bağdat’tan... Dön babam dön.

Hatırlarsanız bu haleti ruhiyenin zihin dünyalarındaki son tezahürü Başbakan Davutoğlu ’nun “ DAİŞ’in İslam anlayışıyla bizimki arasında 180 değil 360 derece fark var ” sözü olmuştu. Maalesef “ stratejik derinlik ” hali farklı değil. Türkiye’yi 360 derece tavaf ettik. Yandaş medyanın Rus uçağının düşürülmesi ve Musul’a efsane çıkartmayla ilgili kahramanlık türküleri de bozuk plaktan çıkan kırık seslere dönüşüverdi.

17 saniyelik ihlali uçak vurma gerekçesi kılanlar, Rus lideri Putin ’in keskin duruşu ve yaptırımlar karşısında feleklerini şaşırmış halde. Coşkulu “ emri ben verdim ”ler çoktan unutuldu. Rusya’yla “ hesapta olmayan gerginliğin ” sorumlusu kâh Hava Kuvvetleri Komutanımız Abidin Ünal , kâh Türk tarafının ikazlarını anlayamamış Rus pilot olup çıktı. Cumhurbaşkanı, “ Bu yanlışı kim yapıyor? Tabii ki yönetici yapmıyor. Uyarılara kulak asmayan, uyarıları duymayan oradaki pilotlardır ” deyiverdi.

Irak hükümetinin onayı olmadan ülkenin üçte birini işgal altında tutan Sünni aidiyetteki IŞİD'le bu Suud önderliğindeki Sünni cephe nasıl mücadele edecek sorusunun cevabı şu anda yok.

ABD Savunma Bakanı Ash Carter 14 Aralık’ta Pentagon’da ABD Başkanı Barack Obama ile kapsamlı bir IŞİD’le mücadele brifingine katıldı.

Sonra atladı uçağa dün İncirlik’teki ABD birliğini teftişe geldi.

Gelmişken de burada kısa ama iddialı açıklamalarda bulundu ve hemen ayrıldı; “Ortadoğu turunun” diğer duraklarına uçtu.

Söylediklerinde Türkiye’yi çok ilgilendiren iki unsur vardı:

1- Carter’a göre Türkiye “hava unsurlarıyla beraber kara unsurlarıyla da” IŞİD’e karşı daha fazlasını yapmalıydı. Bunun ne anlama geldiğini de ima etti. Hayır, Türk askerinin Suriye’ye girmesinden söz etmiyordu. Türkiye’nin Suriye’ye geçit yapmak istediği, “güvenli bölge” kurma iddiasını hâlâ o şerit üzerinden yaşatmaya çalıştığı o 98 km’lik bölümün kapalı tutulması Türkiye’nin verebileceği en önemli kara birliği katkısıydı Carter’a göre.

Dün öğlen saatlerinden başlamak üzere, '.tr' uzantılı alan adlarının yönetildiği ODTÜ Bilgisayar Merkezi tarafından işletilen NİC.TR saldırı altında[1]. Saldırı halen devam ediyor. Network ve alan adı sunucularının (name servers), büyük ve dünyanın çeşitli bölgelerinden gelen bir dDOS saldırısına uğradığı ve saldırı nedeniyle satüre olduğu ve cevap veremez hale geldiği anlaşılıyor.

Saldırı nedeniyle, zaman zaman '.tr' uzantılı alan adlarını taşıyan web sitelerine ve e-maillere ulaşımda zorluklar çekiliyor.

Ayrıca saldırının yine ULAKBİM networkünü etkilediği görülüyor. Zaman zaman TC kimlik verilerinin doğrulanma işleminin yapıldığı sistemlerdeki aksamalar gibi olaylar da görülüyor.

Konuya yakın bir kaynak, büyüklük için rakam verememekle birlikte, saldırının çok büyük olduğu ve dünyanın her yerinden geldiğini söyledi. Bu arada saldırının Rus kaynaklı olabileceği de not ediliyor. Ancak bu konuda kesin bir delil bulunmuyor.

CİZRE ve Silopi'yi sokağa çıkma yasağı başlamadan önce terk eden vatandaşlarımızın görüntüleri size neyi hatırlatıyor?

Suriye içsavaşının başladığı ilk günlerdeki görüntülerden ne farkı var?

