Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Acaba toplumsal tansiyonu biraz olsun düşürürler mi? Medyanın üstüne gitmekten, cam çerçeve indirmekten, gazeteci dövmekten artık vazgeçerler mi? Yargıya müdahaleyi bir süreliğine de olsa keserler mi? Kürt meselesindeki gerginliği azaltmak için adım atarlar mı?

Ünlü filozof Hannah Arendt güç ve şiddet/baskı arasındaki ilişkiyi şu şekilde kurmuş: gücün olduğu yerde şiddet ve baskı yoktur. Baskı ve şiddet güçsüzlüğün alametidir. Güç istemi karşılandığında, şiddet ve baskıyı uygulayanlar artık bunlara gerek duymazlar.

İşleyen kurumların, yargı bağımsızlığının, siyasi otoritenin gücünü dengeleyip denetleyecek kurumların olmadığı, aksine siyasetin bütünüyle şahsileştiği, tüm kurumların içlerinin boşaltıldığı bir ortamda öyle görünüyor ki Türk demokrasisi AKP hükümetinin insafına kaldı.

Bir çoğumuzun aklında aynı sorular var.

Acaba toplumsal tansiyonu biraz olsun düşürürler mi?

Annemden sık işittiğim bir deyimdir bu: Küsen döşeğini ayrı sarsın! Biz ‘küsen’ i, ‘mücadeleden vazgeçen’ olarak değiştirebiliriz. Peki, ayrı sarsın mı?

Futbolla başlayalım. Genç okur duymuştur da izlememiştir. Türkiye’nin İngiltere’den iki kez sekiz gol yediği bir dönem oldu 1980’lerin ortasında. İlk sekizin ardından beş golle yenildiğimizi hatırlıyorum. Sekizin ardından beş, fazla batmamıştı gözümüze! Antrenör rahmetli Coşkun Özarı’nın bu döneme damgasını vuran ‘şerefli mağlubiyet’ diye bir ifadesi de olmuştu.

İşte bu dönem İngiltere’nin yıldızlarından biri de meşhur santrafor Gary Lineker’di. O Lineker’in bir futbol tanımı vardı. Diyordu ki, “Futbol 11’er kişilik iki takım arasında oynanan ve sonunda Almanların kazandığı bir oyundur.”

Bizim çok partili yaşama cuk oturan bir tanım bu. İnsan hakları ve özgürlük mücadelesinde solcular, Kürtler, Aleviler eziyet çeker öldürülür, işkence görüp devlet şiddetiyle mücadele ederken; Sünni sağ seçmenin her nasılsa mütemadiyen mağduriyet edebiyatı yaparak hemen her seçimde aynı yönde oy kullandığı sistemin adıdır Türk tipi temsili demokrasi. Kısaca ‘sol ölür, sağ kazanır.’

MHP’deki düşüşün, AK Parti’deki yükselişin, CHP’deki yerinde saymanın farklı sebepleri uzun uzun listelenebilir. Ama HDP’deki dramatik düşüşün temel ve açık sebebi PKK’dır.

Mithat Sancar’ın söylediği gibiÇatışma ortamı demokratik siyaseti sıkıştırıp, alanını daraltmıştır”.

Soli Özel’in dediği gibi “PKK büyük bir azimle HDP’nin oylarını düşürmüştür”.

Demirtaş seçimden önce çıkıp, başkanlık konusunda gösterdiği kararlılıkla, PKK’ya hitaben, üç kere “Sana terör yaptırmayacağız” demiş olsaydı, belki ikinci bir zafer kutluyor olabilirlerdi.

Ama elbette çok fazla şey istiyoruz. Belki HDP için aslında en zorlu mücadele, Kandil’le olan…

CHP’nin kısır döngüden çıkabilmesinin yolu, yerel örgütlerden başlayarak sokağı fethetme odaklı proaktif particilikten geçiyor. Kültürel bariyerleri yıkmanın şifresi, yeniden başa dönerek, lider, program, ideoloji arayışıyla vakit kaybetmek yerine kapı kapı dolaşarak Türkiye’nin her kilometre karesinde yerleşik olanlara CHP’yi anlatmaktan geçiyor.” Prof.Dr. Tanju Tosun Al Jazeera için yazdı.

12 Eylül sonrası CHP’nin yeniden açılışının üzerinden 20 yıldan fazla bir süre geçti. Söz konusu zaman dilimi içinde gidilen her seçimin ardından CHP ile ilgili tartışmalarda yanıt aranan yegâne soru; ‘CHP neden kazanamıyor?’ oldu. 1 Kasım seçimlerinde ortaya çıkan tabloda, 7 Haziran’a göre CHP oylarında ancak 1 puana yaklaşan artış, bilimsel bir merakla aynı soruyu yeniden sormamıza vesile oldu. Yanıt arayışına geçmeden önce, CHP’nin 1 Kasım seçim performansını oy gücü bağlamında değerlendirmek gerekir.

“Performans anlamında Kılıçdaroğlu’na ayak uydurma konusunda zafiyetler yaşayan yerel parti örgütlerinden söz etmek abartı olmayacaktır.”

Memleketin en çok okunan gazetelerinden biri, seçim günü manşetine ' beyin ' fotoğrafı bastı, altına da ' Oy kullanmaya giderken, yanınıza almayı unutmayın ' yazdı. Yani Sözcü çizgisinde olmayan Ak Partili seçmene manşetten ' beyinsizler ' dedi.

Seçimin önceki günü, çukur bir muhalif sitede yazan, gözünü kin bürümüş bir kadın yazar da Ak Parti'ye oy verenlerin tek motivasyonunun para, inşaat ya da Aktrollük olduğunu yazdıktan sonra, şu cümleyle Ak Parti seçmenini tarif etti: 'Çocuklarımızı askere yollar, hiçbir şeyi sorgulamayız. Cenazesi gelirse ' Fıtratımızda varmış ' der, evladımızın maaşına duacı oluruz. Belki de biraz para biriktirir, AKP'ye yancı çıkarsak zaten bedelliyi verir, yollamam askere.' Yine seçim öncesi, kendisini 'faşizm uzmanı' olarak pazarlayan bir akademik, esasında kendisinin uzmanı olduğunu kanıtlarcasına tehdit etmişti: ' Kimse de dönüp bu iktidarın ya da onun yılmaz savunucularının gözünün yaşına bakmayacak.

Seçim sonucunda Kürt meselesi belirleyici oldu. Barış süreci karşılığında başkanlık elde edilmek üzere yürütülüyordu. HDP’nin 7 Haziran’da barajı, Erdoğan’ ı başkan yaptırmayacak şekilde aşması o hesabı bitirdi.

O günlerin sıcaklığında Yalçın Akdoğan , HDP’yi sürece ihanet etmekle suçladı. Sözleri şöyleydi: “ Abdullah Öcalan bunları yakalasa her şeyi mahvettiniz diye kovalar.”

HDP, haziran ayında Meclis’e girerek AKP’nin anayasayı değiştirecek sayıda milletvekili kazanmasını engelledi. AKP ile koalisyona girmeyi reddederek, AKP’nin eksik milletvekillerini tamamlamayı da reddetti.

Sandığın önemli sonuçlarından birisi, siyasetin yeniden merkez kayması oldu. Haziran seçimlerinde MHP ve HDP'nin meclisteki ağırlığı, sistemi etkileme, hatta kilitleme güç, uç ve merkez kaç eğilimlerin önemine işaret ediyordu. Kasım'da ise uçların kısmen eridiğini ve merkezin güçlendiği gördük. Bu açıdan taşıyıcı, bir anlamda toplumsal yapıştırıcı olan siyasi aktörün AK Parti olduğu açıktır. Ayrıca değil mi ki, MHP ve HDP'nin kayıpları AK Parti'ye kaptırdıkları ya da oy kullanmayan seçmenlerden ileri gelmiştir.

Bu, ilk ve siyasi boyuttur.

İkinci boyut ise iradidir.

Kimi siyasi aktörlerin siyasi stratejileri başarılı, kimilerininki başarısız oldu. Bu durum, bu aktörlerin ve temsil ettikleri siyasi fikrin gücü ve meşruiyetinin doğrudan etkiledi. Tayyip Erdoğan erken seçimleri isteyen, telkin eden, hatta zorlayan aktör olarak ortaya büyük bir bahis koymuş ve kazanmıştır.

AKP’nin 7 Haziran seçimlerinde aldığı yüzde 40,9 oy oranını 1 Kasım seçimlerinde yüzde 49,4’e yükseltmesinde yaratılan tehdit, şiddet, korku ve baskı politikalarının etkisi büyük. Bu ortam AKP’ye seçim kazandırdı ancak demokrasi, adalet, ekonomi, hak ve özgürlükler alanında pek çok şeyi de yıprattı. AKP, tekrar tek başına iktidar. AKP’nin seçim zaferi sarhoşluğu geçtikten sonra 13 yılda kendi icraatlarıyla yarattığı aşağıdaki tablo ile mücadele etmesi gerekecek. Sandıktan tek başına iktidar çıktı çıkmasına da esas soru, AKP ülkeyi bir dört yıl daha yönetebilir mi?

Ülkelerin iş dünyasına yönelik yaptığı hukuki düzenleme ve güvenceler, işletmelere sunduğu hizmet verimliliği ve hız gibi kriterlerin baz alındığı Dünya Bankası ’nın işletmeler açısından iş yapma kolaylığını gösteren ”Doing Business 2016 ” raporuna göre 189 ülke arasında Türkiye 55. sırada.

İktidar partisinin genel seçimler sonucunda mevkiini koruduğu hallerde, dış politikada bir değişiklik olup olmayacağı sorusu pek sorulmaz. Genelde yeni yönetimin aynı politikayı sürdüreceği tahmin edilir.

İlk bakışta aynı şey geçen pazar günkü seçimlerin sonucu için de geçerli görülebilir. Yani tekrar iktidara gelen AK Parti’nin 13 yıldan beri izlediği dış politikayı yeni dönemde de sürdüreceği, diğer bir deyişle, bu alanda önemli bir değişiklik beklenmemesi gerektiği söylenebilir.

AK Parti son yıllarda aktif ve iddialı bir dış politika izledi. Büyük bir özgüvenle bölgesel ve hatta küresel bir aktör olarak birtakım roller üstlendi. Geleneksel dış politika çizgisine yeni kavramlar ve uygulamalar getirdi. Buna yaklaşım olarak ideolojik, üslup olarak da kişisel bir damga vuruldu...

Eşi dostu kırsak da eleştireceğiz.

İnsan değer verdiğini eleştirir. Hakikati yazmaya inatla devam edeceğiz. Yani…

Bu “gönüllü yalnızlığı” sürdüreceğim…

Başlayabilirim…

Öncelikle… MHP’yi tartışmaya gerek var mı?

Bu partinin sorunu; kendini “Siyasi Tanrı” gören Devlet Bahçeli değil mi?

Ve… “Tanrı iflas etti” farkında değil. Bu nedenle geçelim…

CHP’de ise sorun, liberallerin etkisiyle yürütülen basmakalıp neoliberal politikalardadır.

Lafı eveleyip gevelemeden dobra dobra konuşmalıyız.

Çünkü… Gerçeklerden kaçış yok.

Cumhuriyet’in tarihsel kazanımlarını inkar eden, Atatürk’ü ağzına almayan ve çözüm üretemeyen bir Yeni-CHP var karşımızda!

“Aman sağ oyları alalım” popülizmiyle tüm değerlerimizin çiğnenmesine ses çıkarmayarak, partiyi cansızlaştıran ve tabanının enerjisini tüketen bir genel merkez var karşımızda!

Eski solcu dönekler ve kumpasçı Feto’nun müritleriyle kolkola girerek “kimlik siyasetine” boyun eğmiş bir genel merkez var karşımızda!

Popüler İçerikler

Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
Almanya’daki Saldırıyı Kim Yaptı? Noel Pazarı Saldırganının Kimliği ve Röportajı Ortaya Çıktı
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı