Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Avrupa Birliği mülteciler krizini Türkiye’nin yardımı olmadan çözebilir mi?

Cevap çözebileceği olsaydı, diplomatik heyetler Brüksel ve Ankara arasında son beş yıldır hayal edilmeyecek sıklıkta mekik dokuyor olmazdı.

Fazla yüzeysel bir değerlendirme mi oldu? O halde biraz derine inelim.

Avrupa kapılarına dayanan mülteciler sadece Suriye’den gelmiyor.

AB açısından bakınca ufuktaki daha büyük sorun, Sahra-altı Afrika’dan yükselmeye başlayan büyük göç dalgası.

Bu nedenle mesela Malta’da dün başlayıp bugün devam edecek toplantıda AB üyeleri bir grup Afrika ülkesiyle görüşmelere başladılar.

Onlara önerdikleri, aslında ilk başta Türkiye’ye önermeye kalktıkları plan: Siz mültecileri Afrika’da tutun, parası bizden.

Silvan'da yaşanan ve artık eski tarz bir “tenkil” operasyonu halini alan saldırıya karşı ülkenin batısındaki sessizlik sadece ya da basitçe bir duyarsızlık, bir aldırmazlık meselesi değil. Aslında tam da böylesi bir sessizliği sağlayacak, son yıllarda, özellikle de Gezi direnişi sonrasında Kürtlerin talep ve haklarına dair “batıda” oluşmuş ilgi ve sempatiyi pasifize, hatta paralize edecek adımların yakın geçmişte bir bir atıldığını gördük. Suruç da Ankara da “batıdan” Kürtlere uzatılan dostluk ve dayanışma ellerinin vahşice kesilmesine dönük hamleler değil miydi? Seçim öncesinde, özellikle de Ekim başında “batı” illerindeki HDP'ye dönük provokatif saldırılar, milliyetçi-şoven sokak eylemleri hep “batıda” savaşa karşı tepkilerin, Kürtlerin özlem ve acılarına dair sempatinin önünü almak, sokağı bunlara kapatmak için gerçekleştirilmemiş miydi? O zaman sorunumuz “doğal” bir vicdansızlık ya da duyarsızlık değil. Bir kolektif vicdan meselesiyle değil, siyasal bir sorunla karşı karşıyayız. Operasyon ve özellikle sivillere karşı saldırıların böyle “rahatça” yürütülmesine bir nebze dahi olsa mani olacak savaş karşıtı sözlerin, tepkilerin susturulması girişimlerini nasıl boşa çıkartmamız gerektiği sorunuyla.

Dün basına, kelepçelenerek gözaltına alınan iki kadın fotoğrafı yansıdı. Kadınlar başörtülüydü. Kelepçelenmelerini gerektirecek bir durum yoktu ama kelepçelenmişlerdi. Kelepçeli ellerini havaya kaldırarak poz veren FETÖ’nün o sevimsiz eski emniyetçi ekibinden sonra elleri kelepçeli, başların önlerinde bu iki kadın fotoğrafı iyi iş yaptı.

Doğan Medyasının bile desteğini çektiği FETÖ/PDY’ye son günlerinde moral oldu bu iki fotoğraf. Kıskıvrak yakalanmışken son bir medya hamlesi, algı operasyonu ve manipülasyon fırsatı daha...

28 Şubat günlerinde genç kızlar sadece ve sadece başörtülü oldukları için kelepçelenirken sesini çıkarmayan hatta oh çeken bazıları ise söz konusu fotoğraflardan hareketle “başörtülülere kelepçe” diyerek aklı sıra işin aslını örtmeye, o iki kadının gözaltına alınma sebebini gizlemeye çalışıyor.

Dün sosyal medyadan da ifade ettim; elden kaçırma tehlikesi yokken, kanuni bir zorunluluk da değilken ille de kelepçe takmak yanlıştı. Bu hareket, paralel medya ve destekçisi bir avuç “distribütör aydına” olayı maniple etme fırsatı verdi.

İktidara yakın TV kanallarından birinde, 1 Kasım seçimlerini AK Parti kazandığı için üzülenlerin listesini yayınlamışlar.

Listedekilerden biri de benim. Peki AK Parti’nin kazanmasına gerçekten üzüldüm mü?

Evet üzüldüm. Esasında kötülüğün bu kadar rağbet görmesine üzüldüm. Nobranlığın, kabalığın, zevksizliğin, çıkarcılığın el üstünde tutulmasına üzüldüm.

Yıllardır ağızlarını her açışta ‘toplumun değerleri’ diyenlerin, bu değerleri iktidar uğruna harcanmasına üzüldüm. Bunca yolsuzluk iddiasının görmezden gelinmesine üzüldüm.

‘Oğlum paraları sıfırladın mı?’ cümlesinin yaşadığım ülkede utanç duygusu yaratmamış olmasına üzüldüm. Soma’da iktidarın ihmalleri sonunda oğlunu, babasını, kardeşini kaybeden o çaresiz insanların, bir lokma ekmeği de kaybetmemek için yakınlarının katiline oy vermek mecburiyetinde kalması beni kahretti.

