Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

EY AK Parti'den, Erdoğan'dan kurtulmak isteyenler!

Size sesleniyorum.

Hatırlayın:

-Bir dönem askeri darbe bekleyip durdunuz.

-Bir dönem “Cemaat bunları halledecek galiba” diye umdunuz.

-Bir dönem “Abdullah Gül bayrak açtı, açacak” diye fal baktınız. 

-Bir dönem AK Parti’nin kendi içinde bölünmesini istediniz.

-Bir dönem gözünüzü Amerika ve Avrupa’ya çevirdiniz...

Ve şimdi de...

“Kurtar bizi Putin Reis” diye...

Moskova’nın otoriter psikopatından medet ummaktasınız.

Barış, ‘namlunun ucu’nda mı?

Barış, ‘barikat’lardan mı geçiyor?

Bu iki sorunun yanıtı siyah-beyaz ya da evet-hayır değildir.

 Elde silah dağa çıkanların neden dağa çıktıklarını anlamadan bu ülkeye barış gelmez.

Elde silah ‘barikat’lara çıkanları anlamadan da, onların acılarına kulak vermeden de bu ülkenin kapısını barış çalmaz.

Şu noktayı da vurgulamak gerekir:

Yaşanan acıları anlamadan, sadece terör-terörist-terör örgütü parantezine alarak açıklamaya çalışmak da -bugüne kadar görüldüğü gibi- barış kapısını açmaz.

Murat Karayılan, 2009 yılı Mayıs ayında Kandil’de bana şöyle demişti:

“Biz dağa piknik yapmak için çıkmadık. Biz dağa insan öldürmeyi sevdiğimiz için çıkmadık. Bizim insan olarak kimliğimizden kaynaklanan haklarımız inkâr edildiği için, tanınmadığı için dağa çıktık.”

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, uçak krizi nedeniyle Türkiye’ye karşı kızgınlığını her gün demeçleri ve davranışlarıyla gösteriyor.

Putin krizi kontrol etmeye çalışacağına, gerginliği artıracak adımlar atmayı tercih ediyor. Daha da kötüsü, Türkiye’ye karşı aldığı yaptırım kararlarının bir başlangıç olduğunu, bundan böyle Türkiye’ye daha ağır bedeller ödeteceğini söylüyor...

Böyle devam ederse, Türk-Rus ilişkilerinin yakın gelecekte normalleşmesini beklemek hayal olur. Aksine, Putin’in söylediklerine bakılırsa, Rusya’dan her türlü kötülük beklenebilir.

Bu da uzunca bir süre iki ülke arasında gerginliğin devam etmesi demek...

Hayır... 

Bize hizmet etmesi için seçtiğimiz yöneticilerin bazı davranışlarda bulunmalarını istemiyorum!

Komşu ülkelerin iç işlerine, yönetimlerine karışmalarını, yöneticileriyle laubali ilişkiler kurmalarını, kanka olmalarını ya da kavga etmelerini, ülkeyi savaşın eşiğine getirmelerini istemiyorum... 

Doğrudan bize bile verilmeyip yönetimi bir komiteye bırakılan 3 milyar Avro karşılığında, mültecilerin Avrupa’ya geçmesini engellemek için tamponluğa boyun eğmelerini istemiyorum. 

İç ve dış politikada bu kadar kaba ve saldırgan bir dil kullanmalarını istemiyorum. 

İç ve dış politikada çok sık dönüş yapmalarını, çok kısa zamanlarda karar değiştirmelerini istemiyorum...

Cumhurbaşkanı Erdoğan Katar dönüşü gazetecilerle yaptığı sohbette, Türkiye için Fransa’daki partili cumhurbaşkanı sisteminin bir versiyonunun düşünülebileceğini; bu formülün de bugün yaşanan yapısal tıkanıklığın aşılmasını sağlayabileceğini; ayrıca muhalefetle partili cumhurbaşkanlığı üzerinde uzlaşma sağlamanın daha kolay olacağını umduğunu söyledi.

Ben bu açıklamayı, Ak Parti cenahında ibrenin başkanlıktan yarı-başkanlığa doğru dönmesi olarak okuyorum ki, aslında hiç de şaşırtıcı değil... Aritmetik ortada: CHP ve MHP başkanlık sistemine zinhar destek vermeyeceklerini en net biçimde koydular ortaya. HDP esnek bir ifade kullanarak özerk bölge karşılığında başkanlık sisteminin pazarlığına açık olduğu mesajı vermeye çalıştı.

AK Parti döneminin en önemli icraatlarından biri, sistemin askeri ağırlıktan arındırılması politikalarıdır.

Bu konuda (Yüksek Askeri İdare Mahkemesi, Genelkurmayın statüsü, Genelkurmay-Milli Savunma Bakanlığı yetki ve rol dağılımı, milli güvenlik tanımı, askeri harcamaların etkin denetimi) gibi geriye kalan kimi ciddi tortulara rağmen, mevzuat açısından çok önemli bir yol alınmıştır.

İdari açıdan da alınan yol da kayda değerdir. Yüksek Askeri Şura'nın çalışma ve karar mekanizmasının asker egemen “teamüller” yerine kanunun ruhuna uygun bir şekilde siyasi otorite-askeri bürokrasi hiyerarşisine tabi kılınması bile bu konuda tek başına yeterli bir örnektir.

Altın Kelebek ödülleri dağıtıldı, ekranların sahnelerin en başarılı isimleri onurlandırıldı… Hürriyet gazetesi, henüz televizyon yokken, Altın Kelebek yerine Altın Mikrofon ödülleri dağıtıyordu.

Türkiye’nin en prestijli müzik ödülüydü. Cem Karaca, Erkin Koray, Edip Akbayram, Erol Evgin, Fikret Kızılok, Ferdi Özbeğen, İlham Gencer, Selçuk-Rana Alagöz, Yıldırım Gürses, Moğollar gibi efsaneler, hep Altın Mikrofon’dan geçmişti.

Türküleri jazz ve rock tarzında yorumlayan, adı sanı duyulmamış bir grup da, 1966’da Altın Mikrofon’a katıldı. Aralarında Zeki Müren’in de bulunduğu jüri tarafından seçildi, finale kaldı, ancak kazanamadı.

Son üç gündür, epey merak ettiğim, bir o kadar da şaşırdığım bir durum var. Rusya Savunma Bakanlığı’nın IŞİD kontrolündeki bölgelerden yapılan yasadışı petrol ticareti toplantısından söz ediyorum. 

Bu toplantıda Türkiye, uydu görüntüleri eşliğinde ağır ifadelerle suçlandı. 

Ortalık amiyane tabirle, “yıkılıyor”... 

O günden beri bekliyorum ki, Türk makamları, “iftira” gibi duygusal tepkileri aşıp elindeki güçlü, somut kanıtları göstersin. 

Mesela desin ki: 

- Türkiye olarak biz ABD ile birlikte IŞİD’in finansman kaynakları konusunda önemli bir rapora imza attık. IŞİD’in hangi petrol kuyularını nasıl gaspettiğini, ucuza aldığı petrolü nasıl pahalıya sattığını belgeledik. 

- Ve bu rapor, Şubat 2015’te yayımlandı.

Çoğulcu ve özgürlükçü demokrasinin otoriter ve totaliter sistemlerden bir temel farkı da 'Yönetimlerden hesap sorulması'dır. Seçilmiş yönetimler özellikle dış politikadaki hatalarının bedelini, sonunda mutlaka öderler...

Saddam Hüseyin'in İran'a karşı başlattığı savaşta, milyona yakın Iraklı genç öldü ya da yaralandı. Bu savaşın hesabını vermesini hiçbir Iraklı Saddam'dan isteyemedi. Hitler'in Polonya'ya saldırarak başlattığı 2'nci Dünya Savaşı'nı Almanya çok ağır bedelle ödedi. Ama hiçbir Alman Hitler'den hesap soramadı.

“Seyahatte olduğum için Dink’in öldürüleceğine dair F-4 raporunu görmedim. Görseydim üzerinde parafım olurdu. Nedim Şener kitabında, benim ifadem yerine, yardımcım Demirel’in ifadesini yayınladığı için, o raporu gördüğüm ve parafladığım izlenimi doğuyor.”

Hrant Dink hakkındaki ihbar, Hedef Şahıslar Programı’nda değil, İstihbarat Değerlendirme Projesi olarak adlandırılan genel arşivin içindeydi. Dink’e yönelik tehdit, Trabzon’dan resmi yazıyla gönderildiği için, İDP arşivine girdi. Kaldı ki, bir kişiye koruma verilmesiyle, o kişinin Hedef Şahıslar Programı’nda yer almasının hiçbir ilişkisi yoktur.”

Eleman Erhan Tuncel’in Hrant Dink’in Yasin Hayal tarafından öldürüleceğine dair verdiği bilgiler, 9 No’lu, 15 Şubat 2006 tarihli F-4 raporunda yer alıyordu. Bu rapor, Trabzon İstihbarat Şube Müdürü Engin Dinç tarafından 17 Şubat 2006’da İstihbarat Daire Başkanlığı’na gönderildi. İçinde, Erhan Tuncel’den naklen, “Yasin Hayal ne pahasına olursa olsun bu şahsı öldüreceğini söyledi” diye yazıyordu.

Popüler İçerikler

Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi
İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!
Almanya’daki Saldırıyı Kim Yaptı? Noel Pazarı Saldırganının Kimliği ve Röportajı Ortaya Çıktı