Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Sizi savunmak istiyorum ama içimden gelmiyor. Çünkü cemaat çıkarlarını, hukukun da, demokrasinin de, ifade özgürlüğünün de, gazeteciliğin de üstünde tuttuğunuzu biliyorum. 

Sizi savunmak istiyorum ama içimden gelmiyor. Çünkü elimi klavyeye her götürüşümde aklıma cemaatçi polislerinizin “darbeci” diye tutuklamaya gittiği Yarbay Ali Tatar’ın banyoda kafasına sıkarak intihar etmesini unutamıyorum. Bir de eşinin ve kızının hâlâ sakladığı o kirli manşetlerinizi. 

Sizi savunmak istiyorum ama içimden gelmiyor. Klavyeye elimi her götürdüğümde, Türkan Saylan ölümü beklediği o evinin camından eliyle “Sus” işareti yaparak bana bakıyor.

Sizi savunmak istiyorum ama içimden gelmiyor. Klavyeye elimi her götürdüğümde ölüm döşeğindeki Kuddisi Okkır’ın tavana sabitlenmiş gözleri aklımdan çıkmıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçimlere iki gün kala çıktığı Sky Türk ve 24 TV ortak yayınında 'bomba' etkisi yaratacak bir gerçeği açıklıyordu:

'Malum partinin kampanya yönetimini, Obama'nın kampanyasını yürüten ekip yapıyor. İstanbul'da bir araya geldiler. Bu görüşmelerde malum medya grupları da vardı.'

Erdoğan, 'üst akıl' dediği Obama'nın kampanyasını yürüten ekibin 'malum parti' dediği HDP'ye 'terör yapılmasını tavsiye ettiğini' de 'açıklayarak' devam ediyordu:

'O kampanyayı yürüten ekip, yalanı ve iftirayı sürekli kullanın dedi. Çünkü sürekli yalan söyleyince artık doğru gibi algılanacağını belirttiler. Bunu aynen uyguluyorlar.'

Erdoğan'ın bu sözleri bize tanıdık geldi. Kısa bir araştırma yapınca karşımıza başka bir tablo çıktı.

Tarih 11 Eylül 2015. yenisabah.com.tr adlı sitede 'ABD ve HDP'nin kirli seçim kampanyası' başlıklı bir haber:

'HDP'nin tüm seçim stratejisini Obama'nın kampanyasını yürütmüş olan Benenson Strategy Grup yürütüyor... Benenson Strategy Group'un iki temsilcisi medya temsilcileri ile çok ilginç bir yerde çok ilginç bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantının yeri Bebek'te ABD İstanbul Başkonsolosluğuna ait bir yerleşkeydi. Kendisi toplantı sırasında yerleşkede olmasına rağmen toplantıya ABD Başkonsolosu iştirak etmedi.

Seçime çeyrek kala kamuoyu şirketleri son araştırma sonuçlarını yayınlamaya başladı.

Biri dışında hemen bütün araştırmalar, artı-eksi yüzde 2 gibi yüksek bir yanılma payı vererek AK Parti’yi yüzde 42-43 etrafında birinci parti gösteriyor.

Şimdiye kadar yayınlanan en aykırı örnek Adil Gür’ün AK Parti’nin yüzde 47,5 oy alarak 7 Haziran’da kaybettiği Meclis çoğunluğunu geri alıp, tek başına hükümet kuracağı açıklaması; eğer tutarsa bu AK Parti’nin 5 ay içinde neredeyse 7 puan almış olması anlamına gelecek.

***

Tıpkı AK Parti gibi bütün araştırmalarda oyunu 7 Haziran’da aldığından yükselteceği tahmin edilen bir diğer parti de CHP.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun son beş ayda izlediği ılımlı ve olumlu çizginin 7 Haziran’da 24,8 olan oy oranının 26-27 civarına çıkaracağı tahminleri yapılıyor.

Üstelik CHP Genel Merkezi hala yüzde 2-3’e varabilecek bir seçmen potansiyelinin sırf yüzde 10 barajı altında kalmasın, seçim AK Parti ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın zaferine dönüşmesin diye yine HDP’ye gidebileceğinden endişe ettiği halde.

Hüseyin Gülerce’nin dünkü yazısını okudum.

Midem bulandı.

*

Hüseyin Gülerce’ye göre...

