Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Onu minicik bir cümleye indirgediler.

O Tahir Elçi ki...

-Hendeklere karşı çıkıyordu. Görmediler.

-PKK şiddetine de itiraz ediyordu. Duymadılar.

-Barış istiyordu. Tınmadılar.

-Hukuk ve demokrasi diyordu. Hissetmediler.

Onu tek bir cümleye indirgediler.

Ve hedef yapıp günlerce üstünde tepindiler.

İnsafsızca, gaddarca.

Ve sonunda tehdit edenlerin, “seni öldüreceğiz” diyenlerin, hedef gösterenlerin, hedef haline getirenlerin istedikleri oldu.

Karanlık bir adam, bir kargaşanın ortasından çıkarak Tahir Elçi’yi vurdu ve kayıplara karıştı.

Böylece...

Beyaz Toros’lu faili meçhuller silsilesine uzun bir aradan sonra bir yenisi daha eklenmiş oldu.

MİT TIR'larının deşifre edilmesine, “devlet sırrını ifşa” ve “casusluk” suçlaması yapmanın mantığa aykırı düşen bir tarafı var.

Putin ter ter tepiniyor, ağzına geleni söylüyor, bir Rus delisi Boğaz'a atom bombası atmaktan bahsediyor; ama hiçbir Rus'un aklına “devlet sırrı” ve “casusluk” olan ve doğrudan konuyla alâkalı görünen bu çarşaf çarşaf yayımlanan “sırları” kullanmak gelmiyor. Gerçekten bir tuhaflık yok mu? Türkiye'yi IŞİD petrolünü satmakla suçlayan Putin, bu MİT TIR'larında IŞİD'e silah gönderildiğini neden iddia etmiyor, hatta bu “sırrı” ortaya çıkartan gazetecilerin tutuklanmış olmasını delil göstermiyor? İşin içinde epeyce iş var.

IŞİD petrolünün satılmasında Türkiye'nin rolünü, Fransa Dışişleri Bakanı Fabius bile gündeme getirdiğine göre “silah sevkiyatı” değil, “teröre para desteği” suçlaması gündemde. Bu “destek” doğrudan bir destek değil, bir tür yolsuzluk suçlaması; çünkü amaç IŞİD'e destek değil, karanlık ama kârlı bir ticaret yapmak. Mesele “para” olunca, suçlar zincirleme çoğalır. Cumhurbaşkanı “ispatlasınlar istifa ederim” restini boşuna çekmiyor. Musul kaynaklı IŞİD petrolünün dünya pazarlarına intikalinde ve paraya çevrilmesinde “failler” çok fazla. Musullu tüccarlarla başlayan Barzani ile devam eden zincir Rusların da dahil olmasıyla uzayıp gidiyor, Esad rejimi bile petrol ihtiyacını bu kaynaktan sağlıyor. En nihayetinde İsrail'in koruması altında bu petrolün finansman boyutu küresel sisteme entegre oluyor. Herkes kazanıyor, bir miktar da IŞİD kazanıyor. Bu yüzden Putin'in “IŞİD petrolü” suçlamasından Türkiye'ye düşen pay, kendisine düşenden pek fazla çıkmayacaktır.

Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi’nin şehrin ortasında güpegündüz öldürülmesi çok karanlık, çok puslu bir havaya işaret ediyor. Cesur, sevilen ve demokrat bir insandı Elçi. Dün tam da şiddetin anlamsızlığından bahseden, barışa çağıran bir basın açıklaması yapmak için hazırlanmıştı. Yaptı da o açıklamayı. Peki, sonra ne oldu? Başka bir sebeple çıkan çatışmada kör bir kurşuna mı kurban gitti, yoksa tüm bu çatışma görüntüsü planlı bir cinayeti örtmek için mi yaratıldı? Düğümü çözecek, yolumuzu aydınlatacak olan bu sorunun cevabı. Ancak Diyarbakır sokaklarında zaten cevap bulunmuş. Bölgeden birçok kişiyle konuştum ama en önemlisi Elçi’nin hemen yanında bulunanlardan birine neler yaşandığını sordum.

Haklı olarak çok büyük bir panik ve korku hâkim Diyarbakır’a. O nedenle isimler saklı. Bana Tahir Elçi’nin yanında basın açıklamasını dinleyenlerden bir tanığın anlattıkları şöyle:

‘Basın açıklaması bitmişti. Küçük gruplar halinde sohbet başlamıştı. Derken uzaktan silah sesleri duyduk, yanımızdaki polisler karşılık vermeye başladı. Herkes bir tarafa dağıldı. Sokakların içine kaçtık, bir depoya gizlendik biz. Sonra oradan çıktık, kendimizi kurtardık. Çatışma bitti derken, Elçi’yi gördük, başka bir sokağa giriyordu. Gerisini bilmiyorum. Önce bir kahvede olduğu söylendi, daha sonra ise ex olmuş, dediler. Maalesef cesedi gördük. Kafasından tek kurşunla ölmüş. Bakın, bu bir çatışma olamaz. Kesinlikle bir suikast. Düşünebiliyor musunuz, onca kargaşada yalnızca bir basın mensubu kolundan yaralanıyor, başka kimseye bir şey olmuyor ama Tahir Elçi kafasından vuruluyor.’

Bu defa teröre Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi ’yi ve Ahmet Çiftaslan isimli polisimizi kurban verdik.

Tahir Elçi kısa bir süre önce, ilçeleri hendekler kazarak yaşanmaz hale getiren YDG-H’ye yönelik bir çağrıda bulunmuş, sivil alanların çatışma zemini olarak kullanılmamasını istemişti.

Dünkü basın açıklamasında da bir süre önce çatışmalar arasında kalıp ayakları derin kurşun yaraları ile tahrip olan tarihi “Dört ayaklı minare” nin yanında “Bu kadim bölgede; insanlığın bu ortak mekanında silah, çatışma, operasyon istemiyoruz” derken kurşunlara hedef oldu.

Tahir Elçi ’yi vuran kurşun, hiç şüphesiz bir süredir Diyarbakır’ı ve bölgedeki başka yerleşim birimlerini vurmaya devam eden kurşunlardan birisidir.

İlçelerde kazılan hendekler, terör örgütünün sokaklara el koyması, uyduruk özyönetim ilanları ve ardından gelen kaçınılmaz sokağa çıkma yasakları, sonra geriye kalan harap olmuş görüntüler...

İşte bunun için seslenmişti Tahir Elçi. Sanki;

  • Ey Kürt çocuğu, bu memleket senin memleketin. Cizre senin, Silvan senin, Lice, Beytüşşebap, Nusaybin, Sur senin... Sen özyönetim ilan edeceğim derken, şehirler yaşanmaz hale geliyor. Tarih harap oluyor...

diyordu.

“Türkiye, Rusya’nın (Hatay sınırı üzerinden) birçok kez verdiği gözdağından sıkıldı.”

Bu sözler 2008-2010 yıllarında Türkiye’de görev yapan eski büyükelçi James F. Jeffrey ’ye ait.

Jeffrey’nin sözlerine geniş yer ayıran New York Times (26 Kasım) “uçak krizini” merceğe alırken “Hatay sınırının” özelliğine dikkat çekiyor.

Suriye’nin bu sınırı baştan tanımadığına işaret eden gazete, Rusya’nın, Suriye’nin “Hatay iddialarına” öteden beri arka çıktığını hatırlatıyor ve özetle olayın bu hassas bölgede cereyan etmiş olmasının anlamlı olduğunu söylüyor.

ABD’li diplomatın görüşlerini aktaran gazete, Jeffrey’nin kafasında şu stratejik sorunun çengeli olduğunu söylüyor:

“Rus jetleri Hatay semalarına kazara mı girdi yoksa Rusya, Hatay’ın bu girift tarihi nedeniyle, jetleriyle ihlalleri mahsus mu yaptı?”

Eski büyükelçi konunun kısaca banal bir “17 saniyelik sınır ihlali” meselesi olmadığını; arkada çok ciddi bir tarihi arka plan bulunduğunu, Rusya’nın da o arka plan üzerinden “Ankara’ya gözdağı verdiğini” ifade ediyor.

Dün alçak bir saldırıda Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi ve polis memuru Ahmet Çiftaslan hayatını yitirdi. Tahir Elçi'yi şahsen tanırdım ve gerçekten çok üzgünüm. Başımız sağolsun. Allah merhuma rahmet, acılı ailesine de teselli eylesin. Olayın tam anlamıyla aydınlatılması ve sorumluların ortaya çıkarılması umarım hızla mümkün olur. Bizler de bunun takipçisi olacağız.

