Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Ortadoğu’nun her gün yaşadığı cehennemden bir sahnenin Paris’e taşınmış olması basit bir terör olayı değil. Durum çift yönlü bir sorgulamayı gerektiriyor. Müslüman dünya şiddetin kökleriyle, batı şiddetin tetikleyici ve güncel nedenleriyle yüzleşmek zorunda.

Batı’nın hala ayrıcalık, adaletsizlik ve istismar mekanizmalarıyla etkisini sürdüren sömürgeci geçmişi, nüfuz alanlarına bitmeyen askeri ve siyasi müdahaleler, kendi stratejik ve ekonomik çıkarları için tiranlar, krallar ve diktatörlerle geliştirdikleri ittifaklar, istenmeyen rejimleri değiştirme oyunları, bütün bu amaçlar için şiddete meyyal örgütlerle giriştikleri kirli ilişkiler yaratılan canavarın her bir gelişim evresine ayna tutuyor. Bu canavarın Batının özgür sokaklarında büyüyen Müslüman nesillerde karşılık bulması da bir paradoks değil. Azınlıkların artan oranda gettolaşması bir ‘intikam nesli’ doğurdu. Bu nesil Filistin’in İsrail’e kurban edilmesinden, Afganistan ve Irak’a müdahalelerin yol açtığı trajedilerden ve genel anlamda Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da halkların yüzleştiği zulümden de kendi hükümetlerini sorumlu tutuyor.

Paris saldırısı radikal İslamcı zihniyetin tüm dünyaya savaş ilan etmesi anlamına geliyor. Uluslararası siyasetteki ilk net sonucunun, bu zihniyetin “her derde deva” biçimde cisimleşmiş hali IŞİD’e karşı açılan cephenin pekiştirilmesi olacağı aşikâr. “Şeytan ayrıntılarda gizli” elbette. Birileri vaktiyle gösterilen “beysbol sopasının” yanıtının, şefkatli bir “yanak okşamasıyla” verildiği fikriyle teselli buladursun; Antalya’daki G20 zirvesinin asıl fotoğrafı, Ukrayna yüzünden “papaz olmuş” ABD Başkanı Barack Obama ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in kanepedeki hararetli muhabbeti… 

***

G20 dediğimiz, dünyanın büyük güçlerinin oluşturduğu G8’in (Rusya’yı Ukrayna yüzünden dondurmuş olsalar da) 1999’da kalkınmakta olan ekonomileri kapsayacak şekilde genişlettikleri uluslararası forum. Bu yıl Antalya zirvesi kaçınılmaz olarak cuma gecesi Paris’te IŞİD’in saçtığı dehşetin gölgesinde geçti. Talihin azizliği, Rusya, Suriye’ye müdahalesi yüzünden Körfez şeyhleri tarafından “küresel cihadın hedefi” ilan edilmişken; cihatçı Selefi terör, ilkin Moskova yerine Paris’i vurdu. Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, yaratılmasında büyük payı bulunduğu Suriye iç savaşının bumerangı kendi başkentini vurduğundan, zirveye katılamadı.

*Radikalleşme eğilimindeki kişi

Cumartesi öğleye doğru, olay yerinden gelen ilk DNA sonuçları önüne düştüğünde, Fransız istihbaratının Cihatçı eylemlere bakan bölüm şefi yanındakilere haykırdı: “Böyle bir şeyi nasıl atladınız!?”

* * *

Anlattığım sahneyi şu ana kadar hiçbir yerde okumadınız. Ben de okumadım. Ama yüzde yüz eminim ki, bu sahne cumartesi günü Fransız istihbaratında yaşandı.Nereden mi çıkardım?

Paris savcısı, cumartesi geç saatlerde gazetecilerin karşısına geçip, kimliği belirlenenlerden birinin adını açıkladı.Bu, Ömer Mustafa isimli 29 yaşında biriydi.Savcı, hiç soru almadan kürsüden indiği için gazeteciler de şu soruyu soramadı:Niye tespit edilen ilk isim buydu?Savcı cevap verseydi eminim, Fransız istihbaratında yaşanan şoku da orada öğrenmiş olacaktık.Çünkü Ömer Mustafa, “S Fişli” kişilerden biriydi ve polisin elinde onunla ilgili bütün DNA bilgileri mevcuttu.Nedeni de çok basitti.Çünkü bu kişi, istihbaratın takibindeydi.

Hatasını kabul etmek; bunu yaparken bahanelere sığınmamak önemli bir meziyet. Bizdeki özür kalıplarını bir düşünelim... “Gerekirse (ya da haksızsam) özür dilerim” vardır mesela... Söyleyene göre asla gerekmediği - gerekmeyeceği mesajını da içinde taşır. Ama hadi, büyüklük onda kalsındır. Böylelikle özür dileme kisvesi altında karşınızdakini ezebilirsiniz.

Sonuna bir ‘ama’ eklenir illa. Tamam yapmışsınızdır ama bir soralım bakalım neden yapmışsınızdır... Mutlaka sizi bir yanıltan - kışkırtan olmuştur. Böylece hem hatayı üstlenmez hem de özür dileyen olgun insan olursunuz. Bir taşla iki kuş.