Medya eleştirmeli imiş ama Doğan Grubu eleştiri yapmıyor, düşmanlık yapıyor imiş. Biz iktidara muhalif duruş sergilemiyormuşuz. Onun yerine ne pahasına olursa olsun iktidarın devrilmesi için çırpınıyormuşuz.

Yuh diyorum. Gerçekten yuh!

*

Ey Hüseyin Gülerce!

Sen ki daha dün “Hürriyet’te yazmak isterim” dememiş miydin?

Soruyorum sana:

Eleştiri yapmayan, düşmanlık yapan bir gazeteye gelmek için niye can attın?

Ne pahasına olursa olsun iktidarın devrilmesi için çırpınan bir yerde ne işin olacaktı ki senin?

*

“Medya eleştirmeliyse senin bugün içinde yer aldığın medya niye hiç eleştirmiyor?” sorusunu sormaya bile gerek duymadan sana şunları söylemek isterim Hüseyin Gülerce:

Henüz terör örgütü olduğu bir mahkeme kararıyla hükme bağlanmamış cemaate yardım ettiği iddiasıyla bir şirkete el koyulması ve kayyum atanması, kayyum olarak atanan isimlerin AK Parti'yle bağlantılı isimlerden oluşması, kayyumların ilk icraatının ekranı karartma olmasının ürettiği tablo demokratik kurallar açısından kabul edilebilir bir tablo değildir.

Bugün ve Kanaltürk televizyonlarının, Bugün ve Millet gazetelerinin AK Parti'ye aktif muhalefet yaptıkları dikkate alınırsa, bu tedbirlerin dünyanın her yerinde siyasi iktidarın baskısı olarak algılanması kaçınılmaz olur.

Dahası cemaatin mensupları tarafından çıkarılan ve onun çizgisinde yayın yapan, mücadele eden bu kanallar ve gazeteler, böyle bir durumda pek çok çevrenin gözünde mağduriyet üzerinden aklanır hale gelirler. Bu da ayrıca kabul edilemez bir sonuçtur.

Fed’in çarşamba günü sonuçlanan toplantısı beklenenden daha şahin sinyaller verdi. Fed eylül toplantısında çizdiği yol haritasına sadık kalarak aralık ayında ilk faiz artışının gelebileceğini vurguladı. Buradan alınması gereken önemli mesaj şu: Toplantı sonrası dönemde FOMC üyelerinin bildirdiği alternatif görüşlere çok itibar etmeyin ve resmi söylemi göz önünde bulundurun. 

Seçim sonrası dönemde Türkiye’yi bekleyen risklerin başında Fed’in faiz artırım süreci geliyor. Fed’in bu süreci başlatması sermaye çıkışlarını hızlandırarak dolar bazlı kredi imkânlarını azaltacak. Bu durum bir taraftan büyüme üzerinde daraltıcı etki yaparken, öbür taraftan TL’deki değer kaybını hızlandırıp enflasyon üzerinde yukarı yönlü baskıları artıracak. Bu önemli bir risk. Çünkü büyüme yavaşladığında Merkez Bankası üzerindeki baskılar da artıyor ve Merkez uygulaması gereken sıkı para politikasını rahat bir şekilde uygulayamıyor.

Kanal 7'deyken askeri vesayete çok rahatsızlık verdik, çok canlarını sıktık, gözlerine batan çok 'muzırlık'lar yaptık, çok tatlarını kaçırdık. 

Onlar da kışlalara, karargahlara ve askeri lojmanlara sokmadılar bizi. Lojmanlardaki ortak antenlerden çıkardılar, kumandalarda yasakladılar. Davalarla, akreditasyon ambargolarıyla, teftişlerle, cezalarla, ekran karartmalarla sıkıştırdılar; ‘irticayla mücadele’ bahanesiyle çok üstümüze geldiler...

Ama uydudan komple atılmadı Kanal 7. El konmadı, başına kayyum atanmadı. İflahını kesmediler, kesemediler.

Ancak madem, ne bugün o güne benzemektedir. Ne seçilmişlerle yürüyen bugünkü rejim, cuntacılarla yürüyen o günkü vesayet rejimiyle kıyas edilebilir. Ve ne de Kanal 7’nin o günkü konumuyla Koza-İpek medyasına halihazırda yöneltilen suçlamalar arasında herhangi bir ‘paralel’lik kurmak mümkündür...

Üstelik madem geçmişte yapılan haksızlıklar, bugün yapılanlara haklılık kazandırmaz. Suimisal emsal olmaz, kötü örnek, örnek değildir...

Öyleyse mukayese etmek gereksiz, yanlış ve yanıltıcıdır deyip hadi bunu geçiyorum.

Turgut Özal, basına müdahale eden bir Başbakan’dı. Bu sebeble, birçok yazım Tercüman gazetesinde otosansüre uğruyordu. O dönemi, medyadaki iç kavgalarla birlikte, kitap haline getirmiştim. Şöyle bir göz gezdirdim… Bugünler için de kullanılabilecek yazılar gördüm. Özal’ın gazabına uğramamak için sansür edilen yazılar.

Meselâ şöyle yazmışım: “Özal, Hz. Muhammed’in Müslümanlara kavak ağaçları gibi değil, buğday başakları gibi olmalarını tavsiye ediyor. Malûm kavak ağaçları sert fırtınalarda dimdik kaldıkları için devrilirler. Buğday başakları ise, rüzgârın istikametine göre eğildiklerinden kırılmaz. Buğday başaklarından oluşan bir Türkiye’de mücadele azminin söneceğini düşüyorum. Eğik insanlarla bir yere varmak mümkün mü?

Geçenlerde bir işadamı şöyle diyordu: ‘Ben yelkenli kaptanı gibiyim. Rüzgâra yelken açar, onun istikametinde giderim. Rüzgâr başka yönden esince, bu defa rotamı onun yönüne çeviririm.’

Şeriatçıyım.

Ata’ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok.

Minareler süngü, kubbeler miğfer, camiler kışlamız.

Dindar nesil yetiştireceğiz, dininin, kininin davacısı bir gençlikten bahsediyorum, dindar olmasınlar da tinerci mi olsunlar?

İki ayyaş…

Kadın erkek eşitliği fıtrata ters.

10’uncu yıl marşında geçer, demir ağlarla ördük falan, neyi ördün? Hiçbir şey örmüş değilsin, biz örüyoruz.

Hem laik, hem müslüman olunmaz, ya müslüman olacaksın, ya laik.

Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor diye, yahu millet istedikten sonra laiklik tabii elden gidecek.

Ben laik değilim.

Türkiye Cumhuriyeti 1923’ten beri gerileyiş içindedir, 70 yıllık tarihi boşa harcanmış zamandır.

İstanbul’un imamıyım.

Hedefimiz İslam devletidir.

Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir lafı koskoca bir yalan, egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır.

Dün Cumhuriyet’in kuruluşunun yıldönümüydü; o nedenle, ilk olarak 92 yıl önce verilmiş “harika” kararı kutlamak istiyorum. Devletçe kutlamak önemli değil; yeter ki, önemini kalplerimiz ve aklımızla anlayalım. Cumhuriyeti demokrasi ile tamamlanmadığı için eleştirenler çok, biliyorum; ancak, bu ayıbın kuruculardan çok ”bizim” olduğunu görmek için yaşadığımız son yıllar yeterli olmuştur sanırım. 

Gazetelere bir bakmak yeter. Türkiye’nin “Pakistanlaşması”, Erdoğan’ın “Putinleşmesi”, hükümetin “kuklalaşması”, toplumun “bölünmesi” yolundaki haberlerden geçilmiyor. İktidarı bırakmamak uğruna yapılanlardan sonra, yapılacak seçimlerin neler getireceğinden korkmayan yok gibi. Bir de, son günlerde ortaya çıkan ve ABD’nin kuruluş yıllarındaki gibi başına ödül konan “arananlar” listesi var ki, insan, Şerif’in kasabasına dönüşen Türkiye’ye çok yakıştığını düşünmeden edemiyor!

İroniyi bir yana bırakırsak, 13 yıllık AKP iktidarından sonra, demokratik ilkeler, hukuk devleti, laiklik, yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü, üniversite, TRT gibi özerk kurumlar açısından epeyce hasar görmüş bir demokrasi ile hallaç pamuğu gibi atılıp partilileşmiş bir devlet aygıtıyla karşı karşıyayız.

Popüler İçerikler

Montella Görevini Bırakırsa A Milli Takım'ın Başına Kim Geçmeli?
Sevgilisine Atacağı Fantezi Mesajını Yanlışlıkla Karısına Atan Ünlü Patron İcralık Oldu
Ayliz Duman Çok Sade Kaldı: Miss Universe 2024'te Gelmiş Geçmiş En Çarpıcı Ulusal Kostümler Giyildi!