Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Koza-İpek soruşturması ve 22 şirket yönetimine el koyulması yalnızca yargı bağımsızlığı ve basın özgürlüğüyle ilgili bir durum değil. Aynı zamanda mülkiyet hakkı ve yatırım özgürlüğüyle de ilgili bir durum.

Mahkeme, savcılık tarafından hazırlanan belgelere damgayı basıp onaylamış.

Karar, Koza-İpek grubu yönetimine el konulması; 1 Eylül’de bir polis baskınıyla başlayan soruşturmanın sonucu 27 Ekim’de gruba ait şirketlerin yönetimine kayyum atanıyor.

Raporlarda şirketlerin hesaplarında hata bulunmamasının özellikle belirtilmesine rağmen, terör örgütüne yardım şüphesi üzerine alınmış bu karar.

1 Kasım seçimine günler kala güncel siyasete odaklanan Türkiye’nin yanı başı her zamanki gibi hareketli.

Rusya’nın silahlı güçleriyle dahil olduğu Suriye denkleminde çarpan etkileri görülüyor.

Putin’in Esad yanlısı politikası, ABD’nin PYD’yi himayesi, Türkiye’nin ise Suriye’nin kuzeyinde Kürt hattı oluşturulmamasına yönelik hassasiyetinde pozisyonlar tahkim ediliyor. Elbette bölgedeki IŞİD varlığı ve muhalif güçlerle Esad rejiminin çatışmaları da.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun yaptıkları açıklamalar, Türkiye’nin yakın zamanda hem PYD’yi hedef aldığını hem de Tel Abyad başta olmak üzere PYD’nin bölgedeki tutumunu sürdürmesi halinde Türkiye tarafından açık biçimde hedef alınabileceğini gösteriyor.

Bu açıklamaların altında yatan nedenleri Ankara’daki siyasi ve güvenlik kaynaklarından öğrenmeye çalıştım.

KOZA İpek Holding'e el konması olayında hangi yaklaşıma tabi olmalıyız?

Ben CHP milletvekili İlhan Cihaner’in yorumunu benimsiyorum. Eski bir savcı olarak mütalaası hem hukuki değer taşıyor hem de akla gayet yatkın. Cihaner’in görüşünü, önemine binaen kısaltmadan alıyorum buraya:“Eğer Fethullah Gülen örgütlenmesinin, yapısının, cemaatinin ya da MGK’nın deyimiyle Fethullah Gülen Terör Örgütü’nün bir suç yapılanması olduğuna karar veriyorsanız, o şirketlerin de o yapılanmayla ilişkilerini belgelemişseniz, bu tarz tedbirlere başvurulabilir. Kanalları Digiturk’ten çıkarma gibi tedbirlere de böyle bakmak gerekir. Ancak üzerinde asıl durulması gereken şey, Fethullah Gülen yapısının bir suç örgütü olup olmadığıdır. Bana göre, bu yönde güçlü emareler, bulgular var. Sadece kanun dışı dinlemelerin bile, belli bir organik yapı içerisinde bu gruba mal edilebileceğine ilişkin ellerimizde veri var...”

Hasılı, medya şirketleri dahil Koza İpek Grubu yönetiminin kayyuma devrini, hukuken ne yanlış ne sorunlu ne de yadırgatıcı buluyor Cihaner. El koyma gerekçeleri ve pratiğinde garipsenecek bir durum görmüyor, anlayışla karşılıyor.Fakat tüm şartların oluşup oluşmadığı konusunda çekinceli konuşuyor, bir ihtiyat şerhi de düşüyor.Karara ilişkin en can alıcı değerlendirmesi şu cümlede:“Ancak, öncelikle Fethullah Gülen yapılanmasının suç örgütü olup olmadığı yönünde bir karar olmalı. Bu karar eğer varsa, bu yapıya destek olan şirketlerin yönetimine kayyum atanması doğal karşılanabilir...”Prensipte gözü kapalı amel edeceğim muteber görüş budur.

Merkez medyanın TV kanalları, Bugün TV, Kanaltürk, Bugün ve Millet gazetelerinin sahibi Koza İpek Holding’e polisin gaz ve cop eşliğinde girmesini tamamen görmezden geldi.

Şaşırdık mı? Ne şaşıracağız! İstanbul’un göbeğinde yüzbinlerce insan Gezi Parkı için direnirken de CNN Türk, Habertürk ve NTV’den oluşan ‘kutsal sermayedar üçlüsü’ havalara bakıp ıslık çalmadı mı? Penguen belgeselleri göstermedi mi?

NTV zaten 2009 itibariyle tam biat modeline geçmişti. Peki ‘demokrasi kahramanı’ Doğan ve HT grubuna ne demeli? Yıllardır haberleri ‘Beyefendi’yi kızdırmamak’ için eğilip bükmediler mi Eleştirelliği, bilgilendirmeyi, gazeteciliği, üç beş yazara emanet etmekle yetinmediler mi?

Kabataş yalanı, yaşayan bir organizmaya dönüştü. Doğdu, emekledi, yürüdü, okula gitmeye hazırlanıyor. İlk kırılma, olayın geçtiği iddia edilen görüntülerin çıkmasından sonra yaşanmıştı. Kayıtlara bakılırsa ortalarda öyle bir şey görünmüyordu. Bunun üzerine “ben kadının beyanını esas aldım” diyen kimileri, kendini auta çıkarıp çekildi. İkinci dalga, “görüntüleri izlediğini iddia eden” İsmet Berkan’ın bu ifadesini yalanlayan “hıyarlık etmişim” itirafı oldu. Sonra bir TV programıyla gündeme geldi bu kez havuz tarafında üste çıkma ruhu canlandı; yazılara ortak başlık atıldı vs. Yine gündemden düştü derken, bir yandaş yazarın, Cem Küçük’ün “Ben zaten Kabataş’ın kurgu olduğunu yazmıştım” minvalli hatırlatmasıyla gündeme geldi. O geçti, o dönem haberin patladığı Star gazetesinde editörlük yapan Murat Seçkin’in Taraf’a yazdığı bir yazıyla gündeme geldi. Seçkin’in iddiasına göre Çakır’a sorduğu “bunları o kadın mı anlattı?” sorusunu “ Konuşacak hali yoktu, ne anlatabilirdi ki? Ama ne demek istediğini ben anladım” diye cevap vermişti. Bu yazıdan sonra sosyal medya Elif Çakır’a doğru bir çalkalandı tabii. Bu manzarada ikna olmadığım bir şeyler var, bu haftaki Köşe Vuruşu’nda bunu tartışmak isterim.

Suriye’nin kuzeyindeki Kobane’nin Ortadoğu halklarının soykırımcısı IŞİD’in eline düşmemesi; Tel Abyad’ın (Kürtçe ismiyle Gre Spi) ise bu illetten geçen haziranda temizlenmesi, birilerinin fena halde canını sıkıyor. Oysa Suriye’nin sınır kapılarını teslim ettikleri Selefi cihatçı gruplar ve IŞİD varken, ne rahattı. Musul Başkonsolosluğumuzdaki vatandaşlarımız “konuk” olarak bırakılıverilmişti! Şimdi “nankör” diyorlar ama bunlarla komşuluktan şikâyetlerini pek işitmedik.

Anımsayın… Önce “Kobane düştü düşecek” diyerek zil takıp oynadılar, “Koridor moridor yok” buyurdular! Dünya bu vahşilere karşı insanlık mücadelesine odaklanıp ABD bastırınca, yardım geçişine izin vermek zorunda kalırken, dolaşıma “Kobaneli kardeşlerimizi biz kurtardık” temalı “şefkat” masallarını soktular. Egemen bir komşu ülkeye Selefi cihatçıların aracılığıyla “çökme” hevesi kursakta kaldı.

Pazar günü siyasi hayatın kritik bir virajından geçeceğiz. Zorunlu ya da anayasal seçimler için ülke sandık başına gidecek.

Bir önceki seçimin ana teması AK Parti'nin başkanlık sistemine geçiş için anayasal çoğunluğu elde edip edemeyeceğiydi. Bu söz konusu olmadı.

Ve HDP'nin barajı rahatlıkla geçmesi, AK Parti'nin ciddi bir oy kaybıyla karşı karşıya kalması, koalisyon zorunluluğu ve görüşmeleri, takip eden uzlaşmazlık geçen 5 ayın bilançosunu oluşturdu.

Temmuz ortasından itibaren terör eylemlerinin ülkeyi kuşatması, IŞİD'in Suruç, Diyarbakır, Ankara saldırıları, PKK eylemleri, güvenlik tedbirleri, çatışmalar, ölümler buna eklendi.

Özetle siyasi konjonktür ve dengeler 5 ayda ciddi bir değişikliğe uğradı.

Kadınları, ağırlıklı olarak ev ve çocuk bakımı rolüyle tanımlayan, hattâ o role hapseden toplumsal cinsiyet algıları ve ona bağlı uygulamalar, Türkiye’de kadınların işgücü piyasasından uzak kalmasına neden oluyor.

İşgücünde kadın erkek eşitsizliğine dair bu derin uçurum, bize kalkınmanın ve gelişmenin sadece ekonomik bir süreç olmadığını, sosyal ve kültürel eşitsizliklerin de giderildiği bir toplumsal değişim sürecine ihtiyaç olduğunu gösteriyor.

TÜİK rakamlarına göre, Türkiye’de 15 ve yukarı yaştaki nüfusta istihdam oranı yüzde 45,9. Bu oran erkeklerde yüzde 65,2, kadınlarda ise yüzde 27,1. Erkeklerin istihdam oranı kadın istihdam oranının 2,5 katı. Çalışma yaşındaki 26 milyon kadından 7 milyonu, her dört kadından biri istihdam ediliyor. Türkiye bu oranla, kadın istihdamı ortalaması yüzde 57,5 olan OECD ülkeleri içinde sonuncu.

Altın madeni sahibi Koza İpek Holding’e ve onun medyası; televizyon kanalları, radyoları, gazetelerine el konuldu. Kitabına uydurmaya; “yasal kayyum atandı” deniyor ama “kayyum kılıklı iktidar gaspı” demek doğruyu yazmak olur.

Koza İpek Gülenci.

Eskiden Tayyipçiydi.

O yürek sıkıntılı ve hayıflanmalı “Allah ocağınıza ateş düşürsün” bedduası edilinceye kadar Fethullah Gülen ve Tayyip Erdoğan birdi, bütündü. Türkiye’yi 2023’e ve 2071’e birlikte dönüştürerek götürecek kadar birbirlerini sayıyorlardı. Güçlerini birleştirmiş, iş bölümü yapmışlardı. Koza İpek’e devlet teşvikleri yağıyordu ve onun medyası da “Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’ye Allah’ın lütfu bir muhafazakar demokrat lider” olduğunu yazıp duruyordu. Ne zaman ki, Gülen ile Erdoğan birbirini boğazlayacak kadar kinli oldular Gülen’in yanında duranlara akan devlet hortumları tıkandığı gibi elinde ne varsa geri alınması için düğmeye basıldı.

Dün beraber oldukları Koza İpek ve onun medyasına “terör örgütlerine silah sağlama kanaati oluştuğu” gerekçesiyle el konuldu.

Silahlar kimden alınmış.

Kimler aracı olmuş.

Yıl 1966. İktidarda Demirel’in Adalet Partisi. 6 Mayıs’ı 7 Mayıs’a bağlayan gece, saat 1.30’da İçişleri Bakanı Faruk Sükan’ın Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne soktuğu polisler, Adalet Partisi milletvekilleri dışındaki: Türkiye İşçi Partili, CHP’li bütün milletvekili ve senatörlerin odalarına baskın düzenleyerek didik didik aradılar. Sonradan yapılan açıklamaya göre, TBMM’de, NATO’ya ve Adalet Partisi’ne karşı yasa dışı bildiriler çoğaltıldığı ihbarı alınmıştı.

Olay vahimdi. Ne Meclis güvenliği, ne milletvekili dokunulmazlığı umurlarındaydı. Ertesi gün Meclis’e gelen ana muhalefet lideri İsmet İnönü’nün “Eşkıyanın bu gece ne yapacağı belli olmaz” sözleri o günlerden kalmadır. Neredeyse 50 yıl sonra, değişen bir şey yok. İşlerin vardığı noktada, o günlerin eşkıyasına can kurban diyecek haldeyiz.

Popüler İçerikler

Fenerbahçe Teknik Direktörü Jose Mourinho ile İlgili İspanya'dan Transfer İddiası Var
Galatasaray'ın Yıldızı Osimhen İçin Fenerbahçe Napoli ile Temasa Geçti
Fernando Muslera, Jose Mourinho'yu Hedef Aldı: "İstemiyorsa Gidebilir"