Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Paris katliamlarını yapan cihatçı eylemcilerden biri, bir intihar bombacısı, onlarca kurbanın âhıyla birlikte, genç bedeninin parçaları arasında bir işaret bıraktı. Bir pasaport. Suriye pasaportu. Türkiye'den Yunanistan’a, oradan -henüz tesbit edilemeyen bir güzergâh üzerinden- Fransa'ya geçmiş bir kimlik belgesi.

Fransız polisi pasaportun sahte olabileceğini söylüyor. Büyük ihtimalle Türkiye'de yapılmış.

Polisiye bir ayrıntı mı? Yoksa fazlası mı? Avrupa Birliği Sınır Koruma Teşkilatı'nın Türkiye'deki sahte pasaport piyasasıyla ilgili uyarıları bizde pek haber olmadı.

Sünnî Müslüman kardeşlerine şefkatle kucak açmış inançlı bir milletin sahalarında görmek istemeyeceği hareketler mi var yoksa ortada? Mültecilere işe yaramaz canyelekleri satan esnaf Cuma'ya gitmeyenler arasından mı çıkıyor? Hay Allah! Alnından karasinek geçmemiş Türk esnafına iftira mı atılmaktadır? Maksat yeni, büyük İslâm medeniyetinin liderine kara çalmak mı? Paris'i kana bulayan eylemcilerden biri 2013'te Türkiye'ye girmiş, fakat resmen ülkeden çıkmamış. Sansasyon gazetecisi tabiriyle sırra kadem basmış. Aslında hiçbir yere basmamış, bildiğin Suriye'ye gidip IŞİD'e katılmış.

Paris’teki korkunç 13 Kasım saldırılarının üzerine Antalya’daki G20 zirvesinden ‘teröre karşı ortak duruş’ mesajı çıktı. Ancak liderlerin can ciğer kuzu sarması pozları sizi yanıltmasın. Türkiye’nin doğrudan olmasa bile dolaylı yollardan IŞİD’le ilişkileri, muhtemelen önümüzdeki günlerde daha sık gündeme gelecek.

Saldırganlardan bazılarının Türkiye yoluyla Avrupa’ya ulaştığı iddia edilirken, Newsweek’te de, “IŞİD Türkiye’yi müttefiği görüyor” başlıklı bir haber yayınlandı.

Anlayacağınız milli iradenin adresi, bu iddiaları boşa çıkartmak, Batılı müttefikleriyle kum havuzunda oynayabilmek için daha çok çaba harcamak durumunda…

Kendileri, “Ah bizim terörle mücadelemiz hiiiç anlaşılamadı”demekle meşgul şu aralar… Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun serzenişine buyrun: “Bize ‘katil’ diyen muhalefet temsilcileri Fransız muhalefetinin, Fransız basının, Fransız aydınlarından tavrından ders almalı.”

Paris’te yaşanan organize terör saldırısını basitçe tepkisel bir eylem olarak tanımlamak mümkün gözükmüyor. Şehrin yedi yerinde neredeyse aynı anda silahlı kişilerce yapılan söz konusu saldırının gerektirdiği toplam insan gücünü, arka plan lojistik desteğini, planlamasını düşünürsek ve bunun son noktaya kadar yakalanmadan, iz bırakmadan kotarıldığını hesaba katarsak, karşımızda epeyce deneyimli ve toplumun içine uzanan bir örgütlenme olduğunu anlayabiliriz. Teröristlerin bazılarının yüzlerinin açık olması bunun bir savaş ilanı olarak okunmasının istendiğini düşündürtüyor. Sanki amaç kimliği bilinmeyen bir özneden korku duyulması değil de, öznesi belli bir düşmana sahip olunduğunun hatırlatılması.

