Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin kronik sorununu yeni dönemde “milli birlik ve kardeşlik süreci” olarak tanımladı. Ardından da “Terör örgütü silahlarının bırakıp, toprağa betonlayarak gömene kadar, tüm elemanları teslim olmak veya ülke dışına çıkmak suretiyle tasfiye olana kadar bu mücadeleyi sürdüreceğiz” dedi. Nitekim Başbakanlık açıklamasında “operasyonların kışın da devam” edeceğini bildirildi. 

Elbette mücadelenin birden fazla ayağı var. Güvenlik, ekonomi, kamu diplomasisi, dış politika ve anayasal/yasal düzenlemeler. Her ne kadar bu günlerde en fazla şehir eylemleri, kara ve hava operasyonları işitiliyor olsa da önümüzdeki günlerde ağırlıklı olarak “yeni anayasayı” tartışacağımız açık. Mevzu, sonuçta  “milli birlik ve kardeşlik süreci” ile alakalı.  

Gündelik tartışmalar bir yana, çözümde ilerleme kaydedebilmek, stratejik düzeyde dört temel soruya cevap bulabilmekle mümkün görünüyor. İlk olarak, “milli birlik ve kardeşlik süreci”nin varacağı nokta, önerilen model, yeni anayasada başkanlık sistemiyle nasıl ilişkilendirilecek?

Bundan yıllar yıllar önce... Bir sahil kasabasında, bir tahta masada... 

Henüz kim olduğunu hiç bilmediğimiz bir adamla, tesadüfen bir araya gelmiş ve uzun uzun basın özgürlüğü üzerine konuşmuştuk. 

O masaya oturmamıza vesile olan ortak arkadaşımız kulağımıza onun bir yayınevi sahibi olduğunu ve iktidar yanlısı gazetelerden birinde köşe yazdığını fısıldamıştı, o kadar. 

O zaman henüz başbakan olan Cumhurbaşkanı’nın sağ koluymuş gibi konuşuyordu. 

Sanki onun bir nevi gayri resmi danışmanıydı. 

Sanki biraz palavra sıkıyordu. 

Anlattıklarına bakılırsa Başbakan’ı çok yakından tanıyordu ve attığı her adımın arkasında duruyordu. 

Başbakan’ı tanısak biz de çok severdik, öyle diyordu. 

O aslında şahane, adil ve vicdanlı bir insandı. Şefkat doluydu. Adeta bir kanatsız melekti.

Hayatın hemen her noktasında elbette mühimdir ama bazı mesleklerde ‘şans’ faktörünün ayrı bir önemi vardır.

Gazetecilik öyledir mesela... ‘Haber şansı’ kavramı vardır bizde.

Ya da hakemlik... “Hakem şansı yanında olsun” diye bir dilek vardır futbolda.

Birazdan aktaracağım örnek gösteriyor ki, ‘siyasetçi’nin de şanslısı ya da şanssızı var.

***

Muhtemelen yurdun başka noktalarında da benzer örnekler vardır ama Kahramanmaraş’taki tablo ‘şans’ faktörünün politikadaki yerini çok net şekilde koyuyor ortaya.

Kahramanmaraş 8 milletvekili gönderiyor Ankara’ya.

Gülten Akın adı benim için iyi şairle iyi dostun birleştiği olağanüstü bir insan demektir.

İyi dost olduğu kadar iyi insandır. İyi şair olduğu kadar iyi yazardır. Şiir üstüne yazdıkları birçok şair için rehber görüşlerle, saptamalarla doludur.

Belleğinde çok şiir olanlardan değilim, ama en çok kimden dizeler vardır diye sorsanız düşünmeden Gülten Akın adını veririm.

Türk ulusunu, hepimizi tanımlamak için onun tek dizesi yeter: “Kaç Eyüp şaşkına döner sabrımızdan.”

Şiiri üzerine çok yazdım, ama dün yazdıklarıma bakarken eksik yazmışım, diye mırıldandım. Çünkü onun şiiri daha çok yazıyı, daha çok yorumu, daha çok değerlendirmeyi hak ediyor.

Türk şiirini, Türk şairlerini, çağın bütün acısını, ustalara özgü bir bilinç ve algılama ile yazan biri; şiiri kadar, diğer yazdıklarıyla, söyledikleriyle de silinmeyen etkisini bize yaşatır.

Şiiri, şairliği üzerine birçok yazı çıkacaktır. Hepsi birbirinden önemli yazılar olacaktır...

Geçtiğimiz gün (4 Kasım) ABD’nin DAEŞ’e karşı ‘Doğal Kararlılık Operasyonu'nun sözcüsü Albay Steve Warren’in, “Artık PYD’ye silah vermeyeceğiz, Arap muhaliflere vereceğiz” açıklaması medyaya olumlu yansıdı.

Ancak ne kadar güvenilir olduğunu tartışmak gerek.

İki soru durumu aydınlatır:

ABD neden politika değiştirdi?

Silah verilen Arap gruplar kim?

ABD’nin ‘politika değişikliği’ dediği açıklama öncesi üç gelişme önemli:

15 Temmuz’da İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (HRW), “YPG ’çoğu 15 yaşından küçük’ kız ve erkek çocukları asker olarak kullanıyor ve uluslararası yasaları ihlal ediyor” raporu yayınladı. Bu, ‘ABD silahları çocuk askerlerin ellerine veriliyor’ anlamına geliyordu.

AKP’nin seçim zaferine herhalde AKP’lilerden sonra en çok piyasalar sevindi. Pazartesi günü dolar bir günde 3,7 değer yitirdi, faizler yüzde 0,5 düştü ve borsa yüzçde 5,4 yükseldi. Alıcıların çoğu da Londra bazlı fonlardı.

Neden mi?

Kazanacaklarını biliyorlardı

AKP kazanacağını biliyordu. Belki yüzde 49 beklemiyorlardı ama kazanacaklarını biliyorlardı. Bunun en güzel göstergesi, seçimden sonraki gün öğlen saatinde eski maliye bakanı Mehmet Şimşek’in Londra bazlı yatırım bankası Goldman Sachs’in müşterileri için bir telekonferans düzenlemesiydi. Bu konferanslar öyle, “Kazandık, hadi” deyince düzenlenmiyor. Bankanın kanunen bütün müşterilerine duyurma zorunluluğu var. Zaman alır. Seçim sonrası daha ‘Bismillah’ demeden yatırımcılarla konuşmak ne demek?

1 Kasım seçimleri üzerine söylenmeyen pek bir şey kalmadı. Muhalefetin başarısızlığı da analiz edildi, AKP’nin başarısı da... Bunlar olağan; ancak bunlar arasında yandaş medyadaki kibirli yazılarla, aba altından sopa göstermeler var ki, çok düşündürücü. Örneğin milli iradeden söz ederken, öteki yüzde 50’yi yok saydıkları gibi, seçimi demokrasiden sayıp öteki demokratik araç ve kurumları devreden çıkarmaktalar. Öte yandan zaferlerini bir seçim zaferinden çok, iki “düşman” arasında bir yarış gibi ele almaları var ki, gelecek açısından korkularımızı daha da büyütmekte.

Bunları geçmek en iyisi. Seçim sonuçlarıyla ilgili analizlere gelince, bir kaç konuya değinmek istiyorum. Örneğin toplum sosyolojisinden söz ediliyor ki, önemli bir değişken olduğuna kuşku yok. Bunun yanı sıra, muhalefetin yıllardır bir iktidar alternatifi yaratamaması gibi bir sorun var ki, stratejik açıdan önemi daha büyük. Kısacası, adaletsiz ve eşitsiz bir seçim süreci yaşadığımız açık; ancak bu süreçten böylesi bir sonuç çıkmasının gerisindeki nedenleri unutmamak gerekiyor.

Bundan birkaç yıl önce, daha Olli Rehn Avrupa Komisyonu’nda Genişlemeden Sorumlu Komiserken, etrafı bir pozitif gündem arayışı sarmıştı. Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik süreci bir türlü ilerlemiyordu. Gelen bizi geçiyordu. Uyum için yeni bölüm açamıyorduk. Engeller vardı. Avrupa Birliği ile Türkiye arasında oturup konuşacak konu kalmadığı gibi, yetkililer bir araya geldiğinde, geleceğe yönelik ağızda acı bir tat bırakmayan bir konu da bulamıyorlardı. Pozitif gündem arayışı işte böyle bir şeydi. Şöyle ağız tadıyla muhabbet edecek, kimsenin birbirini suçlamayacağı bir mesele yoktu aramızda. Ama şimdi var.

Almanya Başbakanı Angela Merkel, 1 Kasım seçimlerinden önce Türkiye’deydi. Bu aralar, Yunanistan Başbakanı Çipras da Türkiye’ye gelecek. Suriyeli mülteci akınının artan bir biçimde Avrupa’ya yönelmesi, Avrupalı liderleri Türkiye’ye getiriyor. Bu vesileyle Suriye meselesi de Avrupa’nın gündemine geliyor. Halbuki Suriyeli mülteciler 2011 yılından beri sanki bir tek Türkiye’nin problemiydi. Şimdilerde ise Avrupa’nın da problemi haline geldi. Neden?

Kara saçlı deli kızımız, şiirin “Toprak Ana”sı Gülten Akın’ımız da gitti. Böyle sahici sesler veda ettiğinde, aslında en çok kendi eksilmişliğimize yanarız usulca. Ve öyle garip bir ihtiyaçtır ki, teselli için de hemen o sese koşarız. Bir şeylere tutunmaya, kendimizi hatırlamaya…

O yüzden yine Gülten Akın’ı anımsamanın vaktidir şu an. ‘Beni Sorarsan’ başlıklı son şiir kitabına eklediği Frankfurt Kitap Fuarı kapanış konuşmasında Akın, manifesto misali şöyle seslenmişti bize: “Bizler, hayatın dilini sanatın, yazının diline çevirenler, onu kitaplara sığdırmaya çalışanlarız… Gündelik konuşmalarda kullandığımız sözcükler, hayatın, insan ilişkilerinin anlamını açıklamada yetersiz kalır. Onun için, ‘Sözcükler anlamın tutukevidir’ demiştim. Yazar, özellikle şair, onları öyle yan yana getirir, yapılaştırır ki, daha derinden kazarak çıkarılan anlam, kurtulan anlam olur. İşte, dille yapılan bu değiştirimdeki büyü, yaşamı nesnel olarak değiştirebilmenin umudunu taşıyabilir. Bu umutla yazıyoruz.”

Hrant Dink öldürülmesinin üzerinden yıllar geçti. 

Tetikçilerin mahkum edilmesi dışında bu konuda bir arpa boyu yol alınamadı. Türkiye'nin vicdan davası, yüz karası olay “heyecana gelmiş, mahalleli gençler” teziyle savuşturuldu derken, bir savcı ortaya çıktı ve AİHM'in kararının işaret ettiği hususlar üzerinden bir soruşturma başlattı. 

Savcı Yusuf Hakkı Doğan yaptığı işin gerçekten hakkını verdi. Daha sonra görevi savcı Gökalp Kökçü'ye devretti. O da soruşturmayı aynı titizlikle sürdürdü.

Cinayete giden yolda ihmali olan hemen tüm kamu görevlileri, görev başında olanlar dahil sorgulandı. 

Cinayet örgütüyle ilgili yarım bırakılmış soruşturma derinleştirildi. Cinayet anıyla ilgili ucu jandarmaya uzanan kanıtlanma ihtimali oldukça yüksek yeni veriler bulundu.

Popüler İçerikler

"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı
Almanya’daki Saldırıyı Kim Yaptı? Noel Pazarı Saldırganının Kimliği ve Röportajı Ortaya Çıktı
Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi