Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

İnsanların başına, ölümcül bir hastalığa yakalanmak veya bir yakınını beklenmedik bir biçimde kaybetmek gibi büyük bir felaket geldiğinde, tepkiler genellikle beş aşamada görülür: 

Birinci aşama reddetmedir: 

İnsan, başına gelen felakete inanmaz, inanamaz, reddeder... 

Ben on beş yaşındayken ağabeyimin ölüm haberini aldığımda “Benim ağabeyim ölmez” diye bağırmıştım. 

İkinci aşama isyandır: 

İnsan, “Bu niçin benim başıma geldi” diye öfkelenir. Bağırıp çağırır, kader kavramını ve varsa Allah’a olan inancını sorgular. 

Üçüncü aşama pazarlıktır: 

İnsan, felaketin şiddetini veya sonuçlarını azaltmaya çabalar. Allah’a inanıyorsa, onunla pazarlık etmeye çalışır. Kendi kendine “Şunu şöyle, bunu böyle yaparsam bu felaketin şiddetini azaltırım” diye düşünebilir. 

Dördüncü aşama, depresyondur:

Seçim kazanmak bir fikrin temsilcisi olmakla mümkündür. 2002 genel seçimlerinde Erdoğan “yenilenme” fikrinin temsilcisi olmayı başardığı için kazandı. 2007’de “kalkınma” fikrinin temsilcisi oldu. 2011’de ise “istikrar” fikrinin…

Benzer şekilde Obama, 2008’de sadece “değişim” fikrine odaklanarak devrim yapabildi. Keza 2012’de “ilerleme”fikriyle kazanabildi.

2016 ABD başkanlık seçimlerine yönelik önseçimde Cumhuriyetçi Parti’de yarışan 16 adaydan Donald Trump, “göçmenler” konusuna odaklanan bir kampanya fikrinin sahibi olduğu için yılların tecrübeli siyasetçilerini geride bırakabiliyor...

7 Haziran AKP kampanyasının bir fikri var mıydı? “Yeni Türkiye” seçmen için bir fikir miydi, yoksa sadece Erdoğan’ın kişisel kariyer planını mı tarifliyordu? “Onlar konuşur, AKP yapar” derken Davutoğlu kendisiyle ilgili bir şey mi diyor muydu, yoksa Erdoğan’la ilgili bir şey dediği için mi kaybetmişti?

7 Haziran kampanyasında Kılıçdaroğlu’nun fikri neydi hatırlayan var mı? Fikir “Emekliye çift ikramiye” miydi? Yoksa “Milletçe alkışlıyoruz” muydu? Fikri anlaşılamadığı için mi CHP tarihindeki en yüksek bütçeli kampanyaya rağmen Kılıçdaroğlu oy kaybetti?

Bahçeli 7 Haziran’da ne diyordu bilen var mı?

Bendeki şansa bakın.

AK Parti tek başına iktidar olacak mı yazısını yazdığım gün Kemal Kılıçdaroğlu ile Karadeniz gezisindeydim.

Vatan Gazetesi Ankara Temsilcisi Murat Çelik'le Ankara'dan erken bir saatte yola çıktık. Kılıçdaroğlu ile İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı'nda buluştuk. Ama hemen uçamadık. Çaycuma Havaalanı'ndaki sis nedeniyle bir süre beklemek zorunda kaldık. 

O sırada haber kanalları “Son dakika” anonsu ile CHP Genel Merkezi'ne ateş açan kişinin yakalandığını geçiyordu.

Kemal Bey'e, “Saldırgan yakalanmış” dedik. “Evet öyle” karşılığını verdi. Bu arada Hacı Ali Hamurcu ismi geçmeye başladı. “Biraz problemli bir isim” dedik. “Öyle gözüküyor” dedi. Çaycuma Havaalanı'nda sis olduğu için bir süre beklemek durumunda kaldık. Bu arada Kılıçdaroğlu ile derin bir sohbete daldık. Meğer saldırganın yakalandığından bir gece önce haberi olmuş. Haberi de Cumhurbaşkanı Erdoğan vermiş. Kılıçdaroğlu gençlerle sohbet ederken Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın aradığı iletilmiş kendisine. “Cumhurbaşkanı arıyor tabii hemen ara verdim” diye anlattı o anı. “Nazik telefonu için teşekkür ettim kendisine” dedi. O arada Cumhurbaşkanı saldırganın yakalandığını söylemiş. “Hacı Ali diye bir şey dedi ama tam anlamamıştım” diye anlattı.

Alman kamuoyu AB’nin Türkiye ilerleme raporunu yayınlamayı iki kere ertelemesinin nedenini merak ediyor. Rapora ulaşan die Welt gazetesine göre, bu sorunun yanıtı belli. AB, mülteci sorununun çözümü için destek beklediği Türkiye, daha doğrusu AKP hükümeti, aslında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı, seçim öncesi sert bir biçimde eleştirerek kızdırmak istemiyor. Yani, AKP için dolaylı olarak seçim propagandası yapıyor. Eğer hal böyle ise, AB bütün değerlerini yitirmiş demektir.

AB Komisyonu’nun hazırladığı ilerleme raporunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı kızdıracak iki önemli nokta var. Bunlardan biri Kürt meselesi diğeri ise Türkiye ile IŞİD ilişkisi. 'Kürtler ile barış sürecine başlanması bir zarurettir” denen raporda Türkiye’de güvenliğin “dramatik “ bir biçimde kötüleştiğine dikkat çekiliyor. Ve raporda Türkiye, tekrar tekrar İslamcı militanların Suriye’ye geçip IŞİD’e katılmasına göz yummak hatta desteklemekle suçlanıyor. Aslında adı ilerleme olan raporda Erdoğan’ı kızdıracak bir başka tespit de Türkiye’nin son iki yıl içerisinde pek çok konuda AB standartlarının gerisinde kalması.

'Mazlum' her kim olursa olsun.

Ama her kim olursa olsun.

-İster geçmişinde zalimlikler yapmış olsun... İster daha üç yıl öncesinde acayip fenalıklar yapmış olsun.

-İster İlhan Cihaner’i zorbaca makam odasından atmış olsun... İster Ahmet ile Nedim’i haksızca kodese tıkmış olsun.

-İster bugünün muktedirleriyle koalisyon yapıp “Ergenekon” adı altında bir zulüm dönemi oluşturmuş olsun... İster bazı zavallıların sağa sola “tutuklanacaksınız, tutuklanacaksınız” falan diye höykürmelerine imkân sağlamış olsun.

-İster geçmişte mazlumların yanında saf tutmamış olsun... İster geçmişte zalimin yanında saf tutmuş olsun.

-İster en nefret ettiğiniz olsun... İster en büyük düşmanınız olsun.

-İster kopkoyu kâfir olsun... İster takva sahibi Müslüman olsun.

Ne olursa olsun...

“Kim var?” diye seslenilince...

Sağımıza ve solumuza bakmadan...

“Ben varım” diyeceğiz.

Ve “şak” diye...

“MAZLUM”un tam yanında yer alacağız.

Koza İpek Holding ve bünyesindeki şirketlere kayyum (geçici yönetim) atanması kararı, seçime üç gün kala, cepheleşmeyi bütün boyutlarıyla önümüze bir daha serdi. 1 Kasım’ın sonucunun, nasıl hayatî bir dönüm noktası olacağını yeniden hatırlattı.

Holding’in medya binasına kayyumların girişi sırasındaki direniş, yan yana gelemeyen CHP, MHP ve HDP milletvekillerinin bu direnişe hep birlikte omuz vermesi, kimlerin kimlerle kol kola girdiğini bir ibret fotoğrafı olarak önümüze koydu.

Bir savaş var. Asla, Erdoğan durdurulsun, AK Parti’nin tek başına iktidarı engellensin savaşı değil bu. Türkiye, ya kendi değerleriyle, dinamikleriyle ayağa kalkacak, onuruyla dünyaya entegre olacak, ya da küresel sisteme tabi olacak... Ya diklenmeden dik duracak, ya da Batı’nın tehditlerine, terbiye yöntemlerine boyun eğecek... Bu savaşta “demokrasi, medya özgürlüğü, otoriterleşmeye hayır” lafları, sadece algı operasyonunun propaganda malzemelerinden ibarettir. Avrupa Parlamentosu’ndan ABD Dışişleri Bakanlığı’na, ABD Büyükelçiliği’nden Doğan medyasına bir karşı cephe var. Suriye’deki büyüyen yangına paralel bu cephe sertleşiyor.

Son günlerde AK Parti’li kimi siyasetçi, gazeteci ve yazarlardan iktidara, özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik eleştiriler geliyor.

AK Parti’nin yanlış yola girdiğini, kuruluş değerlerinden uzaklaştığını, ‘biz’ken ‘ben’ olduğunu, kibre kapıldığını, inandığı değerlerden koptuğunu ve güç sarhoşu olduğunu” söylüyorlar.

Bu insanlar, dahil oldukları yanlışları, hataları fark edip de toplumdan içtenlikle özür mü diliyorlar? Hayır. Söyledikleri şu: “AK Parti yanlış yolda. Erdoğan hata yapıyor.”

Bize “Çok büyük hata işledim. Fark etmedim ama şimdi anlıyorum ki büyük bir yanlışın içindeymişim” demiyorlar. “İşlerin bir aşamadan sonra düzeleceğini düşünüyordum ama düzelmedi. Bu kadar kötüye gideceğini hesap edemedim. Bu nedenle herkesten özrü dilerim”gibi açıklamalarda bulunmuyorlar.

Son dönemde AK Parti’yi ve Erdoğan’ı eleştirenler hatanın tamamını neredeyse Erdoğan’a yüklüyorlar. Yani bir özür yok. Bir hatadan dönme durumu da yok. Onlara göre tek suçlu Erdoğan. Kendilerinin hiç bir kusuru yok.

Seçimler bir kez daha kapıda; Türkiye demokrasisi için “en iyi senaryonun”, AKP’nin koalisyon yoluyla “ehlileştirilmesi” olduğu bir ülkede karamsar olmamak elde değil. Türkiye’nin tünelin sonundaki ışığı görebilmesi için, en çok oy alan ilk iki partinin yüzde 30’lar bandında birbirine yaklaşması lazım ki, ülke siyasetinde bir “denge” sürecinin en azından başladığını söyleyebilelim. Yüzde 40-44 arası oy potansiyeli olduğu öne sürülen bir AKP ile karşı karşıyayız hâlâ. Ayrıca, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın makamının ağırlığı, bürokraside kadrolaşma ve güvenlik güçleri ile yargı üzerindeki denetim yoluyla, Türkiye’nin devlet yapısı zaten AKP’nin elinin altında. Cumhurbaşkanlığı da, Erdoğan dönemi ile kendi istihbaratından kendi güvenlik teşkilatına, başlı başına bir devlet yapısı oluşturdu.

Seçimlerin sonucunun öngörülmesi çok zor; normal şartlar altında, yaklaşık altı aylık bir sürede seçmen tercihlerinde önemli bir değişiklik yaşanmaz. Ancak, “normal” şartlar sözkonusu değil. Haziran’dan bu yana çok ağır zamanlar yaşadı Türkiye; 600’ü aşkın insan öldürüldü, binlerce insan yaralandı, yargılamalardan orantısız güvenlik güçleri şiddetine binlerce kişi hak ihlallerine maruz kaldı. Milyonların travma yaşadığı bir cehennem ortamından bahsediyoruz…

Cumhuriyet Bayramı hepimize, Mustafa Kemal Atatürk’ün laik ve uygar Cumhuriyet rejiminin düşmanlarına, ülkemizi soyan eşkıya güruhuna, Cumhuriyet’in vatandaşlığını çok görüp Osmanlı’nın kulluğu hayaliyle yaşayan din tüccarı onursuzlara bile kutlu olsun.

* * *

Sevgili okuyucularım, “Demokrasi (!)” ile yönetildiği iddia edilen bir ülkede muhalif gazeteler ve televizyon kanalları polis zoruyla, baskınlarla ele geçirilip kapatılıyorsa, bunun hesabı günün birinde mutlaka sorulur.

Dünkü baskınlarda bir kez daha izledik. Medya kuruluşlarına TOMA’larla saldıran, ahalinin üzerine biber gazı sıkıp coplayan, gazetecilere kelepçe takan polis gücü en sonunda başarılı bir operasyonla (!) hedefleri ele geçirdi ve AKP hükümetine sağ salim teslim etti.

Bu gibi olaylar bir süre sonra bizim de başımıza gelecek.

Sözcü ve Doğan grubu benzer baskınlara uğrayacak, hepimiz yaka paça götürüleceğiz.

Diktatörlük düzeninin sonu budur.

Kılıçdaroğlu, CHP’nin ‘çözüm süreci’ni anlattı

“Türkiye’yi terörden nasıl kurtaracağımızın yasasını ve komisyonunu kuracağız. İngiltere, İspanya, Güney Afrika modellerini de dikkate alarak bir yasa çıkartacağız. Toplumsal uzlaşma komisyonu kuracağız. Partiler eşit üye verecek”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu dün Bartın, Safranbolu, Karabük, Yenice, Kaynaşlı, Düzce ve Akçakoca’da vatandaşlarla buluştu. Seçim çalışmalarını izleyen VATAN’ın sorularını yanıtlayan Kılıçdaroğlu, özetle şunları söyledi:

60 maddeye ilave

- Anayasanın ilk dört maddesinin değişmez olduğunu vurguluyorsunuz diğer taraftan da 2 ve 3. maddesi değişebileceğini söylediğinize dair haberler çıkıyor. Nedir?

“İlk dört maddenin bizim açımızdan bırakın değişmesini düşünmek, böyle bir şeyi teklif etmeyi bile doğru bulmuyoruz.

Popüler İçerikler

Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt
Önce Meydan Okuyup Sonra R Yapmıştı: Murat Övüç "Bülentinkiler Sahte" Dediği Diva'nın Eteklerine Kapandı!
Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!