Kullanılan kişilerin IŞİD bağlantılı olması kimseyi şaşırtmaz. Sonuçta kategorik Batı düşmanlığından beslenen, kendi mağduriyet ve ezilmişliklerinden hareketle ‘Batılıya’ yabancılaşıp düşmanlaşan bir öfkeli kitleden söz ediyoruz. Mücadele yöntemi olarak öldürmeyi kendi anlam dünyasında meşrulaştırmış, bunu bir övünç ve bağlılık nişanesi haline getirmiş bir kitle…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, G-20 toplantıları çerçevesinde düzenlenen bir toplantıda konuştu ve 'adil gelir dağılımı teorisini' herkesle paylaştı.

Şöyle diyor: “Biraz az kazanın ve kazandıklarınızı özellikle dar gelirli olan insanlarla paylaşın. Bunu bir defa başarmamız lazım. Neden? Fakiri tahrik etmeyelim ve paylaşımcı anlayışı hayatımıza egemen kılalım. Buradan bir şeyi özellikle vurgulamak isterim, hepimiz ölüp gidiyoruz, paraları beraber götürüyor muyuz? Paralar beraber gelmiyor, onlar bu dünyada kalıyor, arkada vârisler bunu paylaşacak. Gel bunu işçinle, onunla beraber bir kısmını paylaş, ondan sonra da gök kubbede hoş bir seda bırak. Önemli olan bu ve öldükten sonra da ‘Sorma, bizim öyle bir işverenimiz vardı ki, öyle bir patronumuz vardı ki gerçekten işçisinin hakkını çok ciddi manada gözetir, onun maaşını da gerçekten iyi bir konumda verirdi’, aslolan burası, bunu başarmamız lazım.”

Bugüne kadar gelir dağılımı meselesiyle uğraşan iktisatçıların ve politikacıların hiç aklına gelmemiş bir teori bu.

Ve gelecek yıl “üst akıl” bir dümen çevirmez ise Nobel Ekonomi Ödülü’nü rahatlıkla kazanabilecek bir teori!

İslam Devleti (IŞİD) Tunus’taki plajda 38 turistin, Rusya uçağında 224 yolcunun öldürüldüğü saldırıları üstlendi. Paris’ten bir önceki saldırıda, Beyrut’ta 44 kişi hayatını kaybetti. Cuma günü Paris’te 132 kişi… (Ankara saldırısının faili IŞİD mı değil mi, bilmiyoruz. Tüm saldırılarını hemen sonrasında övünerek üstlenen örgüt, Türkiye’deki hiçbir saldırıyı üstlenmedi.)

BBC’den Frank Gardner, İslam Devleti militanlarının taktik değiştirdiğini yazdı:

“Bu saldırılar aceleyle, düşünmeden yapılmış, ‘yalnız kurt’ eylemleri değil. Planlama, hazırlık, eğitim, patlayıcı ve silah temini, hedef seçimi ve ‘devşirme’ gerektiriyor. Batılı terörle mücadele uzmanları, bundan sonraki eylemlerin kişiler tarafından başlatılabileceğini düşünüyor.”

Gardner’in kişilerden kastı, tüm Avrupa’ya, hatta dünyaya yayılmış “uyuyan hücreler”. IŞİD’in internet üzerinden örgütlediği militanlarını, yine internet üzerinden harekete geçirerek bulundukları yerde eylem yapmalarını teşvik edeceğinden bahsediyor.

IŞİD’in Paris saldırısından iki gün sonra yayınladığı tehdit videosu da bu savı doğrular nitelikte. Darül Hilafe adlı internet sitelerinden 15 Kasım’da yayınladıkları “Yakında, Çok Yakında” başlıklı videosunda Paris saldırısının da güveniyle tehdidin sınırlarını genişletti, boyutunu artırdı.

Paris’te 13 Kasım’da meydana gelen terör saldırılarının New York’taki 11 Eylül hadisesine benzetilmesi boşuna değil.