PKK’lılar otomobili olanların anahtarlarını da ellerinden aldıkları için yaya olarak yaşadıkları kentleri terk ediyorlar.

Binlerce insan, ellerinde taşıyabilecekleri çantalara doldurabildikleri birkaç parça eşyayı alarak, hayatlarını terk etmek zorunda kaldılar.

Bir bölümünün gidecek yeri vardır elbette, yakın akrabalar, tanıdıkların evlerine sığınacaklar.

Öyle bir olanak bulamayanların başlarını bu kış kıyamette nereye sokacakları da belirsiz.

Bu görüntünün bir tek nedeni var: PKK’nın, “özyönetim” ilanı ile, savaşı yeni bir aşamaya geçirmek ve kentlere yaymak isteği.

Halk bu nedenle perişan oluyormuş, masum insanlar ölüp gidiyormuş, umurlarında bile değil.

Kentlerin sokaklarına hendekler kazarak, barikatlar inşa ederek, insanların yaşadıkları evleri mevzi olarak kullanmak için aralarındaki duvarları yıkarak ilan ettikleri “özyönetim” süresince sayısız genç militanını kaybetmesi de örgütün umurunda değil.

Şehit olan polisler, askerler de!

ABD Merkez Bankası’nın bugün yüzde 0.25 olan faizi 25 ya da 50 baz puan artırması bekleniyor. İşte bu küçük ayarlamanın dünya para piyasalarında fırtına yaratmasından korkuluyor. Peki bu ayarlamanın Ayşe Hanım Teyzem’e etkisi ne olacak?

ABD Merkez Bankası’nın (Fed) faizi şimdilerde yüzde 0.25 oranında. Merkez bankaları bankaların bankasıdır. Merkez bankalarının belirlediği faiz oranı bankaların merkez bankasından borçlanma ihtiyacı duyduklarında ödeyecekleri faizdir.

Merkez Bankası 2008 yılında yüzde 1.00 olan faiz oranından 0.75 puan indirim yaptı. Faizi yüzde 0.25’e indirdi.

ABD’de bankalar merkez bankasından borçlanmak yerine birbirinden borçlanıyorlar. Bunun için de merkez bankası bir kaide koydu. “Bankalar birbirinden borçlanırken yüzde 0’dan düşük faizle, yüzde 0.25’den yüksek faizle borçlanamaz” dedi. Bankaların yüzde 0 faiz ile borçlanma imkânı olduğu için “sıfır faiz”den bolca söz edilir oldu.

Mesele Kürtler olunca sadece devlette değil Türkiye'nin tamamında -hatta solunda bile- 'devamlılık esas'mış meğer.

Bir süredir daha sık duyar olduk şu sözü: Evet, Kürt sorunu diye bir sorun yoktur çünkü sorun Türk sorunudur! Ne kadar da doğru. Ey Türkler, Türkiyeliler, Türkiye solu, Gezi ruhu, neredesiniz? Kürdistan'da savaş var. İnsanlar öldürülüyor. Her gün gencecik bedenler toprağa veriliyor. Her gün çocuklar vuruluyor. Sokağa çıkma yasağı adı altında en temel insan hakları ihlal ediliyor. Yaşam alanları hayalet şehirlere dönmüş, fırınların önünde ekmek kuyrukları var, insanlar gıda stokluyor. Onbinlerce kişi evini terk etmek zorunda kaldı. Ve bütün bunlar yanı başımızda, bu ülkede oluyor. Neredesiniz? Sesinizi çıkarmak için daha neyi bekliyorsunuz?

HDP ve periferisindeki aydınlar, her ne kadar, ‘hendekler sebep değil, sonuçtur, müzakere sürecine ve ‘Dolmabahçe mutabakatına’ geri dönülmelidir’ diyorsa da, hendeklerden sonuç alıcı ve makul bir çıkış yolu önermek maalesef o kadar kolay değil.

Oslo sürecinden sonra Kürt/Şii ittifakı denilerek başlatılan ‘devrimci halk savaşı’ aynı çevreler tarafından nasıl tolere edildiyse, şimdi de bu çevreler benzer bir tutum alıyor, görünürde şiddete, hendek savaşlarına ve teröre karşı çıkıyor ama bilerek veya bilmeyerek, öne sürdükleri argümanlarla, PKK’nın ‘devrimci halk savaşı stratejisinin, ‘şehir savaşlarına’ dönüşmesini hedefleyen hendek siyasetine destek veriyorlar.

Geçenlerde liberal aydınlarımızdan biri, hendekleri yorumlarken, ‘Kürtler’in kurucu şiddeti başlıyor’ diye bir laf etti ki, insan duyduğuna inanamıyor.. Hendek kazarak bu hendekleri bombalarla doldurarak hangi Kürtler, nasıl bir ‘kurucu şiddeti’ hayata geçiriyorlar acaba? PKK’nın şiddeti neyi kuracak? Bir ulus-devlet mi kuruluyor, hendek kazılarak devrim mi yapılıyor? Öyleyse, daha iki ayda bölgeyi terk etmek zorunda kalan on binlerce Kürdü ikna edemeyen bu kurucu şiddet, bu ‘devrim’ Kürtler’e ne vaat ediyor, bir devlet mi, başka bir devlete katılmak mı, ne?

Sevgili okuyucularım, varsayalım Şırnak’ın Cizre ve Silopi ilçelerinde, ya da Güneydoğu’nun herhangi bir yerinde devlet memuru olarak görev yapıyorsunuz.

Asker, polis, hakim, savcı, öğretmen, doktor, gümrükçü, tapucu…

Can güvenliğiniz var mı?

Yok!

Evinizden çıkıp sokakta gezmeniz, ya da bakkala gidip alışveriş yapmanız mümkün mü?

Değil!

Eşinizi, çocuklarınızı ve kendinizi düşünmeden, başka bir deyişle ölümüdüşünmeden korkusuz yaşıyor musunuz?

Hayır

Eğer bir ülke bu durumlara düştüyse, o ülkeyi yöneten iktidardan hesap sorulur. Bizde ise maşallah tık yok.

Tepki vermesi gereken muhalefet partileri ayakta uyuyor. Muhalefetin herhangi bir konuda etkinliği yok.

Medyanın çok büyük bir bölümü derseniz zaten iktidar tarafından ele geçirilmiş, hiç utanıp sıkılmadan yandaşlık-yalakalık yapıyor.

Paris İklim Zirvesi, atmosfere yaklaşık 21.000 ton karbon salımı bırakan iki haftalık etkinlikten sonra bitti. Zirve esnasında binlerce protestocuya karşı kullanılan biber gazının atmosfere etkisi, bu tahmini emisyon değerine katılmamıştı!

‘İnsan kaynaklı iklim değişikliğini’ ancak ‘karbon piyasası’ veya doğayı ‘yenilenebilir’ sermaye nesnesi haline getiren ‘yeşil ekonominin yeni birikimci alanları’ olarak kavrayan küresel liderler, zirvede pek sönük konuşmalar yapmışlar...

Mesela Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Genel Sekreteri ve Fransa Dışişleri Bakanı Figueres “Sanayi Devrimi’nden bu yana 150 yıldır sürdürülen ekonomik kalkınma modelinin değiştirilmesi gerektiğini” söylemiş ama o modelin ne olduğunu açmamıştı.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez, ABD Başkanı Barack Obama’nın Müslüman Topluluklar Özel Temsilcisi Şerik Zafer ve heyetiyle görüşmesinde bir konuşma yapmış.

“İlahi dinler, insanoğluna dünyayı daha güzel yönetmesi, barış içerisinde birlikte yaşasınlar, rahmeti, şefkati, adaleti egemen kılsınlar diye geldi. Ama insanlar dinleri de kendilerine dönüştürebiliyorlar. Mahza rahmeti yeryüzüne getiren dinler, şiddetin, vahşetin aracı hâline getirilebiliyorlar.”

“Hz. İsa’nın getirdiği rahmet mesajlarından tarihte onlarca defa Haçlı Seferleri çıkarılabildi. Hz. Musa’nın mesajlarının bu coğrafyada Siyonizm eliyle nasıl bir ideolojiye dönüştürüldüğünü hâlâ acı acı görüyoruz.

Popüler İçerikler

İzmir'de 5 Küçük Kardeşin Öldüğü Yangın Faciası: Bakanlık, Aileyi 18 Kez Ziyaret Etmiş!
Türkiye'ye Gelir mi? Suudi Arabistan'da Forma Giyen Cristiano Ronaldo'dan Değişim Kararı
Boks Tarihinin En Pahalı Maçı Öncesi Mike Tyson, Jake Paul'a Tokat Attı!