Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Suriye’ye ilişkin gerek askeri, gerek siyasi, gerek diplomatik gelişmeler, işin içinden çıkılmaz, tam bir “kaos” görüntüsü vermeye devam ediyorlar.

Geçen hafta sonuna doğru “beş ülke”, ABD, Rusya, Türkiye, İran ve Suudi Arabistan Viyana’da biraraya gelmişlerdi. Toplantıya söz konusu beş ülkenin dışişleri bakanları katılmış ve New York Times, “Suriye Barış Görüşmelerini Yeniden Başlatmak ve Ateşkes Arayışı için Anlaşmaya Varıldı” başlığını kullanan geniş bir haberle “gelişme”yi duyurmuştu.

Aslında başlığa bakmak ile yetinilmeyip, haber okunduğu vakit, elle tutulur somut bir anlaşma ortada gözükmüyordu. Bir ölçüde “dostlar alışverişte görsün” manzarası ortaya çıkmıştı. Suriye, “bildiğimiz” durumundaydı. Suriye toprakları üzerinde “vekalet usûlü savaş”ı yürüten büyük güçler ve temel bölgesel aktörlerin, birbirlerinden farklı pozisyonları arasında bir yakınlaşma sağlanmamıştı.

7 Haziran seçimlerinin tek kaybedeni olan AKP ve onun adına kampanya yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1 Kasım’da yapılan tekrar seçimlerde oylarını 4 milyondan fazla ve 9 puan artırarak yüzde 49,4 oy oranına ulaştı, tek başına hükümet kurma yetkisini aldı ve seçimlerin tek galibi oldu.

AKP’nin bu şaşırtıcı başarısının mimarının geçen sürede inisiyatifi elinden hiç bırakmayan Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğu söylenebilir.

Seçimi tekrarlatma kararı

Erdoğan’ın katkısı en başta AKP’nin tek başına iktidar olmasına imkân vermeyen ve seçmenin AKP’yi uyarmak isterken elinin ayarını kaçırdığı iddia edilen 7 Haziran seçimlerini tekrarlatma kararlılığını göstermesi oldu. Bakış açısına göre “risk,” “cesaret” veya tecelli etmiş olan milli iradeye saygısızlık etme anlamında “cüret” olarak değerlendirilebilecek bu karar, tekrar seçime gidilmesini doğru bulmayan MÜSİAD da dâhil iş dünyası ve bazı AKP çevrelerine rağmen alınmıştı.

Kötümserliğimle övünmüyorum ama hayat genelde, hele de bizim ülkede gamlı baykuşları haklı çıkarır. 1 Kasım sonuçları beni şaşırtmadı, AKP’nin tek başına iktidarını (bu oranda olmasa da) bekliyordum, HDP’nin oylarının düşeceğini de… Erdoğan AKP’sinin B planı, gereğinde uygulanmak üzere 7 Haziran’dan çok önce yapılmış, senaryo yazılmış, oyuncular rollerini ezberlemeye başlamıştı. 8 Haziran’dan itibaren hızla ve şiddetle uygulamaya sokulan plan; savaş ve kan dahil her yöntemi, baskı ve şiddetin her biçimini, her türlü hukuksuzluğu, kayfîliği pervasızca kullanarak Erdoğan’ı ve partisini mutlak iktidara taşımak böylece başkanlık sistemini ve anayasal kılıflı tek adam rejimini dayatmaktı.

Aşağıda yazacaklarımın çoğu, başkalarınca da çeşitli defalar ifade edildi. Benimki, kendime de konular üzerinde düşünme fırsatı yaratacak bir derleme toparlamadan ibaret.

1 Kasım seçimleri de daha önceki seçimler kadar şeklî meşruiyete sahipti. Seçim hileleri de sonuçları değiştirecek bir düzeyde olsaydı, bilinirdi. Seçimlere devletin bütün olanaklarını sonuna kadar seferber ederek giren AKP’nin başarısını seçmene kömür dağıtmaya, gıda yardımına falan bağlayan kendi eksiğini bilmez görüşlerin de bence kıymet-i harbiyesi yok.

Seçimlerde iktidar partisinin zafer kazanmasıyla başkanlık sistemi yeniden konuşulur oldu.

Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın ile Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan sadece yeni anayasa demekle kalmayıp başkanlık sistemine vurgu yaptılar.

Fakat dikkat ettiniz mi, Başbakan Davutoğlu seçimlerde ve seçim sonrasında “başkanlık sistemi”ni bir tek defa olsun ağzına almadı. Niye?

Bunun birkaç cevabı var: Evvela, Davutoğlu sistem değiştirmenin ne kadar zor ve sıkıntılı bir süreç olduğunu bir akademisyen olarak gayet iyi bilir: Yüzyıldır parlamenter sistemde yerleşmiş siyasi ve kurumsal kavramlar, kültürler, teamüller değişeceği gibi, binlerce kanunu ve yönetmeliği değiştirmek gerekecektir.

Toplumun da kurumların da uyum sağlaması, ortaya çıkan sürtüşmelerin aşılması zaman alacaktır.

Önemli ve acil sorunları bulunan Türkiye’nin beşeri enerjisini bunun için israf etmeye gerek var mı?!

1 Kasım seçim sonuçları yeni bir dönem açtı. Bunu ilk fark eden şüphesiz AK Parti olacak, ama ülke için bu yeterli değil. Muhalefet kötü durumda. Daha doğrusu henüz muhalefet olma vasfını kazanmış değil. Bir yandan AK Parti, bir yandan millet sürekli taşları yerlerine oturtarak bu menfaat gruplarını bir muhalefet partisi olmaya zorluyor. 1 Kasım sonuçları da bu kulüpleri hem yol ayrımına getirdi, hem değerlendirirlerse onlara bulunmaz bir 

fırsat yarattı.

7 Haziran sonuçları olağanüstü süreçlerin bir yansıması olmuştu. Gezi krizinden itibaren düğmeye basıldığını, paralel çetenin önce gizli, sonra 17/25 Aralık ile açıkça meşru hükümete savaş açtığını gördük. Arkalarına aldıkları küresel güçler ve yıllardır devlet içinde kümelenmiş olmanın güveni ile, kibirli bir ayaklanma hareketine giriştiler. Medyanın kontrolü ellerindeydi. Medyanın dörtte üçüne, 400 köşe yazarının çoğuna hakimdiler. Dışarıdan da etkin gazetelerin, STK'ların desteğini alıyorlardı.

Türkiye’de medya ve ifade özgürlüğü alanında yaşanan ağır hak ihlalleri, Avrupa Birliği (AB) bünyesi içinde, “doğru tavır” tartışması yarattı. Avrupa Komisyonu’nun medya ve ifade özgürlüğü konusunda bu yıl Brüksel’de üçüncüsü düzenlenen ve Türkiye ile Balkan ülkelerindeki gelişmeleri ele alan “SpeakUp” konferansı, Türkiye İlerleme Raporu konusunda sıcak tartışmaya sahne oldu. Avrupa Komisyonu binasındaki geniş katılımlı toplantıda, AB yöneticileri Türkiye’de medyaya dönük saldırıları sert bir dille eleştirirken öz eleştiri de yaptı.

Avrupa Parlamentosu (AP) Başkan Yardımcısı Ulrike Lunacek, Türkiye’de medya alanındaki ağır saldırıların, adil bir seçim ortamını engellediğini söyleyerek, “İlerleme Raporu’nu seçimden sonra değil, önce açıklamalıydık. Göç konusunda krizimiz olsa da bu alandaki eleştirimiz öne geçmeliydi. Türkiye’de polisin muhalif TV ve gazeteyi basıp ardından propaganda yayınına başlaması çok ağır biçimde eleştirilmeli. Lütfen eleştirel olmayı sürdürelim. Aksi takdirde güvenilirliğimizi kaybederiz” diye konuştu.

Bu ülkede yalnız yaşayan bir kadınsan, evinde saldırıya, tecavüze uğrasan, soyulsan, işkence görsen, hatta öldürülsen, yine sen suçlusun.

Müzisyen Değer Deniz... Cihangir’deki evinde eli kolu bağlanmış, tecavüz edilmiş ve boğulmuş halde bulundu, haberlerde bir ‘yalnız yaşadığı ev’ vurgusu... Çünkü yalnız yaşayan kadınların evleri girenin çıkanın belli olmadığı, tekinsiz yerler... Adeta bir ıssız, karanlık sokak gibi orada başlarına bir şey gelmesi normaldir...

İş o noktaya geldi ki ailesi kadın örgütlerine çağrıda bulunmak zorunda kaldı, “Mahkemede bizi yalnız bırakmayın” diye... Nitekim ilk duruşmada 17 yaşındaki sanık C.M. öyle bir savunmayla çıktı ki hâkim karşısına, hem tüyler ürpertici, hem de çok bildik...

Hani o her durumdan sıyırmalarına yarayan ‘erkeklikleri’ var ya, oraya sığınarak kurtulmak niyetinde çocuk mahkemesinde yargılanan sanık. Önceki abileri gibi...

“Yeni Türkiye” lafzıyla gizlenmeye çalışılan çürüme her alanda kendi göstermeye devam ediyor.

Çok değil iki hafta evvel bu sütunda “Memleket çürüyor futbol kokuyor” başlığını atmıştım.

Kokan futbola “tüyü” dikmekte, TS başkanı İ. Hacıosmanoğlu ile TFF kurullarına nasip oldu.

Yine 12 Şubat 2015’de bu sütunda, “Endüstriyel Futbolda Yeni Aşama: Hacıosmanoğlu” başlıklı bir yazı yayınlanmıştı. Meraklısı Evrensel’in internet arşivinde bulup okuyabilir.

Eh o yazıdan beri kokan futbola “tüyü” dikme yarışında Hacıosmanoğlu açık ara favorimdi, TFF kurulları bizsiz olmaz dediler birlikte memleket “rezillik” tarihine geçtiler.

TFF’nin salı gecesi verdiği karara göre artık 150 bin lirası olan yönetici istediği hakemi “esir” alabilir yol açılmıştır. Memleket futboluna hayırlı olsun.

Trabzonspor-Gaziantep maçı sonrasında Hacıosmanoğlu, A Spor kanalına canlı olarak bağlanmadı mı?

Konuşmasında, “Bizi hangi yollara sevk etmek istiyorlar. O hakemi bakalım oradan kim çıkartacak? Öleceksek de adam gibi öleceğiz, kadın gibi yaşamayacağız.

Bildiğiniz gibi Cumhuriyet tarihinde milli gelir ilk defa bu yıl sansürlendi. 1 Kasım seçimleri öncesi milli gelirin düştüğünü göstermemek için Orta Vadeli Program’da (OVP) tahmin edilen milli gelir cari dolar fiyatlarıyla vatandaşa gösterilmedi. Bunun yerine sadece satın alma gücü paritesine göre tahmin milli gelir OVP’de yer aldı. Böylece satın alma gücü paritesi olarak hesaplanan dolar/Türk Lirası paritesi 2015 yılı için 1.27 liradan dikkate alınarak satın alma gücü paritesine göre milli gelir 1 trilyon 516 milyon dolar olarak açıklandı. Bu defa kişi başına gelir satın alma gücü paritesine göre; 2015 için 19.506 dolar olarak duyuruldu. Hâlbuki her yıl yapıldığı gibi kişi başına gelirin ve milli gelirin cari fiyatlarla duyurulması gerekiyordu. İşte sansürlenen cari fiyatlarla dolar olarak kişi başına gelirin OVP verilerine göre 9.082 dolar olduğunu hemen belirtelim.

ORTA VADELİ PROGRAM’DA BÜYÜK HATA

Gelelim şimdi sansürleyelim derken yapılan hataya…

'Şimdi olacaklar şu:

Tayyip Erdoğan’ın İslamist rejimi kurması ve yeni devletin kurucu “başkanı” olması için her şey hazır…

Polis ve bürokrasi gücü hazır…

Direnebilecek tüm cumhuriyetçi kurumlardan arındırılmış bir ülke, psikolojik olarak hazır…

İstediğini yaptıracağı bir parlamento hazır…

O saray zaten bu günler içindi…

Tek eksik kaldı:

Anayasa…

Tabii ki cumhuriyet devrimlerini içeren o değiştirilemez maddeleri olmayan…. İçinde “başkanlık” olan…

Yeni rejimin yeni anayasası…'

Popüler İçerikler

"Bana Bilmediğim Bir Şey Söyle" Akımına Gelen Tıkanan Muhabbeti Açmalık Bilgiler
Üç Milyon Emekliyi Bekleyen Tehlike: 2025'te 12 Bin 500 TL Maaş Almaya Devam Edebilirler!
Fenerbahçe Teknik Direktörü Jose Mourinho ile İlgili İspanya'dan Transfer İddiası Var