Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Bugün gazetesi kayyum eline düşmezden önce benimle uzun bir mülâkat yapmıştı. Bu “gazetecilik” tuhaf bir meslek! O uzun konuşma içinde hiç önemi olmayan bir kavram, “kandırılma”, çarpıcı göründüğü için mi, Tayyip Erdoğan’ın durmadan kandırılmasına (“Cemaat” kandırdı, “Kürtler” kandırdı, muhtemelen “IŞİD” de kandırdı) “paralel” düştüğü için mi, her nedense, manşete çıkınca, ortaya benim anlatmaya çalıştığım şeyden çok farklı bir durum çıktı. Bunun anlaşıldığı şekilde “kandırılmış” filan değilim. Bu ülkede “İslâmcı” denilecek siyaset üstüne yıllardır düşündüğüm düşüncelere uygun davrandım. Tayyip Erdoğan komutasında AKP’nin siyasetini, Türkiye’de demokratik gelişmeye olumlu katkıda bulunduğu sürece ve o ölçüde destekledim. AKP bu çizgiyi terkedince ben de buna göre tavır aldım.

Suriye’deki savaştan kaçarak 2011’den bu yana Türkiye’ye geçen sığınmacıların sayısının 2.1 milyon olduğu; 10 ilde kurulan 25 kampta Kasım başı itibariyle 260 bine yakın Suriyeli sığınmacının barındığı biliniyor.

Demokratik bir toplumda bütçe harcamaları şeffaf olur. Peki, 2011’den bu yana sığınmacıların bütçeye tam olarak maliyetinin ne olduğunu biliyor muyuz?

Başbakan Davutoğlu’nun Mart 2014’de yazılı bir soru önergesine verdiği yanıtta, maliyetin 2.5 milyar doları aştığı belirtiliyor. Bundan altı ay sonra,  yardım organizasyonunu yürüten AFAD’ın Ekim 2014’de yayımladığı Suriye İnsani Yardım Raporu’nda maliyet 4.5 milyar dolar (4.519.574.666 dolar olarak kuruşu kuruşuna) olarak belirtilirken, 20 Ekim’de Cumhurbaşkanı Erdoğan bu sayının 8 milyar dolar olduğunu ilan etti. Yani bugünkü kurlarla 23 Milyar TL. Peki, ne oldu da böyle oldu? Hesabı mı tutamadık? Yoksa pazarlıklarda maliyeti yüksek mi gösteriyoruz?

Çok yoğun bir süreci atlatan Başbakan Ahmet Davutoğlu dinleniyor.

Ailesiyle birlikte muhtemelen hafta başına kadar biraz yorgunluk atacak.

Hükümeti kurmakla görevlendiril-mesine kadar geçecek süre içinde de dış basını da önceleyerek daha çok mülakatlarla mesajlarını verecek.

Ankara saldırısı başta olmak üzere Türkiye’yi dünyanın gündeminde terör-şiddet ve kutuplaşma başlıklarıyla tutan gelişmeler söz konusu uzunca bir süredir.

İçeriden dışarıya yansıyan bu tablo, Batı kamuoyu nezdinde Türkiye ve Ak Parti algısında kemikleşmeye yol açıyor.

CEVAP veriyorum:

Hiçbir şeyi...

-Seçimden önce de “Hukuk devleti ve herkesin güven duyacağı bir yargı” diyordum, seçimden sonra da aynısını demeye devam.

-Seçimden önce de “Özgürce yazıp çizmek, özgürce tartışmak” diyordum, seçimden sonra da aynısını demeye devam.

-Seçimden önce de “Zorbalığa hayır, demokrasiye evet” diyordum, seçimden sonra da aynısını demeye devam.

Sevgili okuyucularım, 1 Kasım akşamı seçim sandıklarının açılma saati gelmişti.

Tayyip-Ahmet ikilisi başta olmak üzere hepsinin kalbi patır kütür atıyordu çünkü 7 Haziran yenilgisi sonrasında bu onlar açısından son şans idi.

Ya batacaklar ya çıkacaklardı.

Battıkları, yani sandıktan 7 Haziran benzeri bir sonuç çıktığı takdirde iş kötüydü.

Ama bir mucize gerçekleşip çıktıkları takdirde her şey yeniden başlayacak ve kaldıkları yerden devam edeceklerdi…

İlk gelen sonuçlar olumluydu ama bu durum korkuyu yenmelerine yetmiyordu. Bekledikçe, sonraki sonuçları gördükçe sevinçleri artmaya başladı.

Haziran üzerine çok şey yazıldı. Siyaset tecrübesinin devreye sokulmaması, nasılsa kazanırız özgüveni ile hareket edilmesi, siyaset teorisi ile sahadaki pratik arasındaki farkın göz ardı edilmesi gibi birçok etkeni gözlemleyen de aktaran da çok oldu. Özetle; 7 Haziran'da “Yeni AK Parti” teması halk tabanında destek bulmadı. “Yeni” olanın içi “eskisinden daha iyi” dedirtecek bir içerikle doldurulamadı. Bu kıyaslamanın vardığı boyutu en iyi anlatan yazı Yıldıray Oğur'un 21.09.2015 tarihli “Ak Parti'nin En Büyük Kozu” başlıklı yazısıdır. Oğur'un “AK Parti'nin yeni aday listesiyle içine kapanması, onu değil bunu aday yapmasının sonuca tayin edici bir etkisi olmayacak” şeklinde özetlediği fikirlerin tam tersi gerçekleşti.

YÜZDE 49 buçuğun yol açtığı kaygı bozukluğunu hafife almışım. 

Siyasi iktidar kaybı, başka arzu ve iktidarları da söndürüyormuş. Olay, komşumda baş gösteren seçim stresine bağlı uyku düzensizliği, cinsel isteksizlik, iştah dağınıklığı, moral çöküntü ve libido kaybından daha tehlikeli  boyutlarda.

Bedbinliğin, depresyonun, göze uyku girmemesinin, sinirlerde laçkalaşmanın, ileriye odaklanamamanın... Kısacası, melankoliye eşlik eden yemeye-içmeye ve Woody Allen filmlerine vurmanın hangi seviyelerde seyrettiğini, bir komşumun hallerinden bir de ortamın şaka kaldırmamasından anlıyorum.

'Sesini yükselt!' anlamına gelen “SpeakUp”, Avrupa Birliği’nin (AB) ifade ve medya özgürlüğü alanında düzenlediği konferansların da adı. 

3-5 Kasım’da Brüksel’de üçüncüsü yapılan toplantı, bu kez Türkiye ile Batı Balkan ülkelerinden, 300’e yakın gazeteci, hukukçu ve akademisyeni bir araya getirdi. 

Gazeteciliğin her türlü baskıyı (siyasal, yargısal, fiziksel) en şiddetli düzeyde yaşadığı bir dönemde, Türkiye’den davetli olduğum bu toplantıyı karmaşık duygu ve düşüncelerle izlediğimi söylemeliyim.

7 Haziran seçim sonuçlarını AK Parti için küçük ölçekli bir deprem olarak nitelemiştim. Seçmen hem AK Parti'yi uyarmış, hem de toplumda biriken gerilimi azaltarak 'sandıkla' da değişim olabilir duygusu yaratmıştı.

Bu gerçeği muhalefet cephesi görmedi. Ve tam aksini yaptı, siyaset üretmediği gibi, siyaset kanallarını bile tıkadı. Ve 1 Kasım'da büyük bir depremle sarsıldı. Muhalefet partilerinin 1 Kasım'da yaşadığı depremin ayak seslerini 7 Haziran'dan hemen sonra 14 Haziran 2015'te yazmıştık:

Dink Ailesi’nin avukatı Hakan Bakırcıoğlu hazırlanan son iddianame ve gelişmeler hakkında kamuoyunu bilgilendiren bir metin paylaştı.

Sekiz yıldır devlet içi başka kavgaların aparatı hâline getirilmiş adalet talebimiz hakkında fikrimiz budur. Tuttuğu köşeden rakibine yumruk atmak için acılarımızı meze yapan zavallıları değil bu gerçekliği dikkate almanızı dilerim.

İstanbul ve Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü, EGM İstihbarat Daire Başkanlığı, Trabzon İl Jandarma Komutanlığı, İstanbul Valiliği ile MİT Trabzon ve İstanbul Bölge Başkanlığı görevlilerinin Hrant Dink cinayetinde sorumluluklarının bulunduğu delilleri ile birlikte açıkça ortada olmasına rağmen yalnızca Trabzon İl Jandarma Komutanlığının sekiz görevlisi hakkında dava açılmıştı.

Popüler İçerikler

Otoyol ve Köprü Geçiş Ücretlerine Zam!
Tiryakinim’i Bayhan'dan Daha İyi Söyleyebileceğine Kanaat Getiren Yeliz Yeşilmen Performansıyla Topa Tutuldu
Survivor Aleyna Kalaycıoğlu Elenir Elenmez O İsmi Takipten Çıktı!