Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Musul’un çok yakınındaki Başika’da Türk askeri üssündeki askerlerin sayısı, Bağdat hükümeti tatmin edilene dek dondurulmuş olsa da, ortaya çıkan durum Türkiye’nin şu anda Irak topraklarında “yabancı asker” bulunduran üçüncü ülke olduğunu ortadan kaldırmıyor.

Türkiye’nin, Başika’ya gönderilen –ve şimdilik “dondurulduğu” söylenen takviye ile Irak topraklarındaki askerlerinin sayısı 3000. Başika dışındaki askerlerin tümü Kürdistan bölgesinde. Bu rakam ile, Türkiye İran ve ABD’nin ardından, Irak topraklarında “Iraklı olmayan” asker barındıran üçüncü ülke.

İran ve ABD askeri varsa, bizim niye olmasın, üstelik “Musul Vilayeti” isteğimiz dışında bizden kopartılana dek Irak bizim toprağımızdı; dolayısıyla bizim de bugünkü şartlarda orada askerimizin bulunması anlaşılır bir şeydir diye düşünenler olabilir. Var da zaten. Ama, Türkiye’nin Irak topraklarındaki askeri varlığı ile diğer iki ülkeninki arasında temel bir fark da var.

Antalya Film Festivali’nin ödül törenini izlediniz mi? Töreni iktidara yakınlığıyla meşhur Ahaber kanalı veriyordu. Törende ana ödüllerin çoğunu bu senenin çok konuşulan filmi Sarmaşık topladı. Filmin yönetmeni Tolga Karaçelik , toplam üç defa kaldırdığı ödüllerden ilkini almaya geldi. Teşekkür konuşmasında aldığı ödülü Can Dündar ve Erdem Gül ’e hediye etti.

Kendi ifadesiyle konuşması beklemedikleri yerden gelince, tam “Onlar içerideyse biz de içerideyiz, onlar dışarıdaysa biz de dışarıdayız” derken rejide bir panik. Hop, görüntü törenden alındı, törenin düzenlendiği binayı kuşbakışı görmeye başladık. Kısa bir konuşmaydı, Karaçelik’in sesini kesemediler.

Aksi gibi, en iyi oyuncu ödülünü de Sarmaşık filmindeki rolüyle Nadir Sarıbacak almasın mı? O da çıktı toplumsal gerginliğe karşı uzlaşmanın, muhabbetin öneminden dem vuran bir konuşma yaptı. Fakat ne olur ne olmaz diyen, sütten ağzı yanmış kanal bu defa hem töreni göstermeyi bıraktı hem de Sarıbacak’ın konuşmasını kesti.

Brüksel’de gerçekleştirilen Türkiye-AB Zirvesi, Ankara’nın uzun yolculuğunda önemli bir dönüm noktasını ifade ediyor.

Elbette, AB ülkelerinin Ankara’nın kapı numarasını hatırlamalarında uzunca bir süre kulak tıkadıktan sonra sanki hiç hesaplamadıkları bir şey olmuş gibi yaşadıkları mülteci şokunun etkisi büyük.

Ancak Suriye kriziyle ısınan Ortadoğu’da Rusya’nın da denkleme girmesiyle yeniden belirginleşmeye başlayan iki kutuplu düzen göz önüne alındığında, Türkiye’nin AB ile ilişkilerde yakaladığı yeni iklim bir yol ayrımını da işaretliyor.

Dün Meclis’te Ak Parti grup toplantısında Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun konuşmasını dinledim.

Davutoğlu, hükümet olarak önümüzdeki dönemde AB müktesebatına uyum sürecini hızlandırmakta kararlı olduklarını vurgularken, “Yargı sistemimizi başta AB olmak üzere uluslararası norm ve standartlara göre yeniden yapılandıracağız. AB’ye katılım için ulusal eylem planımızı titizlikle hayata geçireceğiz” ifadelerini kullandı.

Dünya bir garip oldu... ' Göçmenler ülkesi ' Amerika'da Cumhuriyetçi Parti'den Başkan aday adayı olan Donald Trump önce Latin Amerika'dan gelenlerin hepsinin mücrim olduğunu söylüyor... Son konuşmasında da ' Müslümanların Amerika'ya gelmelerine izin vermeyelim ' diyor...

Trump'ın Müslümanlara dönük nefret kusan konuşmalarını izlerken merak etmedim değil... Bu adam İstanbul'daki ' Trump Towers 'a adını verirken acaba İstanbul'u Vatikan'ın bir mahallesi mi zannediyordu? Ama sonra Amerikan basınındaki Trump'un sözü ile özü arasındaki çelişkileri irdeleyen makaleleri okuyunca, merakım giderildi.

Meğer Trump sözde ' Müslümanları Amerika'ya sokmayalım ' derken, özde ' Sadece zengin Müslümanların Amerika'ya gelmelerine izin verelim ' diyormuş. Çünkü kendisinin zengin Müslümanlarla milyar dolarlık işleri varmış.

Gelecek dönemin küresel iklim rejimi belirleyecek bir anlaşma için Paris’te devam eden Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı’nın (COP21) ikinci haftasında da müzakereler sürüyor. Müzakere takvimi içinde 12 Aralık tarihinde tüm tarafları memnun edecek yeni bir iklim anlaşması çıkabilecek mi, bunu hep birlikte göreceğiz.

Şu ana kadar gerçekleşen müzakerelerde, iklim değişikliğinin anlaşmada kaç derecede sınırlandırması gerektiğine dair tartışma öne çıkan kilit konuların başında geliyor. İklim değişikliğinden olumsuz yönde en fazla etkilenecek V20 Grubu ’nun (Vulnerable - Savunmasız) ve sivil toplum kuruluşlarının bastırmasıyla kabul edilebilir küresel sıcaklık artış hedefinin 2 °C yerine 1.5 °C olması taslak metindeki alternatifler arasına girdi. Taslak metinde şu anda iki hedef de tercihli olarak yer alıyor. Hangisinin galip geleceğini bu haftaki müzakereler gösterecek.

“50 işçinin çalıştığı fabrika fırını her gün 16 bin ekmek çıkartıyordu. Ama Rus uçaklarının bombalamasıyla şimdi yıkıldı. Rusya halka bir ekmeği bile çok görüyor” diye söze başlıyor Furkan Azre.

Al-Monitor’un telefonla ulaştığı İdlip’te yaşayan Azre 29 Kasım’daki bombardımanı anlatmaya şöyle devam ediyor: “İdlip’in Serakip ilçesindeki bu fırın gibi insan ihtiyaçlarını gidermeye yönelik faaliyet gösteren daha onlarca uluslararası kuruluş son günlerde yoğunlaşan Rus hava bombardımanlarında zarar gördü. Bu bombardımanlarda sivil halk açık şekilde hedef alınıyor. Kadın ve çocuklar değerli görülmüyor. Rusya savaşan ve sivil ayrımı yapmadan ve orantısız bir şekilde şehirleri rastgele bombalıyor”.

Gerçekten de özellikle Rusya’nın son 15 gündür Lazkiye’nin kuzeyi, İdlip, Hama-Humus bölgesi ve Halep’in güneyine yönelik hava saldırılarında önceki dönemlere göre büyük bir artış gözleniyor. Bu bölgelere bilindiği gibi Nusra Cephesi, Özgür Suriye Ordusu, Ahrar El Sham ve Fetih Ordusu bileşenleri ile Türkmen muhalifler hakim. Ama Rusya’ya göre bunların hepsi “terörist”. Rus uçaklarının son olarak 30 Kasım Pazar günü İdlip’e yakın Ariha kasabasında kalabalık bir pazar yerini bombalaması sonucunda çoğu yaşlı ve çocuk 44 sivil hayatını kaybetti.

Lâf galiba ilk Demirel’den çıkmıştı. 1990’ların başında, “şeffaf karakol”lu, “Kürt realite”li liberal demokrat vaadlerinin ifadesi buydu Demirel’in: herkesi kucaklamak. Netice, 12 Eylül rejiminin tahkim edilmesi oldu fakat herkesi kucaklama tabiri çok sevildi, o gün bu gündür medyanın, think-tank erbabının ve siyaset zümresinin dilindedir. Son seçimlerden sonra da, ne çok istedi pek çokları: Bu defa/yine herkesi kucaklarlar mı? Erdoğan’a nispetle Davutoğlu’nda, biraz olsun herkesi kucaklama emareleri görebilmek için gözlerini kısıp bakarak…

Aslında ilk büyük kucaklayıcı, Özal’dı. Herkesi kucaklama vaadine meftun olanlar da, hep Özal’ı anarlar. Özal’ın “dört eğilimi birleştirme” iddiası, bir herkesi kucaklama hamlesiydi. Herkesi kucaklama iddiasının vaadi budur: Çelişkileri, ihtilafları yatıştıran, siyasî farkları düzleyen, giderek ideolojileri lüzumsuzlaştıran büyük uzlaşma. Neredeyse siyaset üstü, neredeyse anti-politik bir hizmet ve idare projesi…

Ortadoğu Enstitüsü’nün Türkiye Çalışmaları Merkez i olarak bu yıl altıncısını düzenlediğimiz Türkiye konferansında Selahattin Demirtaş’ı ağırladık.

Sayın Demirtaş ’ın Washington’da yaptığı görüşmeler, Amerika’nın neredeyse 70 yıldır Kürtlerle girdiği ilişkiyi özetler nitelikte.

Demirtaş üst düzey görüşmelerde bulundu.

Dışişleri Bakan Yardımcısı Tony Blinken , Ulusal Güvenlik Konseyi Ortadoğu direktörü Robert Malley , Kongre üyesi Adam Schiff ve Senato’nun Ortadoğu ile ilişkiler komitesi üyesi Christopher Murphy ile görüştü.

Demirtaş’ın programı elvermediği için Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Ed Royce , Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Bob Corker ve Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nin Avrupa’dan sorumlu biriminin başkanı Dana Rohrabacher ’dan gelen görüşme taleplerini reddetmek zorunda kaldı.

Bu isimler önemli isimler. Ve hemen hepsinin ana gündemi Suriye .

Demirtaş ile görüşme konusunda ısrarcı olmalarının temel sebebi de bu.

‘Ne var bunda?’ diyebilirsiniz.

Anlatayım...

Geçen hafta TÜRK-İŞ genel kuruluna katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin ve Rusya’nın doğrudan ailesini hedef alan IŞİD-petrol iddialarından bahsederken geçen yaz yaptığı ilginç bir telefon görüşmesini açıkladı ve şöyle dedi:

“Daha önce İran televizyonları yaptı. İran Devlet Başkanı ile bunu konuştum, dedim ki 'Bak, siz çok büyük bir yanlışın içindesiniz, eğer bu böyle devam ederse bunun karşılığı çok ağır olur, bedelini siz İran olarak çok ağır ödersiniz'. On gün filan sürdü, daha sonra sitelerinden bunu kaldırdılar. Niye Çünkü iftira, yalan, takiye üzerine kurulu sistemler bu işi daha çok kullanıyor...'

Erdoğan’ın bu açıklamasına önce Ruhani’nin ofisinden yumuşak bir yalanlama geldi ve “Telefonda bunlar konuşulmadı” denildi.

Sonra İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Ensari de iddiaları reddederek “Saygı ve nezakete davet ediyoruz” dedi.

Haberin ne olduğunu hatırlayacağız.

Ama daha ilginci bu iki düşük tonlu yalanlamanın İran iç siyasetini nasıl karıştırdığı.

Rusya, Türkiye’den yaş sebze meyve almayı durdurdu. Asrın liderimiz “alsan ne olur, almasan ne olur” dedi.

*

Acaba öyle mi?

*

İskenderun demir çelik.

Ruslar yaptı.

Parasını domatesle ödedik.

Seydişehir alüminyum.

Ruslar yaptı.

Parasını portakalla ödedik.

Aliağa rafinerisi.

Ruslar yaptı.

Parasını salatalıkla ödedik.

Oymapınar barajı.

Ruslar yaptı.

Parasını mandalinayla ödedik.

Popüler İçerikler

Bakanlık, Valiliklere Talimat Gönderdi: "Belediye Kreşlerini Kapatın"
Hollanda Hükümeti'nden Örnek Karar: Scottish ve Sphynx Kedilerin Sahiplenilmesi Yasaklandı!
Temsilcimiz Ege Karabenli İlk 10'da: Mr. World 2024 Erkek Güzellik Yarışması'nın Birincisi Belli Oldu!