Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Sadece son iki haftada yaşanan gelişmeler bile Suriye sorununun tüm dünyayı nasıl etkilediğini, küresel güçlerin askeri hamleleri sonucunda küresel hesaplaşmanın en uğrak adresi haline dönüştüğünü gösteriyor.

IŞİD’in son saldırılarından başlayalım: 10 Ekim’de Ankara saldırısında 102 ölü; 31 Ekim’de Rus uçağının düşürülmesi 224 ölü; 12 Kasım’da Beyrut’ta 44 ölü;  13 Kasım’da Paris 130 ölü.

Diplomatik alandaki gelişmelerle devam edelim: 14 Kasım’da Viyana mutabakatı sağlandı. Mutabakata göre 1 Ocak 2016’dan itibaren 6 aylık süre içinde geçici hükümetin kurulması için muhalefet ve rejim arasında müzakereler başlatılacak ve 18 ay içinde de seçimlere gidilecek. İlk altı aylık süre içerisinde muhalefet ve rejim güçleri arasında ateşkes uygulamasına da geçilmesi öngörülüyor.

15-16 Kasım günlerinde düzenlenen G20 toplantıları sırasında yapılan üst düzey ikili görüşmelerde de başta Beşir Esad’ın statüsü olmak üzere Viyana mutabakatında belirsiz bırakılan konular yoğun olarak ele alındı.

Okurlarla sohbet etmek, dertleşmek amacıyla seyahatlere çıkıyorum. İlk durağım geçen Cuma ve Cumartesi Diyarbakır’dı. Pazar günü ise İzmir’deydim. Diyarbakır’ı, gördüklerimi, sohbetlerden edindiğim izlenimleri sizinle paylaşmak istiyorum.

Esnafla konuştum. Halkla konuştum. Bir öğrenci evine gidip gençlerle uzun uzun sohbet ettim. Zaman zaman çatışmaların yaşandığı ve bu nedenle sokağa çıkma yasağı ilan edilen Diyarbakır’ın Sur ilçesinin sokaklarında gezdim. Kum torbalarıyla yapılmış barikatların arkasında ellerinde silahla nöbet tutan gençlerin arasında dolaştım.

Diyarbakır’da ilginç bir durum var. Bizim buradan gördüğümüz gibi değil.

Bir taraftan hiçbir şey olmamış gibi yaşam normal sürecinde akıyor. Diğer taraftan derinlerde oluşan bir kaygı ve öfke var.

Bölge bir cehennem alevi gibi yanıyor. Rüzgarın yönü ise Türkiye'den yana değil. Suriye topraklarından gelen Türkiye'nin uzun süredir tehdit olarak kabul ettiği üç konu var. 

Birincisi IŞİD'in varlığı ve eylemleri. Bu örgütünün Diyarbakır, Suruç ve Ankara saldırılarıyla, Paris saldırısıyla neler yapabileceği görüldü. IŞİD'çiler Türkiye'de Adıyaman, Gaziantep gibi şehirlerde kökleşmeye, yapılanmaya başlamış durumda. Türkiye'nin genellikle kapalı olduğu selefi rüzgarlar bu kez kuvvetli esiyor. Batı ülkeleri başta olmak üzere dünyanın dört bir köşesinden IŞİD'e katılmak üzere gelenler, bu kişilerin takibi, Ankara'nın sırtındaki ciddi bir yük ve sorumluluk olmaya devam ediyor. IŞİD, Kilis'in karşı tarafında 90 kilometrelik bir hattı kontrol ediyor. Geçişler özellikle bu bölgeden sağlanıyor. Türkiye'nin ısrarına rağmen burada güvenli bir bölge oluşturulmasına anlaşılmaz biçimde müttefik güçler onay ve destek vermiyor.

Türkiye sınırı cihadistlere açık, onu biliyoruz. Peki ya cihadistlerden kaçan mültecilere?

Savaşın başladığı 2011’den beri ‘açık kapı politikası’ uyguladığını söyleyerek Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nden sürekli yardım isteyen Türkiye hükümeti, artık ‘kapalı sınır politikası’ uyguluyor.

Avrupa Birliği ile anlaşmalarından bu yana da sınır kapıları tamamen kapanmakla kalmadı, sınırı kaçak yollarla, canlarını tehlikeye atarak geçmeyi başaranlar da geri gönderilmeye başlandı.

1 Ocak’a kadar kimlik belgeleriyle ya da belgesiz bir şekilde Türkiye’ye geçenlerden artık ‘geçerli seyahat belgesi’ isteniyordu. 9 Mart’ta açık olan iki sınır kapısı, Cilvegözü ve Öncüpınar da kapatıldı.

Tabii herkese değil. Sınır kapıları artık sadece ağır yaralılara, yardım kuruluşu görevlilerine ve ticaret amacıyla geçenlere açık. Ne idüğü belirsiz TIR’lara açık mı, onu bilmiyoruz. Ama belli ki, sınırın ötesine kamyon kamyon ‘yük’ taşıyan ‘yardım kuruluşlarına’ geçiş serbest.

Her meslek önemlidir. Yeri gelir, zincirin o halkası olmadan, çarklar dönmez. Ama bir meslek var ki zinciri tamamlayan o tüm halkalara şekil veren yani hamurundan tasarımına kadar her şeyine karar veren olmazsa olmazlardan birisidir.

Başarısı bireyin, ailenin, toplumun, ülkenin, dünyanın başarısı ve mutluluğu, başarısızlığı ise herkes için huzursuzluktur.

İşte o kişinin adı öğretmendir ve o geleceğin mimarıdır.

O ne kadar ustaysa, eseri o kadar güçlü, o ne kadar acemiyse yetiştirdiği nesiller o kadar donanımsız olur.

Bugün, onlarla ilgili çok şeyler söylenecek.

Kimi göklere çıkaracak, kimileri de yerin dibine batıracak.

Ama tüm bu olumlu ya da olumsuz eleştiriler, onların geleceğin mimarları olduğu gerçeğini değiştirmez.

Bir ülkede öğretmenler ne kadar mutluysa, toplum da o kadar mutludur.

Bir ülkede öğretmenler ne kadar demokratsa, toplum o kadar demokrattır.

Birçok kişi için PKK’nın, tam da seksen milletvekili çıkarılmışken, ‘devrimci halk savaşı’ adına kendi yönettikleri belediyelerde barikat ve hendeklerden oluşan bir ‘direniş’ kampanyasına girişmesi anlaşılmaz bir adımdı. Bu kararın sonuçta başarısız bir strateji üretmesi ve ilkel bir siyasete kilitlenmesi söz konusu adımı daha da anakronik kıldı. Ama PKK bu kararı alırken başarısız olacağını düşünmemişti ve eğer başarılı olsaydı şimdi birçokları örgütün ne denli ‘ileri görüşlü’ olduğunu tartışıyor olabilirdi. Başarısızlığın temel nedeninin hükümetin tutumu değil, doğrudan bölgedeki Kürt halkının sağduyusu olduğunun altını çizelim. Diğer bir deyişle PKK kendi tabanının hissiyatını, anlam dünyasını ve önceliklerini bile doğru okuyamadı… 

* * *

Ne var ki PKK’nın özyönetim talebi kisvesi altındaki kalkışmasının başarısız kalması, bu kararın irrasyonel olduğunu söylemiyor. PKK 2015 yılının başından itibaren yeni bir çizgiye girdi ve HDP’yi de o strateji doğrultusunda araçsallaştırdı. Yapılan tercih Türkiye ile Suriye’nin bire bir bağlantılı hale getirilmesi ve ‘ya hep ya hiç’ mantığıyla sonuna kadar zorlanmasıydı.

“… gözleri çıkarılan, kulağı olmayan, burnu kesilen cenazeler yıkadım. Hem de yakın zamanda. Cinsel organı olmayan cenazeler gördüm. Eğer gerçekten bir İslam âlemi varsa, gelip ne yaşadığımızı görsünler. Bir insanın burnunun olmaması normal bir şey midir? Bir insanın cinsel organının olmaması normal bir şey midir? Bunu yapanlar Müslüman olabilir mi?”

Bu sözler Mardin ve civarında iyi tanınan ve civardaki gerilla cenazelerini yıkayan din adamlarından biri, Kürtlerin deyimi ile “mele” Fahri Doğan’a ait. Gazeteci Müjgan Halis geçen ay Nokta Dergisi için “Güneydoğu’da Gassal Olmak” isimli, çok kıymetli, herkesin okumasını şiddetle tavsiye ettiğim bir çalışma yaptı. Bu haber-röportajda bölgeye gelen gerilla ve sivil cenazelerinin durumu anlatılıyor.[1]

Tıpkı 90’lar gibi, son aylarda bölgeye gelen cenazelerde işkence izleri var. Uzuvları koparılmış, cinsel organları kesilmiş cenazelerden bahsediyoruz. Sadece gerilla cenazeleri değil, sivil cenazelerde de işkence izleri var. Eller, parmaklar, kulaklar, burunların eksik olduğu cenazeler var. Müjgan Halis’in yaptığı röportajda mele Fahri Doğan bu cenazeleri yıkarken bir imamdan çok bir cerrah gibi çalıştıklarını belirtiyor:

“Bir siyasî program, perspektif veya felsefe sadece milliyetçilik söylemi ve iddiası üstüne binâ edilemez. Edilecek olsa bile, o milliyetçiliğin basit ve sıradan bir ‘güvenlik doktrini’nden ibâret olmaması lâzım gelmez mi?” Milliyetçi kesimi yakından tanıyan Dr. Mustafa Çalık, Al Jazeera için yazdı.

Herhangi bir memleket, siyasî ve toplumsal bir dönemece geldiğinde, siyasî hareketler ve onların müşahhas taşıyıcısı olan müesseselerin de fikrî ve ideolojik bir muhasebe yapmaları kaçınılmazdır. Bunu yapamaz yahut daha kötüsü, yapmayı şuurlu olarak reddederlerse siyasî ve toplumsal gerçekliğin dışına itilirler. Bunun diğer adı tarihin dışına itilmektir, “tarih dışı” olmaktır. İsterseniz buna, tarihî ömrünü doldurmak da diyebilirsiniz.

Bugün, milliyetçilik iddiasındaki bütün kurum ve kuruluşları bekleyen asıl tehlike de budur. Üstelik milliyetçiliği - Türkiye’den bahsettiğimizde Türk milliyetçiliğini - parti veya “dernek” ideolojisi olarak benimsemiş olan siyasî teşekküllerin daha derinlere inen bir başka çıkmazı var: Milliyetçiliği ideolojikleştirmek, ideolojik bir söyleme dönüştürmek sûretiyle bir yandan onu kendi siyasî varlık ve açılımının sınırlarına hapsederken; öbür yandan kendi siyasî nüfuz ve tesir sahasını da milliyetçilik söylemiyle sınırlandırmak…

Silvan - 86 bin nüfusu, ilçe girişindeki modern binaları ve sosyal alanlarıyla Silvan, ilk bakışta oldukça güzel ve sakin bir ilçeyi andırıyor. Ancak Mescit mahallesine girince tablo tamamen değişiyor. Mahallenin ana caddesi bombardımandan çıkmış gibi Enkaza dönmüş iş yerleri, kurşunlarla delik deşik olmuş binalar. İnsanlar enkaz altından kurtarabildikleri eşyalarını çıkarmaya çalışıyor.

Market sahibi Doğan Çelik elindeki eldivenleri göstererek, “bunlardan başka bir şeyim kalmadı” diyor. Al-Monitor’a konuşan Çelik, zenginken bir anda yoksullaştığını belirterek şöyle devam ediyor: “Karşıda kafem vardı gitti, evim, iki arabam, marketim gitti. Şu an nereden bakarsan 300 bin lira zararım var. Üç gün içinde her şeyimi kaybettim. Her şeyin sahibiydim iki eldiven dışında bir şeyim kalmadı. Biz huzur ve barış istiyoruz. Bu yaşa kadar savaşta büyüdüm, çocuklarımın savaşta büyümesini istemiyorum”.

Mahallenin orta yerinde bir iş yerinin vitrinindeki cansız manken dikkat çekiyor. Sırtında ona yakın kurşun izi. Kapının önünde hüzünlü bir ifadeyle bekleyen iş yerinin sahibi Nedret Yakan, “Buraya 20 yılımı verdim” diyerek söze başlıyor ve ekliyor: “20 yıllık emeğimi bir haftada yok ettiler. 50 milyarlık gelinlik gitti. Kiraya veriyorduk, ekmek kazanıyorduk, çocuklarımızı okutuyorduk. Gördüğünüz gibi bir şey kalmadı”.

Paris katliamı hakkında en fazla bilgiye sahip “biricik cihatçı” Türk yetkililerin elinde. 

“13 Kasım saldırılarının keşifçisi” Belçika vatandaşı Ahmet Dahmani, Suriye’ye geçmek üzere hazırlık yaparken, bu hafta sonu Antalya’da yakalandı. 

13 Kasım’ın ertesi günü, Amsterdam üzerinden Türkiye’ye uçan Dahmani, Paris saldırılarında yer alıp da “canlı” ele geçirilen tek IŞİD militanı. 

Belçika’dan, “yabancı cihatçılar/foreign fighters” kontenjanından IŞİD’e katılmış ve örgüt tarafından Suriye’de silah, keşif, istihbarat alanında özel eğitilmiş… 

Dahmani özetle Paris saldırısının piyonu değil. Lojistik desteğin üst kademe liderlerinden sayılıyor. Ve Brüksel’de cihatçıların yaşadığı barut fıçısı “Molenbeek”ten mahalle komşusu Salah Abdüsselam’a Interpol’ü yönlendirecek zincirin hayati halkasını oluşturuyor. 

Avrupa’da savaş sahneleri 

Salah Abdülsselam da gene bu hafta sonu Brüksel’de yaşamı felç eden “cihatçı avının” hedefindeki bir numaralı isim. 

Belçika’dan tıpkı Dahmani gibi bir şekilde Suriye’ye ulaşmaya çalıştığı söylenen Abdülsselam için AB’nin başkenti Brüksel’de cumartesi, pazar görülmemiş bir OHAL ilan edildi.

Popüler İçerikler

HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu
Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman
Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!