Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Her şey nasıl birbirine bağlanıyor görüyorsunuz değil mi?

Türkiye'nin Rus savaş uçağını Suriye sınırını ihlal ettiği gerekçesiyle düşürmesi üzerine çıkan kriz giderek tırmandığı sırada, iki gazeteci hükümetin MİT aracılığıyla Suriye iç savaşındaki taraflara yardım gönderirken jandarma tarafından suç üstü yapılmasını haber yaptıklatı için tutuklanıyor.

AK Parti hükümetlerinin Suriye iç savaşına bu kadar taraf olmasının faturasını Türkiye güvenliği ile, diplomasisi ile, yükselen şiddet eylemleriyle ve nihayet basın özgürlüğünün darbe üzerine darbe almasıyla giderek daha fazla ödemeye başladı.

***

Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül kendisi mahkemelik olan MİT kamyonları ile Suriye'yede savaşan gruplara malzeme sevkiyatını haber yaptıkları için tutuklandılar dün akşam saatlerinde.

Hem de asketi casusluk, terör örgütü üyesi olmak, devlet sırlarını yayınlamak gibi son derece ağır suçlamalarla.

Bir ülkenin halkını “diktatöründen kurtarma” iddiası ile o ülke savaş bataklığına sürüklendi, tıpkı aynı gerekçeyle müdahale edilen diğer ülkeler gibi. Herkes biliyor ki, mesele “insani” telakkiler değil! Suriye ile sınır komşusu olması, Suriye’de olanlardan en çok etkilenecek ülke olması Türkiye’ye farklı bir sorumluluk yüklüyordu; o sorumluluk Suriye’nin bu hale gelmesini engellemek için elinden gelen çabayı göstermesi idi. Ama Türkiye, bu yolu zorlamak yani diplomatik baskı ve çözüm siyasetinde ısrar etmek yerine savaşa bulaşma yolunu seçti. Geldiğimiz nokta ortada! 

Dahası, düşünce ve ifade özgürlüğü olmadığı için Suriye konusunu özgürce tartışmak imkânsız. Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni ve Ankara temsilcisini bu konuda yaptığı haberlerden dolayı itham ederek savcılığa davet etmek, bu durumun en iyi göstergelerinden. Son olarak, Türkiye hava sahasını ihlal gerekçesi ile bir Rus uçağının düşürülmesi olayını tartışma konusu edenlerin “Rusya avukatı”, “Putin yanlısı” olarak itham edilerek susturulmaya çalışılması da aynı siyasetin sonucu. Bu şartlar altında, “aslında ne oldu, neden oldu, sonuçları neler olur,

Yirmi yıl önce, 5 Nisan 1995 günü, Kuzey Irak'ta Kızılay aracına saldırıldığı haberi geldi. TSK'nın sınır ötesi operasyon yaptığı günlerde üçü Kızılay görevlisi, dokuz kişi öldü. Çatışma birkaç gün önce öldürülen yedi çoban yüzünden çıkmıştı.

Çobanların ölümü ile Kızılay görevlileri arasında nasıl bir bağlantı olabilirdi? Kimse olaya anlam veremedi. Üç görevlinin cenazeleri Ankara'ya getirildi. Kocatepe'deki cenazeyi izlemek isteyen gazeteciler fotoğraf çekerken MİT görevlileri tarafından tartaklanınca olay anlaşıldı.

“İnsani yardım” konvoyundakiler istihbaratçılardı, Kızılay sadece bir maskeydi.

Bir yıl önce, yine Kızılay'ın “insani yardımını” koordine ettiği söylenen Can Cemal PKK'lılar tarafından öldürülmüş, Kızılay “evet öyle bir adamımız var” demekle yetinmişti. Can Cemal'in MİT'in üst düzey isimlerinden biri olduğu daha sonra anlaşılacaktı.

Bu iki olaydan sonra da hiç kimse “insani yardım” işlerinin istihbarat için kullanılmasını sorgulamadı. (Daha da tuhaf olanı bu kadar istihbaratçının cirit attığı Kızılay'ın aynı dönemde çadır takozlarından, depolarındaki battaniyelere kadar boğazına kadar yolsuzluğa gömülmüş olmasıydı!)

İnsan toplumsal bir varlık. Toplum koşullarından, kendimize aktarılandan başka bir şey değiliz. Ne görüyor, ne yaşıyorsak o kadarız. Görüp yaşadıklarımız ise, sınıf mücadelesinin o an vardığı noktada yaşama geçmiş siyasal tercihlerin sonucu. Karmaşık siyasal ve toplumsal ilişkiler ağı içinde, yalnızca bir ürünüz.

Hiçbirimiz anamızın karnından akademisyen, piyanist, işçi ya da sermayedar doğmuyoruz. Akademisyen, piyanist, işçi ya da sermayedar, ‘oluyoruz’.

Stadyumda cenaze yuhalamayı marifet sayan, Fransa’da katledilenlere sevinen, ölmüş genç bir bedenin haftalarca toprağa verilmeyişine, cenazelere reva görülen eziyete dahi sessiz/kayıtsız kalan insanlar da, analarının karnından böyle çıkmadı. Bu hale geldiler.

Klasik müzik ve felsefeyle yoğrulmuş Almanların 1930’lardaki hali gibi. Mussolini’nin peşine takılan sıcakkanlı Akdenizliler gibi.

4-5 Eylül 2014 tarihlerinde Galler’de toplanan NATO zirvesinde liderlerin gündemi IŞİD’e karşı kurulacak koalisyondu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katıldığı zirvede Türkiye, Suriye’de çözüm için sadece IŞİD’e değil, Esad’a karşı da operasyon yapılmasını ve mutlaka güvenlikli bölge kurulmasını, muhaliflerin silahlandırılmasını savunuyor, müttefiklerini bu konuda iknaya çalışıyordu.

Ama ABD’yle Türkiye arasında derin uçurumlar ortaya çıkmıştı. ABD, IŞİD operasyonu için bölgedeki en büyük üslerinden biri olan İncirlik’i kullanmak istiyordu ama Türkiye ancak şartları kabul edilirse buna yanaşacağını söylüyordu.

Bir hafta sonra 11 Eylül 2014 günü ABD Dışişleri Bakanı John Kerry Cidde’de Suudi Arabistan, Türkiye, Bahreyn, Mısır, Irak, Ürdün, Kuveyt, Lübnan, Umman, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanları’yla bir araya geldi.

Gündem yine IŞİD’e karşı askerî koalisyondu. Türkiye yine önerilerini ve çekincelerini masaya getirdi. Zirvenin sonunda yayınlanan IŞİD’le mücadele bildirisini tek bir ülke imzalamadı; Türkiye.

Türkiye'nin, bir Rus uçağını hava sahasını ihlal etmesi nedeniyle düşürmesi sonucu Rusya analizlerinde boğulmak üzereyiz. Angajman kurallarından Bayırbucak Türkmenlerine herkes yine her konuda uzman adeta.

Aslında Suriye meselesi gerçekten sade vatandaşın bir çırpıda takip edeceği basitlikte gelişmiyordu. İran ve Suudi Arabistan'ın “vekalet” savaşına Türkiye, Katar, ABD de dolaylı olarak dahilken Rusya'nın sahaya fiilen inmesi denklemi iyice karmaşıklaştırmıştı. Sürekli isim değiştiren ve kim olduğu belli olmayan muhalif grupları, IŞİD ve Kürt unsurları henüz saymadım bile.

Türkiye, Suriye'nin iç meselesine daha böyle bir zorunluluğu yokken bile siyasi bir illüzyon görerek karışmış, Amerika'nın “arkadan liderlik etme” taktiği sonucu tabiri caizse ofsaytta kalmıştı. Artık en zirveden itiraf edildiği üzere muhaliflere silah göndererek çatışmada gereksizce taraf olarak şimşekleri üzerine çekmişti. Şimdi Rus uçağının düşürülmesi Türkiye'yi Suriye bataklığının (bu tabir oryantalist bulunsa da Suriye'yi tanımlayan daha iyi bir ifade yok) içine geri dönülmez biçimde çekti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği oldu. Altı ay önce bir televizyon kanalında Adana’da durdurulan MİT TIR’larındaki silah görüntülerini haberleştiren Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar için şunları söylemişti: “Bu olay Bayırbucak Türkmenleri ile alakalı bir konu.

İnsani yardım, lojistik destek noktasında şu anda Milli İstihbarat Teşkilatımız, Bayırbucak Türkmenleri’ne bu desteği vermektedir. Bu söylenmiştir. Milli İstihbarat Teşkilatı’na atılan bu iftiralar, yapılan gayrimeşru operasyon, bir yerde bu ajan ve casusluk faaliyetidir.

Bu casusluk faaliyetinin içine bu gazete de girmiştir... Bu haberi yapan kişi bunun bedelini ağır ödeyecek öyle bırakmam onu.’’ Erdoğan’ın avukatları gazete ve Can Dündar hakkında şikayette bulundu.

Bir kez ağırlaştırılmış müebbet, bir kez müebbet ve 42 yıl hapis cezası istediler. Bu suç duyurusu öncesinde İstanbul Cumhuriyet Savcılığı Can Dündar ve Erdem Gül hakkında 29 Mayıs 2015 tarihli haber nedeniyle zaten bir soruşturma açmıştı.

'Türkiye’nin Rus savaş uçağını düşürmesiyle başlayan kriz, Türkiye’ye gelen doğal gazın yarısından fazlasını sağlayan Rusya gazı keser mi kaygısını doğurdu. Ancak doğal gaz anlaşmaları çok ciddi bağlayıcı hükümlerle yapılıyor, bir anda kesmek o kadar kolay değil.' Enerji analisti Olgu Okumuş Al Jazeera için yazdı.

Doğalgaz anlaşmaları, gaz tedariği ya da tüketiminin nedensiz kesilmesine karşı çok ağır ekonomik tazminat önlemleri içerdiğinden, gaz birdenbire kesilemez. Ancak Rusya gazı kesmese de, olağanüstü koşullarda Türkiye’den gelecek aşırı gaz tedariği taleplerini karşılamayı reddedebilir. Uzun vadede de Türk Akımı gibi yeni doğalgaz projelerinin geliştirilmesini geciktirebilir, tabii eğer düşen petrol fiyatlarıyla krize girmiş Rus ekonomisinin nakit akışı sağlayan gaz ticareti anlaşmalarına zarar verme gibi bir lüksü varsa…

Gazı kesmek o kadar kolay mı?

Doğal gaz boru hatlarından geçen gaz, Artema reklamındaki gibi tek bir hamleyle “aç kapa, aç kapa” yapılarak bir kesilip, bir açılamaz. Doğal gaz ticareti uluslararası anlaşmalarla yönetilir ve bir gaz boru hattından geçen gaz akımını tamamen kesmek altyapı için ağır teknik sorunlar yaratabilir.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Rus uçağının düşürülmesi ile ilgili emri bizzat kendisinin verdiğini söyledi.

Ama neden bu emri “şimdi” verdiğini açıklamadı.

Niye daha önceki ihlallerde değil de bu son ihlalde vur emri verildi?

Sırayla gidelim ki yandaş medya tabiriyle “Putinci” olmayalım!

1– Türkiye’nin angajman kurallarını, bu kurallar bozulduğu vakit Türkiye’nin silah kullanabileceğini herkes gibi Ruslar da biliyordu.

2– Türkiye, her egemen devlet gibi sınırlarının ihlal edilmesini önleme hakkına sahip.

3– Düşürülen Rus uçağı sınır ihlalinde bulundu, uyarılara rağmen yanıt vermedi, geri dönmedi.

4– Bu durumda uluslararası hukuk açısından Türkiye’nin bir sorunu yok, müdahale meşru.

Bütün bunları biliyoruz.

Ama şunu da biliyoruz: Bu, Rus uçaklarının Türkiye sınırlarını ilk ihlali değil.

Daha önce de birçok kez ihlaller yaşandı. Hiçbirinde uçak düşürülmedi, ateş açılmadı. Rus Büyükelçisi, Dışişleri’ne çağrıldı, durum protesto edildi.

Nusaybin’dendi.

Ajanslardan düşmüş bir fotoğraftı önümdeki.

Bana bakıyordu.

Sanki başka bir zamanda kalmış, başka bir dünyaya bakıyordu.

Soluk suretinde eski zaman hikâyelerini saklar gibiydi.

Nedenlerin, niçinlerin, nasılların karşılıklarını bulamadığı bir dünyaya anlamsız gözlerle bakan bir resim…

Öylesine sade, öylesine yalnız, öylesine kuru…

Önümdeydi ve ona bakıyordum.

Günlerdir çepeçevre kuşatılmış, sokakları insanlarına haram edilmiş bir kentten geliyordu.

Kendi çürümüş çaresizliğimde, her gün dirhem dirhem etlerime yapışan tarifi olmayan bir acının adıydı o.

Popüler İçerikler

Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman
Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt
"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı