Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Aziz Sancar 2015 Nobel Kimya Ödülü'nü 10 Aralık akşamı Stockholm’de düzenlenen ödül töreniyle (diğer iki meslektaşıyla paylaşarak) İsveç Kralı 16’ıncı Gustaf’ın elinden aldı.

Sonra da 'Bu ödül Ata’mız sayesinde alınmıştır” dedi; “Ödülü 19 Mayıs’ta Türkiye’ye gelerek Anıtkabir’de Atatürk’e bırakacağım.”

Bunu neden mi söylemiş? Çünkü Mardin’in Savur İlçesi'nden sekiz çocuklu okuma-yazması olmayan “ama eğitimin önemini bilen” bir ebeveynin yedinci çocuğu olarak kendisine sağlanan eğitim olanaklarını Atatürk Türkiyesi'ne bağlıyor.

Ailesinden general de çıkmış HDP milletvekili de.

Ona “Arap kökenli” olup olmadığını soran BBC muhabirine “Türküm, o kadar” cevabını vermiş.

Üniversiteden sonra fikir hürriyetinin, akademik hürriyetin daha geniş olduğu diyarlara göç etmiş, ABD’ye yerleşmiş, bir “Turkish-American” yani Amerikalı Türk olmuş.

Önceki gün açıklanan ‘64. Hükümet Eylem Planı’ ki açılımı ‘icraatlar, reformlar’ olarak geçiyor, hayal kırıklığı yarattı. Doğrusu, dün Başbakan Davutoğlu tarafından açıklandıktan sonra ‘sinema salonunda kısa süreli bir gösterimden sonra, film bitti mi, yoksa ara mı verildi?’ tereddüdü yaşayan bir seyirci gibi hissettim. Hayır, açıklanacak başka bir plan ya da takvim yoktu; hepsi buydu.

İki kesimden ne düşündüklerini sordum; iş kesiminden bir temsilci hayal kırıklığından başlayarak, ‘bunun sonu bu şekilde nereye gider, bilmiyorum?’ diyordu. Londra’daki finans çevreleri de, Güney Afrika’daki piyasa kopuşunu işaret ederk, reformsuz Türkiye’deki gidişatın işareti olarak görüyordu. Önceki gün, Güney Afrika Cumhurbaşkanı Zuma, mali disiplin ilkesinden ayrılmayan maliye bakanını görevden alıp yerin pek de tanınmayan birini getirdi. Rand yüzde 9’a yakın değer kaybetti.

Türkiye’nin seçim sonrası kavşak noktası, reform ajandası idi. Uluslararası yatırımcılardan, dereceleme kuruluşlarına kadar dikkatle bu bekleniyordu.

1963 yılında Kayseri’de doğdu. İstanbul Üniversitesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler mezunu. 1992-1994 arasında İzlenim ve 1994-1995 arasında Aksiyon dergilerinde kadın ve eğitim bölümlerinde editörlük yaptı. 1995-2007 yılları arasında Kanal 7 televizyonunda program sorumlusu, yapımcı-yönetmen olarak ça...devamı

11 Eylül sonrası giderek yükselen neo-ırkçı blog ve internet siteleri üzerine bir araştırma yapan Zeynep Atikkan, dehşet verici ve şaşırtıcı söylemlerle karşılaştığını “Benim Avrupa” isimli kitabında ve yaptığımız bir röportajda anlatmıştı. Ayrıca bu söylemlerin Amerikalı ideologlar tarafından şekillendirildiğini de söylemişti. Amerika'dan Avrupa'ya uzanan, Avustralya ve Kanada'yı da kapsayan böylesi fikirleri yayan internet ağının takipçileri arasında Norveç'te 77 kişiyi öldüren Anders Breivik de vardı. Nispeten daha az göç almış Kuzey Avrupa ülkelerinde güçlendirilen “İslam'ın Batıyı işgal ve tehdit ettiği” mealindeki sesler Nato sekreteri ve Danimarka'da bir süre başbakanlık yapan Rasmussen tarafından bile dile getirilmişti. Rasmussen, “İslam ile Batı arasında değerler ekseninde bir kültür savaşının sürmekte olduğunu” söylüyordu.

2006 yılından itibaren blog ve ağlarda güçlenen yeni batının ırkçı söylemi uzun süredir seçim meydanlarında dile gelmeye ve de oy getirmeye başladı. Avrupa siyasetinde giderek daha çok taraftar buldu.

Agos gazetesi genel yayın yönetmeni Hrant Dink’in 19 Ocak 2007’de öldürülmesiyle ilgili olarak açılan, cinayetin tetikçisi ile onu cinayete teşvik edenlerin yargılandığı davaya “ana dava” denildi, hâlâ da öyle deniyor. Fakat en başından beri Dink cinayetinin, devletin istihbarat ve asayiş örgütlenmesinin içinde yer alan birtakım güçlerin teşvikiyle, en azından “yol vermesiyle” gerçekleştiğini düşünenlere göre “Hrant Dink cinayeti ana davası”, ancak bu güçlerin ortaya çıkarılmasını hedefleyen bir dava olabilirdi. Ne var ki cinayetin işlendiği tarihten yedi yıl sonrasına, 2014’e kadar gerçek bir “ana dava”ya evrilecek böyle bir soruşturma açılamadı. Nihayet, Dink ailesinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurusunun olumlu bir biçimde sonuçlanmasıyla birlikte bu soruşturma başlatılabildi.

“Hrant Dink iddianamesinin saptadığı en önemli nokta, hiç kuşkusuz Dink cinayetiyle, Gülen cemaatinin devlet içindeki örgütlenmesi arasında doğrudan bağ kurulması...”

Borular çaldı ve salonun üst katından aşağı doğru kıvrılarak inen koridorda önce İsveç üniversitelerine ait onlarca flama göründü. Flamalar yukarıdan salona doğru sarkıtıldı. Sonra borular çaldı, Nobel kazananlar ve Kraliyet ailesi kol kola yavaş adımlarla salona doğru inmeye başladılar.

netiminde görülmeyecek bir törenle karşı karşıyayız. Kraliyetin himayesinde bir Nobel töreni. Kraliyet, devlet başkanlığı rolünde aslında. Kral 16. Gustav ’ın bu 42. Nobel töreni.. Önde Kral, kolunda Tıp Nobeli’ni paylaşan Çinli bilim kadını Tu Youyou . Sancar, üçüncü sırada ve Kral’ın kız kardeşi Kristina ile kol kola indiler...

Büyük dikdörtgen salon; orta koridor, diklemesine uçtan uca Kraliyet ailesi ve Nobel kazananlara ve eşlerine ayrılmış. 1340 misafirin masaları ise bu uzun masaya yanlamasına hazırlanmış. Biz uzun masa yanında, Sancar’dan 10 metre uzakta oturuyorduk. Yemekleri geçiyorum, mükemmeldi, az ve özdü, törenseldi, eğitimli garson ordusu eşzamanlı hizmet etti. Her servis arasında bir müzik gösterisi vardı. İlk gösteride ışıklar azaltıldı, alacakaranlık içinde koridorun iki yanında kadınlı-erkekli koro arya söyleyerek yürüdü, merdivende toplanarak aryalarını sürdürdüler.

Televizyonları izlerken ya da gazeteleri okurken Türkiye'de gerçekten neler olup bittiğini tam olarak kavramanız mümkün değil. Eleştirel kanalların ve gazetelerin çoğunun da kapatılmasıyla birlikte, medyanın, halkın sesi olma işlevini önemli ölçüde kaybetmekte olduğunu görüyoruz.

Doğru halen kimi kanallar ve gazeteler, Türkiye'nin öteki yüzü olan Güneydoğu'da yaşanmakta olan felaket anlarını ekranlarına ya da gazete sayfalarına taşıyabiliyorlar. Ancak bu anları yansıtırken nedenlerini tüm yönleriyle halka izah edemiyorlar, baskı korkunç. Adalet, güvenlik, özgürlük dengeleri derinden sarsılmış vaziyette.

Güneydoğu'da, barış sürecinin o 2,5 yıllık kısacık süren ömrü sırasında onarılmaya çalışılan hayatlar ve binalar, 4,5 ay gibi bir sürede artık yerle bir olmuş vaziyette.

Diyarbakır'ın Sur ilçesinde uygulanmakta olan sokağa çıkma yasağının önceki gün kalkmasından sonra ilçeye alınan medyanın paylaştığı dehşet görüntüleri, ülkenin bir bölümünde ne tür bir felaket yaşandığını gözler önüne seriyor.

Geçtiğimiz hafta, TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) rutin haber bültenlerinden birini yayımlayarak, Türkiye ekonomisinin Temmuz-Ağustos-Eylül aylarında, yani yılın 3. çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine göre % 4 büyüdüğünü duyurdu. Ardından da malum tartışma başladı: bu büyümenin anlamı nedir, iyi midir, kötü müdür, sürdürülebilir mi, vs.?

Sevinenlerin referansı resmi tahminler ve nüfus artışı. Söz konusu 3 ay için resmi beklenti % 3’ün altında idi; ülkenin yıllık nüfus artış hızı ise son yıllarda % 1.3 civarında. Dolayısıyla, nispeten iyi sayılabilecek bir büyüme oranı ile hem umulan büyüme hızının hem de nüfus artış hızının üstüne çıkıldığı (yani, kişi başına GSYH arttırıldığı) için ilk ağızda bir başarı elde edilmiş gibi gözüküyor.

Sevinmeyenler, “ durun , abartmayın bu büyümeyi ” diyenler ise, bu artışın sürdürülemeyeceğini, hatta bu yılın büyüme oranının geçen yılınkini aşamayacağını vs. dile getiriyorlar. Bu arada, anlamsız argümanlar ileri sürerek karşı çıkanlar da var. Mesela, Taraf gazetesinden Süleyman Yaşar, dolar bazında ekonominin küçüldüğünün gözden kaçırıldığını, bu durumun da bizim emek üretkenliğimizin ABD’ninkinin çok gerisinde oluşu ile açıklanması gerektiğini söylüyor.

Geçen yazımda Ortadoğu’da Suriye iç savaşı etrafında şekillenen ve Rusya’nın fiili müdahalesiyle daha da belirgin olarak ortaya çıkan yeni saflaşmada, PYD’nin pozisyonunu ele almış; hem ABD’nin hem de Rusya’nın bu örgütle ilgili hesaplarını ve tasavvurlarını irdelemeye çalışmıştım. Ama o yazıda Türkiye yoktu. ABD’nin ve Rusya’nın Kürtlere neler vaat edebilecekleri vardı; ama Türkiye’nin ne vaat edebileceği yer almıyordu.

Çünkü bu konuyu ayrı bir yazıda ele almak istedim.

Arap Baharı’ndan bu yana boyuna Ortadoğu’da Sykes-Picot’la dayatılan siyasi sistemin çökmekte olduğunu, yeni sınırlar ve yeni devletlerin doğuşunun yakın olduğunu söyleyip duruyoruz. Ama bunu söylerken, görmek istemediğimiz bir gerçeği ısrarla es geçiyoruz.

O da şu:

Sykes-Picot anlaşmasının en ağır biçimde cezalandırdığı halk Kürtlerdi. Sykes-Picot Arapları da böldü ama onları devletsiz, kimliksiz bırakmadı. Oysa Kürtler bu anlaşmayla yüzyıl boyunca devletsiz kaldılar ve yönetimi altında yaşadıkları devletlerin baskı ve zulmü hatta katliamları altında yaşadılar.

Dünyadan ölüp gitmeden önce bu iktidar için hiç değilse bir tane iyimser içerikli yazım olsun diye bir ışık, uyarı, belirti bekliyordum(!)

Fırsat doğdu.

Tezekli günler geride kaldı.

Ballı börekli günlere açıldık.

Cumhurbaşkanı ile Başbakan Rusya ve Türkiye’nin “düşman ülkeler” haline gelmesi üzerine halka seslenmiş, “sıkıntılı, çileli, bol tezekle ısınmalı günleri yaşamaya” hazır olunmasını istemişti.

Bakın tersi oldu.

Başbakan Davutoğlu, “ballı-börekli- kaymaklı- kadayıflı” yeni yıl programını açıkladı ve “2016 Eylem Planımızı, 78 milyon vatandaş takip etsin” diye dikkat çekti.

Plan safi bal.

Safi kaymak.

Asgari ücretli ballandı.

Aylık 1300 TL.

İşçi emeklisi böreklendi.

Aylık 1200 TL.

Muhtarlar kaymaklandı.

Aylık 1300 TL.

Öğrencilere çikolata.

Cep harçlığı 400 TL.

2015 Paris İklimi Zirvesi’nde (COP 21) artık geri sayım başladı. Dünyanın –uzak değil- pek yakın geleceğinin belirlenmekte olduğu zirvede, şu ana kadar neler oldu ve neler beklemeliyiz?

COP21’in ilk iki gün boyunca gözler zirveye katılan 150 civarındaki dünya liderinin üzerindeydi. Liderler genellikle olumlu mesajlarla dolu, umut verici konuşmalar yaptı.

Başkanı Obama, ABD’nin iklim değişikliğinin meydana gelişindeki rolünü bildiğini, üzerine düşen sorumlulukları alacağını söyledi. Bir diğer baş kirletici Çin’in devlet başkanı Xi Jinping de COP21’i “bitiş değil, başlangıç noktası” olarak değerlendirdi. Hindistan Başbakanı Narendra Modi ve Fransa Cumhurbaşkanı Başkanı François Hollande, güneşi bol ülkelerin güneş enerjisi altyapılarını geliştirmesi için ortak çağrı yaptı.

En dikkat çekici çıkış ise, iklim değişikliğinden en çok etkilenen/etkilenecek 20 ülkenin oluşturduğu İklim Kırılganları Forumu’ndan geldi. İçinde Sudan, Etiyopya, Bangladeş, Filipinler ve küçük ada devletleri gibi “gelişmekte” olan ülkeleri barındıran bu koalisyon, küresel ekonominin karbonsuzlaştırılması, 2050 yılı itibarıyla yenilenebilir enerjiye tamamen geçilmesi ve -en önemlisi- atmosfer ısısındaki artış limitinin 2 yerine 1,5 derece olarak belirlenmesi çağrısında bulundu.

Popüler İçerikler

Galatasaray'ın Yıldızı Osimhen İçin Fenerbahçe Napoli ile Temasa Geçti
Çanakkale'de AK Partili Belediyenin Tepki Çeken Atatürk Afişi Kaldırıldı!
Fernando Muslera, Jose Mourinho'yu Hedef Aldı: "İstemiyorsa Gidebilir"