İki olayın sebep olduğu ölüm ve hasarın boyutları arasındaki farka rağmen, en önemli ortak yanı toplumda yarattığı büyük travma ve sosyopolitik etkilerdir.

11 Eylül saldırısından sonra, ABD’de Başkan George W. Bush “teröre karşı savaş” doktrinini ilan etmiş, El Kaide’nin kökünü kurutmak niyetiyle Afganistan’a askeri müdahalede bulunmuştu.

Paris’teki 13 Kasım terör saldırısından sonra, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, ülkenin artık IŞİD ile “savaş” haline geldiğini ve Fransa’nın bu düşmana karşı “acımasız” davranacağını beyan etti.

Bu “savaş ilanı”nın henüz başında, Fransa’nın IŞİD’e karşı ne gibi “acımasız” adımlar atmayı planladığı belli değil. Önceki akşam Fransız Hava Kuvvetleri’nin IŞİD’in karargâhının bulunduğu Suriye’deki Rakka kentini bombalaması, ilk tepkiyi göstermeye yönelik, ufak bir başlangıç olsa gerek.

Askeri alanda bunun ardından neler gelebileceği şu anda sadece spekülasyon konusu. Örneğin, bir kara harekâtı söz konusu olacak mı? Bunu yakında göreceğiz.

Paris saldırısından sonra herkesin aklındaki soru aynı: IŞİD’le nasıl mücadele etmeli? IŞİD’i yok etmek için nasıl bir harekat gerekiyor? Olası bir kara operasyonunda Türkiye’ye ne görev düşer? IŞİD’in savunması Suriye-Irak ekseniyle sınırlı kalır mı? Güvenlik analisti Metin Gürcan Al Jazeera için yazdı.

IŞİD, Suriye ve Irak’ta dünyanın 60 ülkesinden büyük bir coğrafyayı ve yaklaşık 6 milyonluk bir nüfusu kontrol eden, yıllık cirosu 5 milyar doları bulan devletimsi bir yapı. Bu haliyle pek çoğumuzun tanımladığının aksine terör örgütünden öte bir ‘şey’.

IŞİD, aynı zamanda özellikle taktik düzeyde (yani sahada) hem konvansiyonel (topçu/roket ateş desteğinde yapılan klasik zırhlı manevralar) hem de gayri nizami harp (küçük birlik harekâtı, terör ve meskun mahallerde muharebe) konularında etkin bir savaş makinası. Aynı zamanda bir ‘zihniyet-ideoloji’ ve ‘propaganda değirmeni’... Tüm bunlar da IŞİD’in bırakın yok edilmesini, onu tanımlanması bile güç bir asimetrik aktör haline getiriyor.

Antalya Zirvesi tüm katılımcıların terörle mücadele konusunda görüş birliği içinde olduklarının açıklanması ile sona erdi. Bu zirve dolayısı ile Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ve dolayısıyla Türkiye'nin, dünyanın önde gelen ülkelerinin liderleri ile olumlu diyaloglar içinde bulunduğunu gördük. Bu tablo ülkemiz için mutlulukla karşılanması gereken bir olgudur. 

Şimdi gözlerimiz 26'ncı dönem TBMM'nin çalışmalarına dönmek durumunda. Yeni seçilen milletvekillerinin bugün yemin etmelerinin ardından yasama organı çalışmalarına başlıyor. 

Yeni dönemde TBMM 

Bu dönemde en büyük ağırlık doğal olarak 317 milletvekili ile AK Parti'nin olacaktır. Aralarında AK Parti'yi bugünlere taşıyan yerleşik isimlerin de bulunduğu 317 milletvekili, Türkiye'nin önümüzdeki dört yılını şekillendirecek yasama döneminin belirleyicileri olacaktır.

Özellikle Başbakan ve AK Parti Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu'na bu dönemde çok ağır sorumluluklar düşmekte... Seçim zaferini icraat zaferi ile tamamlaması, Davutoğlu'nun izleyeceği siyasetin başarısına bağlı olacak. Bu konuda da en öncelikli madde, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu'nun eksiksiz bir uyum içinde bulunmalarıdır.

Malumunuz, ülkemiz çok öncesinden belli olduğu üzere G20 zirvesinde ev sahibiydi.

Dünya liderlerine bile liderlik yapan, Obama'nın yanağını sıvazlamak suretiyle ona bile ayar veren bir reisimiz olduğu için ne kadar gurur duysak az. Sonradan ‘açı yanılttı' dense de bir kere o poz girdi dolaşıma… Siz aldanmayın, Obama ve Putin'in bir kenarda ciddi ciddi Suriye meselesini konuştuğuna ve Türkiye'nin güvenli bölge tezinin reddedilmesine. Böyle zirvelerde önemli olan mimikler, basına verilen pozlar ve el-kol hareketleridir. Hele Amerikalılar, hemcinslerinin kendilerine dokunarak mesaj vermesini çok olumlu karşılar. Karşılığında 3,4 milyar dolarlık füze ihalesini Çin'den alıp ABD'ye verdik, ama değmez mi iç kamuoyuna dağıtılacak Obama'nın yanağına dokunma karesine? İnsanlar Obama ile tokalaşmak için bile ne paralar döküyor, devir P(ia)R devri sonuçta…

Obama'yı da ayrıca tebrik ediyorum. Basına baskı, ifade özgürlüğü gibi tatsız konuları böyle bir ortamda dile getirme nezaketsizliğini göstermediği için. Kapalı kapılar ardında ne söyledi bilinmez, ama diplomasi bunu gerektirir.

ABD yönetimi, kimyasal silah yalanına dayanarak 2003’te Irak’a saldırdı. Yalan çok açıktı. Örneğin, uzun yıllar Birleşmiş Milletler namına Irak’ta silah denetçiliği yapan Scott Rider’le yapılan söyleşide, bu iddialar çürütülüyor, yalan politikasının amacı gösteriliyordu. Söyleşinin Türkçe çevirisini içeren kitapçık 2002 yılının son aylarında Irak’a Savaş başlığıyla yayımlandı (Metis Yayınları). Rider, Saddam Hüseyin’le El Kaide arasında bağ olduğu iddiasının da yalan olduğunu belirtiyordu. Irak’ta dış müdahaleyle rejim değiştirmenin demokrasi yolunu açmayacağının altını çiziyordu. Kitapta, Bush yönetiminin bir kıyamet senaryosu tasarladıkları, bunun kıyamet sonrası temizlenerek yeniden doğuş inancının bir tür tezahürü olduğu vurgulanıyordu. 

ABD yönetimi bilerek ve isteyerek Ortadoğu’da kaos yarattı. Bu kaostan yeni bir düzen, büyük Ortadoğu düzeni çıkacağına inanıyordu. Türkiye’de iktidara AKP yeni gelmişti. Tayyip Erdoğan, Irak’a saldıracak ittifak içinde yer alınması için bastırıyordu. O zaman bütünüyle Erdoğan’ın iradesine tabi bir güç aygıtına dönmemiş olan AKP içindeki direnç, Türkiye’nin bu kirli savaşa bulaşmasını engelledi. Meclis’in yarısı ve gerçekleşen büyük sivil toplum hareketlenmesi, Erdoğan hükümetlerini hesabını zor verecekleri bir sorumluluktan, Tayyip Erdoğan’a rağmen, kurtardı.

Popüler İçerikler

Asgari Ücretin Açıklanmasından Sonra Cumhurbaşkanı’na Mesaj Atan Kadir İpek Gözaltına Alındı
Onedio Anketine Göre 2024 Yılının En İtici 5 Ünlüsü!
Yeni Akit Vatandaşla Dalga Geçmeye Devam Ediyor: Ekmek Zammını Duyurdukları Habere Tepki Yağıyor