CNN'in 'Türk olmayanı'na çıkmış Başbakan Ahmet Davutoğlu.'Buyurun' demiş, 'istediğinizi sorun'.

*

Christiane ablamız da sözünü hiç sakınmamış, sormuş da sormuş.Mesela şöyle sormuş:“Erdoğan ve AKP, Türkiye içinde ve Türkiye dışında... Anlayışsız, zorba, otokrat, ayrılıkçı, kavgacı ve paranoyak diye tanımlanıyor... Ne dersiniz?”

*

Böyle bir soru CNN’in Türk olanında sorulsa...Abdurrahim Boynukalın yerden söktüğü koca taşı kaptığı gibi soluğu bizim binanın önünde alır ve kırılmadık cam çerçeve bırakmazdı.Fakat soru, CNN’in Türk olmayanında sorulunca...Abdurrahim dahil kimseden “çıt” çıkmadı.

*

Böyle bir soru, CNN’in Türk olanının Nevşin bacısı tarafından sorulsa...Hükümet yanlısı medyanın bütün sürmanşetleri “Nevşin işinden atılsın, Türkiye’den sürülsün, hatta yetmez recmedilsin” diye inlerdi.Fakat soru, CNN’in Türk olmayanının Christiane ablasından gelince...Yandaş medyanın tümü dut yemiş bülbül kesildi maşallah...

Dün bu yılın ilk dokuz aylık cari açık rakamları açıklandı. Buna göre Ağustos ve Eylül aylarında sırasıyla 27 ve 95 milyon dolar cari fazla verilmesine rağmen Ocak- Eylül döneminde toplam cari açık 25,5 milyar dolar oldu.

Yeri gelmişken cari açığın ne olduğunu hemen hatırlatalım…

Hatırlayacaksınız cari açık, bir ülkenin ürettiğinden fazlasını harcaması anlamına geliyor. Dolayısıyla bu yılın ilk dokuz ayında 25,5 milyar dolar ürettiğimizden daha fazla harcama yaptığımızı söyleyelim.

Şimdi gelelim dokuz ayda 25,5 milyar dolar olan cari açığı nasıl finanse ettiğimize…

Bildiğiniz gibi cari açığı olan ülkeler, dünyada cari fazla veren ülkelerden borçlanarak ve mevcut döviz rezervlerini kullanarak cari açıklarını finanse ederler. Ama Türkiye’de durum farklı. Çünkü bu yılın ilk dokuz ayında ortaya çıkan 25,5 milyar dolarlık cari açığın 13,4 milyar dolarlık kısmının ödemeler bilançosundaki net hata ve noksan kaleminden karşılandığını görüyoruz.

“Bizi AKP’ye yakınlaştırmak isteyen bir damar var.”

Bir süredir HDP tabanında konuşulan ama yönetimde dile getirilmeyen bu eleştiri, 1 Kasım seçimlerinde kaybedilen 2.3’lük puanın ardından parti organlarında yüksek sesle konuşulmaya başlandı.

Hafta sonu yapılan PM ve MYK toplantılarında masaya yatırılan konulardan birisi de bu oldu. Daha doğrusu parti yönetimindeki bazı isimler eş genel başkanların yüzüne karşı düşüncelerini açıkça söyledi. 7 Haziran seçimlerinde ‘ertelenen’ aday belirleme yöntemine yönelik eleştiriler gün yüzüne çıkmaya başladı da diyebiliriz.

Parti organlarında isimlendirilmedi ama kulislerde kimler olduğu söyleniyor ve eleştirilerin dozu artırılarak sürüyor. Bardağı taşıran damla ise 1 Kasım’ın hemen ardından Erdoğan’ın yeniden gündeme getirdiği başkanlık sistemine “ABD ve Meksika modeli olursa destekleriz” diyerek destek veren iki isim oldu: Celal Doğan ve Dengir Mir Mehmet Fırat. Doğan eski CHP’li, Fırat ise AKP kurucularından. Partide en çok merak edilen konulardan birisi de bu isimleri ‘kimin getirdiği’.

Doğan’ın Taha Akyol ile çıktığı televizyon programındaki konuşması da partide rahatsızlık yaratmış. “Parti programını da mı okumadı” sözü birçok HDP’linin ağzından dökülüyor.

Yarından itibaren dünyanın gözü kulağı Antalya’da olacak. G-20 zirvesi, dünya siyasetini ve ekonomisi yöneten liderleri, kurumları Antalya’da bir araya getiriyor. Geçen yazımızda Türkiye’nin başkanlığının bir dönüm noktası olacağını söylemiştik; çünkü bir yıldır yapılan çalışmalar sonucu üretilen bilimsel ve idari çalışma metinleri, seçilen başlıklar ve ana tema bize bunu gösteriyor. 

Bu anlamda Antalya’yı gelişmekte olan ülkelerin, bundan sonrası için, referans alacağı bir başlangıç ilan edebilir miyiz sorusunun cevabı bu hafta sonu ortaya çıkacak. Antalya’da kapsayıcı büyüme ana başlığı üzerinden ekonomik sorunlara yaklaşılacak. 