Mobese görüntüleri gayet açık. Önceki gün üç polis memurunu yaralayan teröristler taksi ile Tahir Elçi'nin basın açıklaması yaptığı Dört Ayaklı Minare'nin bulunduğu sokağa açılan caddeye geliyorlar. Sivil polislerin kontrol için taksiye yönelmesiyle PKK'lı teröristler üç polis memurunu yaralıyor. Polis memuru Ahmet Çiftaslan burada şehit oluyor. Teröristler daha sonra Elçi'nin bulunduğu sokağa çatışarak giriyor. Bu noktada hem Elçi, hem de onu korumak için orada bulunan polis memurları silahlarını ateşlemeğe başlıyor. Elçi bu noktada vuruluyor.

PKK'nın bir süredir bu bölgeye mühimmat aktardığı, sivillere zarar vermeden bu konunun nasıl halledileceği üzerine de devlet yetkilileri kafa yordukları biliniyor.

PKK, 22 Temmuz'dan beri, Cizre, Silvan ve Nusaybin gibi seçtiği pilot bölgelerde ayaklanma ve ayrışma denemeleri yapıyor. PKK'nın üst akıldan aldığı ihale, bir yandan HDP'ye barajı aştırmak üzerinden AK Parti'nin hükümetten düşürülmesi ve yönetim boşluğu oluşmasını, eşzamanlı olarak PKK'nın sokakları karıştırmasını hedefliyordu.

Ajansa düşen ilk fotoğrafını görür görmez “Ah!” dedim; “Ah! Hrant Dink gibi”...

Onun da cansız bedeni işte böyle yere yüzükoyun düşüp kalmıştı.

Elçi sıradan bir Baro Başkanı değildi; zaten Diyarbakır baro başkanılarının hiç biri değildir.

Son yıllarda görev yapanlar aynı zamanda birer insan hakları savunucusu oldukları için o göreve seçilmişlerdir.

Elçi de öyleydi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın Kurucular Kurulu üyesiydi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde kazandığı hak davaları vardı.

Geleneksel Kürt hareketinin önde gelen isimlerinden Şerafettin Elçi’nin akrabasıydı, ama yolunu siyaset değil insan hakları savunuculuğu olarak çizmişti. Yaşasaydı, yakında hakim karşısına çıkacaktı.

Elçi dün, kendisini haftalardır topun ağzına koyanlara inat, minarenin İslamın dört mezhebini temsil eden dört sütunlu kaidesinin yanında, habercilere bir metin okuyordu.

Az ötesinde PKK’nın hendekleri, önünde polis ve gazeteciler, çatışmada harap olan tarihi eseri gösteriyor ve diyor ki “Artık silah, çatışma, operasyon olmasın” buralarda.

O sırada ara sokağın yüz metre kadar ileride caddeye açıldığı yerden silah sesleri geliyor.

Rus uçağının düşürülmesinin teknik açıdan belirsiz veya ‘gri’ bir yönü yok. Rusların ilk hava sahası ihlali 3 Ekim’deydi. Hemen ardından tarafların görüşmesine rağmen 4 Ekim’de bir ihlal daha oldu. Sonraki birkaç gün içinde Türk ve Rus yetkililer iki kez daha görüşürken, Türkiye angajman kurallarını yükseltti ve bunu bildirdi. Bu süreç 15 Ekim’de iki tarafın askeri heyetlerinin resmi buluşmasında son noktaya taşındı ve ihlallerin olmaması gerektiği karşılıklı olarak kabul edildi. Ne var ki sonradan öğrendiğimize göre 29 Ekim’de bir ihlal daha yaşandı ve Türkiye bunu ‘olgunlukla’ karşıladı…

Son olayda iki uçak ihlal yapmamaları için 5 dakika süreyle uyarıldı. Bu uyarılar iki ülke arasındaki anlaşma doğrultusunda aynı anda Rus Hava Kontrol Merkezi’ne de iletildi. Nitekim IŞİD’e karşı koalisyonun yürüttüğü Doğal Kararlılık Operasyonu Sözcüsü Warren uyarıları kendilerinin de duyup süreci takip ettiklerini açıkladı. Ancak pilotlar Rus yapımı uçağın kime ait olduğunu söylemediği gibi, Rus Hava Kontrol Merkezi’nden de bir mesaj gelmedi. Yine de, sınır ihlali başladığında ilk uçağın geçip gitmesine izin verildi. Ancak ikincisi düşürüldü. Anlaşılan Rusya Türkiye’nin mütereddit kalacağını, zımni Rus egemenliğine azı geleceğini sanmıştı. Ama Türkiye’nin belirli bir eşik geçildiğinde ‘one minute’ diyeceği açıktı.

Uçağın düşmesi sonrasında Rusya bu eylemin ‘ciddi sonuçları’ olacağını öne sürerken, Hmeymim hava üssüne yeni S-400 füzeleri yerleştirileceğini ve bundan böyle bütün uçaklarına avcı uçaklarının eşlik ederek ‘tehditlere’ cevap verileceğini deklare etti. ABD ve İngiltere’den gelen hızlı yanıtlar ise Türkiye’nin bu eylemi onlarla senkronize biçimde önceden ilkesel temele oturttuğunu söylüyor. ABD’nin Esad’a destek veren ve IŞİD petrolünü pazarlayan firmaları kara listeye alması Rusya’nın başkalarını kolaylıkla ‘aptal’ yerine koyamayacağının habercisi. Çünkü bunların arasında Rus firmaları olduğu gibi, para transferlerinin de Rus bankaları üzerinden gerçekleştiği anlaşılıyor.

İzmir-Aliağa’daki Alp Oğuz Anadolu Lisesi Resim öğretmenlerinden Zeynep Keklik’in, başarılı öğrencisi Benan’ın o yarışmaya katılmasını çok istiyor ve mutlaka derece alacağına inanıyordu.

Öğretmeninin ısrarına dayanamayan Benan Eryaşa da, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın 81 ildeki resmi ve özel okullar arasında açtığı resim yarışmasına katılmaya karar veriyordu.

2013 yılındaki yarışmanın UNESCO tarafından belirlenen konusu; büyük denizci ve bilgin Piri Reis’in çizdiği ilk dünya haritasının 500. yıldönümüydü.

Benan çoğu kez olduğu gibi bu yarışmada da torpil yapılacağını düşünüyor, ama kendisini teşvik eden öğretmenini de kırmak istemiyordu.

O nedenle, yarışmaya katılacak eserini iki ders arasında alelacele çiziverdi.

Yaptığı tabloda Piri Reis’in göz pınarından yaşlar süzülüyor ve o damlalar çıpaya (veya çapa) dönüşüyordu.

Yani Piri Reis ağlıyordu.

Acaba neden?

Benan Eryaşa bu sorunun cevabını, yarışma sonuçlanıp, ikinciliği kazandıktan sonra, TRT’nin yaptığı röportaj sırasında veriyordu.

“Piri Reis neden ağlıyor?” diye soran muhabir şu çarpıcı cevabı alıyordu:

“Piri Reis ağlıyor, çünkü günümüzde onun torunlarına, yani Deniz Kuvvetleri’nin pırıltılı subaylarına yapılan zulmü 500 yıl önceden görüyor!

Evet, Piri Reis ağlıyor, çünkü o deniz subaylarının kumpaslar ve iftiralarla zindanlara atıldığını biliyor.

Bu nedenle gözyaşlarını tutamıyor!..”

Hrant Dink öldürüldüğünde “yazısından dolayı” yargılanıyordu.

Onu “sanık” yapan kanun elbette “kırmızıçizgili devlet” in geleneğinde vardı ama nihayetinde son hali o sıra “çok demokrat” olan AKP iktidarı tarafından çıkarılmıştı.

Öldürenler o yazıyı da okumamıştır belki.

Öldürülmesine kadar verenlerin bir kısmı anlamamıştır bile.

Ama “kökeni, kimliği, mücadelesi” yüzünden öldürüldü orada.

Yargı ve önyargılarla hedef olmuştu; öldürüldü.

Tahir Elçi de dün öldürüldüğünde “görüşlerinden dolayı” yargılanıyordu.

Devletin, iktidarın hiç değilse “çözüm süreci” diye lideriyle, mensuplarıyla temas kurduğu “örgüt” ü “terör örgütü” saymadığı için!

Yani devlet, iktidar, istihbarat birimleri “terör örgütü” ile temaslar kurabilmiş, süreç boyunca “terör örgütü değilmiş gibi” davranmış, ama Diyarbakır Baro Başkanı “görüşünü” ifade edince hapisle yargılanan sanık olmuştu.

Yargı ve önyargılarla hedef olmuştu; öldürüldü.

Popüler İçerikler

Türkiye Kaçıncı Sırada? Bir Ankete Göre En Güzel Kadınların Bulunduğu Ülkeler Açıklandı
A Millî Takım'ın UEFA Uluslar Ligi'ndeki Play-Off Turu Rakibi Belli Oldu: Macaristan
Sevgilisine Atacağı Fantezi Mesajını Yanlışlıkla Karısına Atan Ünlü Patron İcralık Oldu