Ortadoğu’nun her gün yaşadığı cehennemden bir sahnenin Paris’e taşınmış olması basit bir terör olayı değil. Durum çift yönlü bir sorgulamayı gerektiriyor. Müslüman dünya şiddetin kökleriyle, batı şiddetin tetikleyici ve güncel nedenleriyle yüzleşmek zorunda.
Batı’nın hala ayrıcalık, adaletsizlik ve istismar mekanizmalarıyla etkisini sürdüren sömürgeci geçmişi, nüfuz alanlarına bitmeyen askeri ve siyasi müdahaleler, kendi stratejik ve ekonomik çıkarları için tiranlar, krallar ve diktatörlerle geliştirdikleri ittifaklar, istenmeyen rejimleri değiştirme oyunları, bütün bu amaçlar için şiddete meyyal örgütlerle giriştikleri kirli ilişkiler yaratılan canavarın her bir gelişim evresine ayna tutuyor. Bu canavarın Batının özgür sokaklarında büyüyen Müslüman nesillerde karşılık bulması da bir paradoks değil. Azınlıkların artan oranda gettolaşması bir ‘intikam nesli’ doğurdu. Bu nesil Filistin’in İsrail’e kurban edilmesinden, Afganistan ve Irak’a müdahalelerin yol açtığı trajedilerden ve genel anlamda Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da halkların yüzleştiği zulümden de kendi hükümetlerini sorumlu tutuyor.