Kapsayıcı büyüme kavramı, özellikle 2008 krizinden sonra, Dünya Bankası, BM Kalkınma Programı metinlerine girmiş bir kavram. 2008 krizinin, yalnız bir gelişmiş ülkeler finans krizi olmadığını, 1929 ekonomik krizinden daha yaygın ve kapsayıcı bir gelir dağılımı bozukluğunun sonucu olduğu gibi, bu gelir dağılımı bozukluğunu sürekli yeniden üreterek sürdürülemez bir yoksulluğa yol açacağını sistemin ideolojisini üretenler keşfetti.

Suriye cephesinde önemli gelişmeler yaşanıyor.

Cumartesi günü Viyana'da yapılacak toplantıya Rusya'nın, ”Esed'li geçiş” planı sunacağı belli oldu. Ama bu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ortaya attığı ”Esed'li geçiş süreci”nden farklı. Daha sonra bir devlet yetkilisinin parametrelerini paylaştığı plana göre, 6 aylık bir geçiş süreci öngörülüyordu. Bu süre zarfında Suriyelilerden oluşacak bir birim, süreci yönetecek, ülkeyi Esed sonrasına hazırlayacaktı. Bu süreçte Esed'in istihbarat ve silahlı kuvvetler üzerindeki yetkileri alınacaktı. Suriye seçimlere hazırlanacak, aynı zamanda Esed'in savaş suçlusu olarak yargılanıp yargılanmayacağı, ailesiyle birlikte başka bir ülkeye gidecekse, bu ülkenin hangisi olacağı tespit edilecekti.

Başkan Obama'nın, Putin'e ilettiği plan buydu. 

Rusya'nın, Suriye'de operasyonlarını sürdürdüğü bir sırada Viyana'da ABD, Rusya, Türkiye ve Suudi Arabistan'ın katıldığı bir toplantı yapıldı. Viyana'daki toplantıda görüldü ki, Esed rejimini koruyucu kanatları altına alan Rusya ve İran, “Esed'siz geçiş”i tartışmaya yanaşmıyor. İşin ilginç yanı İran'ın hiçbir formülünde Esed'siz bir geçiş ve Esed'siz bir Suriye öngörülmüyor. Ayrıca, ”Esed'siz Suriye'yi” tartışabileceğini söyleyen Rusya da ”Esed'li geçiş süreci”nden yana.

Ta­rih; 8 Ka­sım Pa­zar­te­si… 

Sa­at; 05.30…

An­tal­ya-Ke­me­r’­de­ki Fa­me Re­si­den­ce Ote­li­’nin ko­nuk­la­rı, ta­til­de ol­ma­nın da ra­hat­lı­ğıy­la de­rin uy­ku­da­lar…

On­lar­dan bi­ri de 85 ya­şın­da­ki Ali Ni­hat Öme­roğ­lu…

Ama o da ne?

Yı­lın son gü­neş­li gün­le­rin­den ya­rar­la­nıp ka­fa­sı­nı din­le­mek için

Ke­me­r’­i ter­cih eden kalp, tan­si­yon ve şe­ker has­ta­sı yaş­lı ada­mın oda ka­pı­sın­dan “güm, gü­m” di­ye ses­ler gel­me­ye baş­lı­yor.

Ön­ce rü­ya gör­dü­ğü­nü, son­ra da yan oda­nın ka­pı­sı­nın yum­ruk­lan­dı­ğı­nı dü­şü­nüp, tek­rar uy­ku­ya dal­ma­ya ça­lı­şı­yor.

Ama ses­ler ke­sil­me­di­ği gi­bi, oda te­le­fo­nu da zır zır ça­lı­yor.

Bu­nun üze­ri­ne te­laş­la ya­tak­tan fır­lı­yor.

Te­le­fon­da­ki re­sep­si­yon gö­rev­li­si “He­men aşa­ğı­ya ge­lin, çok önem­li bir du­rum var. Po­lis si­zi bek­li­yo­r” di­yor.

“Çok önem­li du­ru­m” uya­rı­sı­nı alın­ca, emek­li işa­da­mı ade­ta pa­ni­ğe ka­pı­lı­yor. Ya­kın­la­rın­dan bi­ri­nin ba­şı­na bir şey ge­le­bi­le­ce­ği­ni, ya da hak­kın­da bir if­ti­ra atıl­mış ola­bi­le­ce­ği­ni dü­şü­nür­ken bu kez kal­bi “güm gü­m” at­ma­ya baş­lı­yor. Tan­si­yon ve şe­ke­ri­nin hız­la yük­sel­di­ği­ni his­se­di­yor.

Üs­tü­nü bi­le de­ğiş­tir­me­den, ya­tak kı­ya­fe­tiy­le re­sep­si­yo­na ko­şu­yor.

Popüler İçerikler

Almanya’daki Saldırıyı Kim Yaptı? Noel Pazarı Saldırganının Kimliği ve Röportajı Ortaya Çıktı
Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı