Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

“ Sayın Arınç Vicdanı” nın felsefeye temel giriş dersleri sürüyor.

Yeni konumuz, “Sayın Arınç Kalbi” nin kime sevgisi azaldı, hatta yok oldu?

Sıradan bir ailede hemen “aile içi, eş durumu” filan akla gelir ama hayır. Kendisi Allahtan diyor ki, “Evde mutluyuz.”

O zaman “işyeri” nde sorunlar var.

Ya patrona ya diğer çalışanlara karşı bir sevgi azalması söz konusu.

Ama biz o kişinin kim olduğunu asla bulamayacağız!

Zor.

Tahmini bile zor.

Kendisinin onun adını bildiği bile şüpheli. Söylerdi yoksa.

Seçim sonuçlarına göre söyleme ihtimali var.

Bu cesaret midir yoksa esaret mi Mefharet?

Partilerimizin seçmenle daha doğru bir iletişim kurması adına amme hizmeti yapıp şimdiki seçim reklamlarını değerlendirerek yeni öneriler sunuyorum…

Daha çok ses getirecek reklam filmi önerilerim!

CHP: “Aah ne varsa bende vaaar” şarkısını tavsiye ediyorum. Koalisyon konusundan eminlerse “Yatcaz kalkcaz, hoop oradayım” da kullanılabilir. Fonda müzikle, şu an yayımlanan reklam yine üstte dönebilir. Finalde ise slogan olarak “Bir deneyin, kaybedecek neyiniz var ki?” denebilir.

MHP: Devlet Bahçeli çıkıp muhtelif vatandaşlara sarılarak, kameraya o mahcup gülümsemesiyle “Evet!” diyecek sadece! Fonda seçmene hitaben Ajda’dan “Hoşgör sen” çalabilir. Slogan ise, partinin muhafazakâr kimliğine uygun olarak tanıdık, bildik, bizden, bir eski Türk filminden seçilmiş olacak. Genellikle evlenme teklifi karşısında mahcup kızın repliği de olsa, partinin ihtiyacına uygun bir slogan: “Evet, evet, evet, bin kere evet!”

HDP: Eskiden bir giyim markasının “Moda bizim için sadece bir semt adıdır” dediği iyi bir kampanya vardı. HDP’ye slogan olarak tavsiyem: “Kandil bizim için sadece bir eşya adıdır!”

“Bazı köşe yazarlarımız, Yezid’den daha fazla cinayet işliyor” sözü, sadece Havuz Medyası’nı değil, bu medyaya şu veya bu şekilde kol-kanat geren herkesi balyozun altında sinek gibi ezecek kadar ağır.

“İnsanların haysiyetlerine, toplum içindeki konumlarına o kadar alçakça saldırıyorlar ki Yezid bunları görse kıskanırdı” diye devam ediyor bu ağır cümleler. Siyasette tecrübe ve bilgelik işte böyle bir yetenekle birleşince anlam kazanıyor. Bu söz, tam da Kerbelâ mateminde söyleniyor ve bir yığın adamın üzerinden silindir gibi geçiyor.

Bülent Arınç’ın dün CNN Türk’te Hakan Çelik’e söyledikleri, kor gibi kızgın bir demirin buz gibi soğuk suya dalışı gibiydi. AK Parti’nin vicdanı öfkeyle, serzenişle ve isyanla konuştu. Bu vicdan düpedüz kanıyor, kendisiyle, yola birlikte çıktığı yoldaşlarıyla hesaplaşıyor ve kafalara bir şeyleri çivi gibi çakıyordu. Belli ki her sözünü kuyumcu terazisinde tartmış tam adrese kısa ama etkili mesajlar göndermiş.

Bülent Arınç’ın bu çok etkili çıkışını seçim öncesi iktidar partisini sıkıntıya sokacak bir “arkadan hançerleme” teşebbüsü olarak mahkûm etmek, çok ucuz ve sığ bir tutum olur. Şüphesiz Arınç gibi biri, seçime bir hafta kala partisini zora sokacak bir çabanın içinde olacak en son kişidir. Durumu, daha çok öfkesinin ve çaresizliğinin bir göstergesi olarak görmek gerekir.

Merkel’i Ankara’ya getirtemeyen Erdoğan, Alman konuğuna, “Haa burası büyük devlet” dedirtmenin yolunu, onu Büyük Mabeyn Köşkü’ne buyur edip hilalli tahta oturtmakta buldu.

Almanya’da kişi başına milli gelir Türkiye’dekinin neredeyse 5 katı; yani Almanlar, Türklerden 5 kat daha zengin.

Tahtın onca yüksek olması bu farkı kapatmaya yeter mi?

Merkel’i hilal gölgesinde cüce gibi gösteren fotoğraflar, Türkiye’ye “Parası neyse verelim, sizi burada bir mülteci barınağına dönüştürelim” demeye geldiğini unutturabilir mi?

“Mültecilere bakarız, ama siz de bize vize verin” pazarlığı yapan bir ülkede saraya bakıp “Amma büyük devlet” denir mi?

Asıl büyüklük

Ne yazık ki bu işlerde, düşmüş aristokratlara özgü bir ters orantı işler:

İhtişam azaldıkça muhteşem görünme telaşı başlar.

Yandaş medyanın, AK Parti’ye verdiği zararın haddi hesabı yok.

Zarar veriyorlar AK Parti’ye…

Hem de büyük zarar.

Mesela attıkları iftiralarla, ettikleri hakaretlerle, yaptıkları zulümlerle ve hedef göstermelerle yandaşı oldukları AK Parti’nin aslında “zalim bir parti” olduğu algısını körüklüyorlar.

Mesela hedef gösterip şiddete maruz bıraktırıyorlar ve bir büyük kitle partisinin şiddetle arasına mesafe koyamadığı algısını körüklüyorlar.

Mesela birileri hakkında acımasızca kampanya yürüterek “partimize sorgusuz sualsiz teslim olmayanı yakarız” imasında bulunuyorlar ve destek verdikleri partinin korku salan bir parti olduğu algısını körüklüyorlar.

Sanırım yakında AK Parti’ye bir zarar daha verecek bu yandaş medya…

AK Parti, Kürtler’in doksanlı yılların alacakaranlık günlerinde oluşmuş hafızasını anlamaya çalışmakla kalmadı, bu hafızanın ifade ettiği acılara ve yasa hep saygı gösterdi. Geçmişle yüzleşme tecrübesi, AK Parti iktidarı zamanında oluşmuş bir tecrübedir ve topu topu beş-on yılla sınırlı bir tecrübedir.

Dersim ve tarihin başka sayfalarıyla, mesela Diyarbakır cezaeviyle yüzleşmenin ve buna dair siyasi tavırların merkezinde, Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar ve halkı yüzleşmeye davet eden mesajları vardı.

JİTEM’in işlediği cinayetlerin aydınlanması için çaba gösterildi ama bu çabalar her defasında, HDP’nin seyirci kaldığı, terk edilmiş davalara dönüştü.

Bu ülkenin ‘kâğıt üzerinde aydınları’ arasında prensipsizlik bir resmi ideoloji adeta. İstisnalar hariç Türkiye’nin yazar çizerlerinde ilkesel duruş yok. Entelektüel tutarlılık yok. Felsefi omurga zaten hiç yok!

Düşünün, bir yazar senelerdir savunduklarına tamamen aykırı bir işe imza atıyor, sonra da imzaladığı bu tuhaflığı eleştirenlere pişkince hakaretler yağdırıyor. Bu toprakların az sayıda ilkesel duruş sahibi entelektüellerinden Ali Bayramoğlu ve Halil Berktay’a edilen hakaretlerden bahsediyorum tabii ki.

Türkiye’nin Angela Merkel’e şikâyet edilip adeta ülkenin siyasi düzenine bir Batı müdahalesi talep edilen o bildiriyi mesela Fuad Ajami gibi düşünen Türk akademisyenler imzalasa söyleyecek sözüm olmaz. Çünkü bu, benim son derece yanlış bulduğum ama kendi içinde tutarlı bir tavır olur. Geçtiğimiz yıl vefat eden Arap akademisyen Fuad Ajami, senelerce Arap âlemine Batı’nın müdahale edip Arap coğrafyalarını adam etmesini talep etmiş bir isimdi. ABD’nin elindeki tüm askeri ve ekonomi-politik enstrümanlarla Arap dünyasına şekil vermesini isteyen bir aydındı. Nitekim bu uğurda ABD’nin 2003’teki Irak işgalini dahi açık açık savunmuştu. Kelimenin tam anlamıyla bir neo-kolonyalist ve neo-oryantalist kafaya sahipti.

Geçen yıl, bir AKP’li milletvekili, yeni bir devlet arması hazırlanması için kanun teklifi vermişti, o zaman yazmıştım bu yazıyı ama teklif seçim telaşı içinde kadük olunca vazgeçmiştim. Son aylarda AKP’ye yakın 30 kadar kişi tarafından yönlendirildiği söylenen maaşlı sosyal medya tacizcisi (ya da ‘sövme timi’) Aktrollerin profil resmi olarak ‘Osmanlı Devlet Arması’ olunca ve nihayet Osmanlı Ocakları ile yazı benim için yeniden güncellenmişti ama bir türlü bitirememiştim. Geçen hafta yurt dışındaydım, programımı iyi düzenleyemediğimden yeni bir yazı yazamayınca, henüz pek çok eksiği de olsa bunu göndermek zorunda kaldım gazeteye. Ancak nedense bir türlü ulaştıramadım. Dolayısıyla geçen hafta sayfam boş kaldı. Hem gazetemden hem siz okurlarımdan çok çok özür dilerim…

MÜTEFERRİKA VE İLK ARMA

Edhem Eldem’e göre “Avrupalı seyyah ve tarihçiler olmak üzere, erken tarihlerden beri hilalin Osmanlıların arması (terim Latince’de kalkan, silah, zırh, ordu anlamına gelen ‘armorum’dan geliyor) olup olamayacağı tartışılmıştı. Örnek vermek gerekirse, 1529’da Viyana’daki Aziz Stefan Katedrali’ne (Sankt Stephans Dom) ateş etmedikleri için Osmanlılara şükran ifadesi olarak katedralin kulesinin tepesine ay-yıldız yerleştirildiği, ama 1683’te aynı katedral topa tutulunca alemin indirilip yerine haç konduğu 18. yüzyılın sonlarında anlatıldığında, bu simgeyi tarif etmek için arma anlamına gelen ‘armoiries’ tabiri kullanılmıştı.

Her üç kişiden ikisi Erdoğan ’dan korkuyormuş.

Gezici’nin son anketi böyle diyor.

“ Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan çekiniyor musunuz? ” sorusuna katılımcıların yüzde 68.4’ü “ Evet ” diyor.

“ Hayır ” diyenler, yüzde 25’i geçmiyor.

Bu bulgular üzerinde yazdığı bir yazıda Ertuğrul Özkök ; “ Cumhurunu korkutan bir cumhurbaşkanı ” diyerek şunu ekliyordu:

“ Şu soruyu Cumhurbaşkanı’na çok samimi olarak sormak isterdim. Halkı üzerindeki otoriteyi, sevgi ve saygıyla değil de... Korkuyla, baskıyla, ezici bir şatafat ve totaliter bir tören düzeniyle kurmak güzel bir şey mi? ”

Zaman gazetesinin haber toplantısına katıldım dün öğle vakti.

Davet, çiçeği burnundaki Genel Yayın Yönetmeni Abdülhamid Bilici ’den geldi.

Özlemişim yazı işleri masasını, gazete mutfağını.

Belki de çeyrek yüzyıldır bir ilk olduğu için uzun uzun, hatta biraz fazla uzun konuştum.

Baydılar mı bilmiyorum ama galiba dinlediler de.

Bu arada havaya girip, Abdülhamid’e de yararı dokunabilir diye bir slogan bile attım:

“Gazete yöneticiliği, Genel Yayın Yönetmenliği diktatörlüktür.”

Çünkü herkes fikrini söyler, ama son söz, eski deyişle umum neşriyat müdürüne aittir.

Yazı işleri masasında ben anlatmaya devam ederken, Bülent Arınç bombası dolaşmaya başladı sosyal medyada.

CNN Türk’te, Hakan Çelik’in programında konuşuyordu.

Öylesine konuşuyordu ki, AKP ’nin fokur fokur kaynadığı bir kez daha kendini belli ediyordu.

Popüler İçerikler

Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi
Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı