Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Bir açıdan bakarsanız tam “Bayram değil, seyran değil” denecek durum...

Diğer açıdan bakarsanız hem taktik değişikliği, hem de zamanlama bakımından önemli gelişmelere yol açma ihtimali olan bir hamle.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın anayasanın AK Parti-CHP işbirliğiyle halkoylamasına gerek kalmadan değiştirilebileceğini söylemesinden söz ediyorum.

***

Erdoğan’ın 18 Kasım akşamı ATV’de yayınlanan mülakatından bölümler aktarıyorum:

· “Gerçekçi olmak lazım… Meclis Başkanını bir kenara koyduğumuz zaman 316 milletvekili var AK Parti’nin. Eğer referandumla bir çözüm bekleniyorsa en az 330 gerekiyor. Diğer gruplardan bir desteğin olması lazım ki yeni anayasa bu oylamadan geçsin.

Strazburg’un tarihi sineması Odyssee’nin perdesine peşpeşe 3 kadının görüntüsü yansıdı: İlki Anna Pétard Lieffrig… 

24 yaşında bir grafik tasarımcısı… 

Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nde stajyer olarak çalışmıştı. Paris saldırısında, kız kardeşiyle birlikte katledildi. 

Salonu dolduran davetliler Anna’nın şahsında Paris kurbanlarını uzun süre alkışladı. 

***

Perdedeki ikinci isim, Zaina Erhaim’di. 

30 yaşında Suriyeli bir gazeteci… 

Bir dönem BBC muhabiriymiş. İç savaş başlayınca herkes Suriye’den kaçarken o tersine, ülkesine dönmüş. 

Savaşta 10’dan fazla arkadaşı ölmüş; kimi rejimin, kimi IŞİD’in kurbanı… Erhaim’in ailesi halen Gaziantep’te yaşıyor. 

Suriye, gazeteciler için dünyanın en tehlikeli üç ülkesinden biri kabul ediliyor. Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün Dünya Basın Özgürlüğü indeksinde 180 ülke arasında 177’nci sırada…

Günlerdir görsel ve yazılı medyada 1 Kasım seçiminin sonuçları politik, siyasal, ekonomik açıdan tartışılıyor. Ak Parti’nin seçimi kazanmasının, MHP’nin, HDP’nin oy kaybetmesinin CHP’nin çok az oy arttırmasının nedenleri araştırılıyor. 1 Kasım seçimlerine katılan, oy veren seçmeni ruhbilim açısından anlamaya anlatmaya çalıştım. Bilindiği gibi ruhbilim insanın tutumunu, davranışını, eylemini inceleyen bir bilim dalıdır.

Davranış, insanın içten, bedensel, ruhsal durumundan ya da dıştan doğal toplumsal ortamdan gelen iletilere uyaranlara verdiği tepkidir.

Toplumsal ruhbilim, birey toplumsal ortam iletişimini, etkileşimini inceleyen bilim dalıdır. Bu tepkiyi ilgi, sevgi, huzur, mutluluk gibi olumlu ya da kaygı, korku, öfke gibi olumsuz duygular, dikkat, algı, bellek, düşünce gibi bilişsel işlevlerin birleşip bütünleşmesi oluşturur.

En derin, en tartışmasız acılarda bile birleşmek bir yana, nasıl insanlıktan çıkıldığını, nasıl düşmanlaşıldığını bir kez daha gördük.

Ankara katliamı için saygı duruşunda Konya’daki milli maçta getirilen tekbirler, Paris katliamı sonrası İstanbul’daki milli maçta da tekrarlandı.

Normal şartlarda, herhangi bir ülkede, herhangi bir topluluğun üyesi sivillerin topluca katledilmesi üzerine düzenlenen herhangi bir saygı duruşunda ‘insan’ olan üzülür. Diyelim ki üzüntü hissetmiyor, en azından susar.

Ancak Türkiye’de Batı düşmanlığı, ötekine nefret söylemi öylesine sıradanlaştırıldı ki cihatçı bir örgütün tekbir getirerek insan öldürmesi alenen, dünya kamuoyunun huzurunda desteklenebiliyor.

Gezi için, Berkin için slogan atan, pankart açan taraftar yaka paça stattan uzaklaştırılıp fişlenirken nedense tekbir getiren taraftara dokunan yok!

İster Fransız olsun, ister Türk, ister Kürt, ister Arap…

20 Kasım, Birleşmiş Milletler (BM)’nin “Çocuk Hakları Sözleşmesi”ni kabul edişinin yıldönümüdür. 20 Kasım 1989 tarihinden bu yana, her yıl 20 Kasım “Dünya Çocuk Hakları Günü” olarak kutlanmaktadır.

20 Kasım, yalnızca bir kutlama günü olmanın ötesinde, çocuk haklarına bir kez daha ilgi çekme ve bu konuda sözleşmeyi imzalayan devletlere yükümlülüklerini anımsatmayı sağlamaktadır.

BM’nin Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni kabul etmesinin ardından, küçümsenmeyecek bir zaman geçmiş olmasına karşın, dünya çocukları, bu hakların pek çoğundan yoksun durumdadırlar. Ülkemiz çocukları da, bu hakları kullanmanın çok uzağındadır. Devletler, çocukların haklarını kullanabilmeleri için gerekli yükümlülüklerini yerine getirmedikleri gibi, çoğu kez kendileri çiğnemektedirler. Bu durum ülkemizde de geçerlidir.

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESİ

Birleşmiş Milletler, 20 Kasım 1989’da oybirliğiyle, Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni kabul etti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan G-20 Zirvesi’nde düzenlenen Emek-20 ve İş-20 Oturumu’nda bir konuşma yaparak aşağıdakileri söylemiş:

“Ben de işverenlere tavsiye ediyorum. Biraz az kazanın, kazandıklarınızı dar gelirli insanlarla paylaşın. Bunu bir defa başarmamız lazım. Neden? Fakiri tahrik etmeyelim. Ve paylaşımcı anlayışı hayatımıza egemen kılalım. Buradan bir şeyi vurgulamak isterim. Hepimiz ölüp gidiyoruz, paraları beraber götürüyor muyuz? Beraber gelmiyor. Onlar bu dünyada kalıyor. Arkada vârisler bunu paylaşacak. Gel bunu işçinle bir kısmını paylaş, ondan sonra da gök kubbede hoş bir seda bırak. Öldükten sonra da ‘Sorma, bizim öyle bir patronumuz vardı ki gerçekten işçisinin hakkını çok ciddi manada gözetir, maaşını da iyi bir konumda verirdi’ desinler. Asıl olan burası. Bunu başarmamız lâzım.'

Çok hoş ve her insanın seveceği sözler. Nitekim, siyasî yelpazenin farklı yerlerinde bulunan birçok yazar Erdoğan’ın görüşlerine katıldı. Bana çoğu zaman popüler görüşlere karşı çıkmak düştüğü için bu sözlere itiraz edeceğim.

1 Kasım sonrasında ekonominin durumuna, olası gelişmelere kuşbakışı göz atmak yararlı olacaktır.

Şimdilik 2015’in Ocak-Eylül verilerini, önceki iki yılın (2013 ve 2014’ün) dokuz aylık verileriyle karşılaştıralım. 12 aylık veriler, 2015’in bitiminden birkaç ay sonra tamamlanıyor. O tarihteki 2015 görünümü, büyük bir olasılıkla bugünkü saptamalarımızı destekleyecektir. Erken davranmanın fazla sakıncası yoktur. Yanılmış olursak, nedenlerini araştırır; tartışırız.

Önce, büyüme göstergeleriyle başlayalım ve ana bulguyu özetleyelim: 2012 sonrasında ekonomi belirgin bir yavaşlama sürecine girmiştir. Tablo 1, dokuzar aylık dönemler için ve dış kaynak hareketlerine bağlayarak bu durumu ortaya koymaktadır.

Önceki gün Cemaat'in en önemli şirketlerine kayyum atandı. 

*

Cemaat mensupları bu olayı, “başkasının malının üzerine çökme” olarak nitelendiriyorlar.

Ve haykırıyorlar:

“Sen devlet olarak nasıl olur da başkasının malının üzerine çökersin?”

*

Soru böyle sorulunca...

Ortaya büyük bir ahlaki sorun çıkıyor.

*

Peki ama “kayyumla el koyma” olayına imza atanlar, bu ahlaki sorunu nasıl izah ediyorlar?

*

“Kayyumcular”, meseleyi şöyle görüyorlar:

El koyduğumuz şirketler, herhangi bir şahsa ait şirketler değildir.

Kâğıt üzerinde öyle olsa da değildir.

O şirketler, halktan toplanan bağışlarla oluşturulmuş şirketlerdir.

Biz o şirketlere el koyarak halkın verdiği paralarla kurulmuş bu şirketleri, yine halka ait kılıyoruz.

Poyraz Ali’yi 2013 yılında Gebze Hapishanesi’nde tanıdım. Birgün ortak alandan dönerken, maltanın girişinde annesinin kucağında çığlık çığlığa bağırıp ağlayan çocuğu görünce, “bu çocuk yeni mi geldi” diye gardiyana sordum. A-9’da kaldığını söyleyince, kısa süre önce annesiyle birlikte gelen Poyraz Ali olduğunu anladım.

Hapishanelerde anneleriyle birlikte tutsak edilen çocuklar genellikle bilinmez*. Bilinse de, büyüklerin yaşadıkları sorunlardan çocukları hatırlamaya sıra gelmez ya da pek ilgi gösterilmez. Oysa daha bebekken, annesiyle birlikte tutsak edilen bu çocuklar; oyuncakları, çocuk bahçelerini tanımadan önce, demir parmaklıklar, beton duvarlar, gardiyan ve askerlerle tanışırlar.

Ziyaret günlerinde babalarını, ailenin diğer bireylerini görüş kabininde gördüklerinde hırçınlaşıp, ağladıkları için, o görüş hem anneye, hem çocuğa, hem de görüşe gelenlere zehir olur. Bir dönem A-9’da mapusdaşım olan 2,5 yaşındaki Kıvanç’ın görüş sonrası ve dışarıdan döndüğünde nasıl ağlayıp, kendini uykuya vurduğunu… Aylık rutin aramalarda koğuş kapılarını saran ve içeride arama yapan askerlerden nasıl korktuğunu hiç unutmadım!..

Uzun uzadıya tartışmanın anlamı yok; yeni anayasa için tek cümle yeterli olur: “Tek, mutlak, sınırsız, paylaşılamaz ve bölünemez olan egemenlik yetkisini halk cumhurbaşkanı eliyle kullanır.” Bu cümle Jean Bodin'den bu yana egemenliği, anayasa prensiplerine dökmeye çalışanların tekniğine uygun.

Garip olan ise zaten böyle olması. Şeklen bir anayasa düzenimiz, onun içinde pek de yabana atılamayacak temel hak ve özgürlüklere kefil olan evrensel hukuk prensipleri bulunuyor. Meselâ basın özgürlüğü için kapı gibi duran 30. madde: “Suç aleti olduğu gerekçesi ile” bile basın araçları “zapt ve müsadere edilemez veya işletilmekten alıkonulamaz” diye Cumhurbaşkanı'nın dahi elini kolunu bağlayacak çok açık ve emredici bir hükme yer veriyor. Bırakın işletilmekten alıkoymayı, Bugün TV ve gazetesi, Millet ve Kanaltürk ile birlikte bugün Erdoğan'ın propagandası veya reklamı değil doğrudan dalkavukluğunu yapmıyor mu? Kamu gücünü seferber ederek Samanyolu Grubu'nu, herhangi bir mahkeme kararı olmadan devlet şirketinin işlettiği uydudan çıkardığınız zaman taammüden bir anayasa suçu işlemiş olmuyor musunuz?

Popüler İçerikler

Kızılcık Şerbeti'nde Yeni Doğmuş Bebeğin Başının Örtülmesi Tepki Topladı
MasterChef Beyza Şiddete Uğradığını İtiraf Etti: "Yüzüm Yanınca Bu Yüzden Üzülmedim!"
Temsilcimiz Ege Karabenli İlk 10'da: Mr. World 2024 Erkek Güzellik Yarışması'nın Birincisi Belli Oldu!