Can Yayınları’nın sahibi Can Öz, bu taktiklerin hiçbirine başvurmadan, hiçbir ‘ama’ya, ‘ve fakat’a sığınmadan özür diledi dün. Tüyap Kitap Fuarı’nda Can Yayınları görevlileri 13 yaşında bir çocuğu durdurup üstünü başını aramışlardı. Çocuktan kitap filan çıkmamış, doğal olarak da sosyal medyada yer yerinden oynamıştı.

Ben de bugün burada diyecektim ki; bir çocuğu bu şekilde utandırmaya, ağlatmaya kimsenin hakkı yok. Kitap çalmış olsa bile yok. Kitap hırsızlığı en masum hırsızlıklardan biri, her fuarda da konuşulur, birçok öğrencinin parası olmadığında istediği bir kitabı ‘kamulaştırdığı’ olmuştur. Göz yumun demiyorum ama bunun için çocuk itilip kakılmaz, bir yolu yordamı vardır. Kaldı ki burada doğrudan haksız bir suçlama var. Olacak iş değil.

Dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan terör olayları gösteriyor ki herkes ektiğini biçecek.

Soğuk Savaş döneminde Batılı devletler İslam dünyasında komünizm tehlikesine karşı İslamcı örgütleri destekledi. Beslediler. Büyüttüler.

Vicdansız liderlerin günahlarının bedelini masum halk ödüyor

Bu politikalarıyla İslam dünyasının Müslüman  ve ‘daha Müslüman’ şeklinde ayrışmasına, iç çatışma yaşamasına zemin hazırladılar. Yani Müslümanlar arasında radikal grupların oluşmasına büyük katkı sağladılar.

İşleri bitince de ‘Demokrasi getiriyoruz’ diyerek bu örgütler üzerinden Müslüman ülkelere savaş açtılar. Mesela, Suudi Arabistan diktatörünü yanlarına alarak ‘İslam ülkelerine demokrasi getiriyoruz’ diye bomba yağdırdılar.

Halihazırda üç tane kömürlü termik santrali olan Zonguldak'ta bir yenisi daha bitmek üzere. İlçede yaşayanlar 'Zehirini biz soluyoruz, ekmeğini onlar yiyor' diyor.

Yukarıdaki fotoğraf Zonguldak’ın kuzeydoğusunda yer alan Çatalağzı ilçesine ait. Sırayla hepsi işleyen ve inşaat halindeki kömürlü termik santraller.

Çatalağzı’na yaklaştıkça önce yükselen dumanı görüyorsunuz ardından hava kirliliğini genzinizde hissediyorsunuz. Zaten Greenpeace’in 2014’te ilçede yaptığı ölçüme göre hava kirliliği Dünya Sağlık Örgütü’nün güvenilir limitinin üç katı.

Türkiye’nin en verimli taş kömür madenlerinin yer aldığı Zonguldak’ın hayatı “kömür ekmektir” sloganı üzerine kurulu.

Kent, aynı zamanda cumhuriyet tarihinin ilk kömürlü termik santralinin de yapıldığı yer. Çatalağzı ilçesine ilk kez 1946’da devlet eliyle termik santral (ÇATES) kurulmuş. Küçük çapta elektrik üreten bu santral kullanım ömrünü bitirince 1991’de kapanmış. Ardından yine devlet eliyle aynı yere yenisi yapılmış, şimdi onu da Elsan firması satın almış.

Ancak kenti nefes alınmaz hale getiren, 2010’da Eren Holding’in 1390 megavat gücünde kurduğu iki termik santral (ZETES 1-2) olmuş. Üstelik 2016’da bitmesi planlanan 1400 megavat gücünde yeni bir santralin daha inşaatı bitmek üzere.

Firma, daha ucuz olduğu için, yurtdışından kömür ithal ediyor. İthal ettiği kömür için de bir liman yapmış, kamyonlar vızır vızır kömür taşıyor.

G20 zirvesini takip etmek üzere Antalya’dayız. Zirveye bir gün kala Fransa’da gerçekleşen saldırı, Türkiye’nin gayreti ile gündeme gelen başlıkları, bir anlamda herkesin gündemi haline getirdi.

Olup bitenin nereye gideceği konusunda Türkiye’nin samimi uyarıları ve çağrıları bugüne kadar yeterince karşılık bulmadı. Türkiye peş peşe saldırılara uğradı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın hatırlattığı gibi Ankara’da, Suruç’ta, Diyarbakır’da ve daha pekçok yerde ağır terör saldırılarıyla karşı karşıya kaldı. Desteklenmek ya da en azından anlaşılmak bir yana, son derece haksız suçlamalara muhatap oldu.

Paris saldırıları sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı açıklamanın çerçevesi, G20 zirvesine de damgasını vurmuş görünüyor. İki önemli vurgu; öncelikle terörle ilgili din, ırk ya da benzeri bir ayrım yapmadan aynı acıyı paylaşmak. İkincisi terörle mücadelede samimi bir işbirliği.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Barack Obama ile görüşmesinin ardından tüm dünyaya çok önemli ve net mesajlar verdi. Sıradan değil, kolektif bir terörle karşı karşıya olunduğunu, sadece Fransa’ya değil tüm insanlığa yönelik bir saldırı olduğunu ifade etti. Zirveden de bu anlamda net ve kesin bir mesaj çıkacağına dair beklentisini ortaya koydu.

Paris saldırılarından sadece birkaç saat sonra RTE (elbette makam sırasına göre ondan sonra da Davutoğlu) sahneye çıktı. Her iki isim de terörü lanetledi. Avrupa’yı da, “Türkiye’nin yanında teröre karşı mücadele etmeye” çağırdı.

Mesaj, yandaş medyada alkışlarla karşılandı. Sadece yandaşlarda mı? Hürriyet bile alkış tuttu. Hatta Ahmet Hakan “çok net, çok sert bir tavır koydular” diye “BRAVO” dedi. Türkiye’nin liderleri teröre taviz vermiyorlardı! Avrupa sesimizi duymalıydı! Vs. vs. 

Sözüm Meclis’ten dışarı.. Son birkaç günkü köşesine bakınca, neyi neden yazdığını (yazmak zorunluluğu hissettiğini) anladığım için Ahmet Hakan’dan da dışarı.. 

Ancak, medyamızda / toplumumuzda çok ciddi bir RUHSAL / ZİHİNSEL BOZUKLUK gözleniyor. Örneğin Asperger Sendromunu andıran belirtiler görülüyor. 

Zira bütün bu gelişmelerde neden / sonuç ilişkisi kurulmuyor. Kurulmayınca iki AYNI OLAY, birbirinden kopukmuş gibi algılanıyor.

Uzatmayayım, Paris saldırısı sonrasında RTE ve Davutoğlu’nun tavrını alkışlayanlar Ankara katliamını es geçiyorlar. Bu ikilinin, Ankara katliamı sonrasında getirdiği yayın yasağını..

Kelepçe… Kendisine “dindarım” diyen, yeni muktedirlerin zevk aracı. Birilerini kelepçeleyip, ardından görüntüleri izlemekten zevk alıyorlar. Mutlu oluyorlar.

Nereden mi biliyorum?

Manisa’daki rezaletin aynısı, tutuklandığım gün ve sonrasında bana da yaşatıldı. Oradan biliyorum. Bir polis, mahkeme salonunda bileklerime kelepçe takarken, sakallı olanı, –Ömer’di sanırım– cep telefonu ile çekime başladı. Koridorda ise her açıdan video kaydı yapıyordu. “Bu kadarı Ankara’ya yeter” sesiyle çekime son verdi. “Yeter” diyen sağımdaki meslektaşıydı.

Görüntüler, önce İstanbul’a, sonra Ankara’ya iletilmiş. Belli ki birileri emir vermiş. Bu anı, kelepçeli bileklerimi izlemek istemiş.

Sakallı Ömer’in görevi, beni cezaevine götürmekti. Yasa ona, bunu emrediyordu. Cep telefonuyla, çekim yapmak işi olmadığına göre, o “tarihî anı” kimin için kaydetmişti acaba?

Bakmayın Manisa’daki başörtülü kadınlara kelepçe takıldığı için bazılarının verdiği tepkiye. Ankara’dan emir alınmadan o kelepçelerin takılamayacağını, onlarda çok iyi biliyor.

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) askerî gücü olan Peşmerge, geçtiğimiz hafta Şengal'i DAEŞ'in elinden 36 saat içerisinde kurtardı.

IKBY'nin önde gelen medya grubu Rûdaw'da yayınlanan habere göre Türkiye, Peşmerge'ye en fazla desteği sunan ülke konumunda.

Resmî kaynaklardan geçilen bilgilere göre, bugüne kadar 4 farklı merkezde, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ile Kürdistan Yurtseverler Birliği'nden (KYB) toplam 2 bin 308 Peşmerge, Türkiye'nin verdiği askeri eğitimden geçti. 

'Türkiye bu sayıyla, en fazla Peşmerge'ye eğitim sunan ülke durumunda' diyen Rudaw, 'Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) uzmanları tarafından verdiği eğitimin konuları arasında havan, uçaksavar, ilkyardım, meskun mahalde muharebe, el yapımı patlayıcılar, ani müdahale ve topçuluk yer aldığını belirtiyor.

Haberde, Türkiye'den Peşmerge'ye giden askerî malzemeler de şöyle sıralanmış: 

'16 Şubat 2015: 500 adet çöl botu, 500 adet kamuflaj elbisesi, 500 adet kamuflaj sırt çantası, 500 adet panço, 500 adet kamuflajlı mühimmat yeleği, 500 adet uyku tulumu, 1000 adet matara, 500 adet fanila, 500 adet parka, 65 adet soğuk iklim çadırı, 15 adet mayın arama dedektörü, 65 adet pusula, 150 adet harita çantası, 150 adet dürbün ve toplam 22 adet muhtelif model gece görüş dürbünü.

13 Nisan 2015: 15 adet pikap. 3 çadırkent 200 bin göçzede.'

Popüler İçerikler

151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı
İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!
Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti