Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Bu soruya her parti taraftarının vereceği ayrı bir cevap var.

Mesela ortalama bir AK Parti taraftarı, ki bu taraftarın gözünde en kötü senaryo, AK Parti’nin Meclis çoğunluğunu kaybetmesi, 13 yıldır alıştığı iktidar ve nimetlerini başkalarıyla paylaşmak zorunda kalması olacaktır.

Unutmamak lazım ki, ortalama AK Parti taraftarı gözünde önce Cumhurbaşkanı Erdoğan, sonra parti ve ilkeleri gelir.

O nedenle AK Parti içinde, mesela yolsuzluk iddialarından Kürt meselesinde bir uçtan diğerine gidip gelmelere dek gelişmeleri onaylamayanlar dahi, hesaplaşmayı bir tür cihat ruhuyla sonraya erteleyebilir.

Aslında Nokta’ya muhtemelen parti tarafından sızdırılan tutanaklar bu bakışı doğrulayacak şekilde adeta “dersimizi aldık, cezalandırmaya kalkma, elimizde ne varsa kaybederiz” demektedir.

Ortalama AK Partili için en kötü senaryo yeniden tek başına hükümet kuramamak olacaktır.

Ankara’da bir yılı aşkın süredir önemli bir dava görülüyor. Davacılar, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, Şehir Plancıları, Mimarlar, Peyzaj Mimarları Çevre Mühendisleri Odaları... Liste uzun.

Davalılar: Başbakanlık, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı. Davacılar, Atatürk ’ün, Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) arazilerinin kullanımına ilişkin vasiyatnamesinin ihlal edildiğini söylüyor. İhlalin saptanmasını, AOÇ arazisine müdahalenin kaldırılmasını istiyorlar. Müdahaleden kasıt, Cumhurbaşkanlığı Sarayı başta olmak üzere, Saray için açılan bulvar, sirk çadırı, dinozor heykeli gibi yapılar... Belediye şöyle diyor: “ Davacılar ve davaya katılanlar, bu arazinin maliki ya da kullanıcısı değil. Onun için davayı açamazlar bile. Ehliyetleri yok. ”

Sevgili Çetin Altan’ın ölümü, kendi başına, yeterince üzücü bir olay. Ama “ hayal ettiğim ülke bu değildi ” diyerek ölmesi bunu daha da üzücü kılıyor. Türkiye, “ hayal edilen ülke ” olmamakta böylesine direnerek ne kadar çok sayıda aydınını, insanı hayal kırıklığı içinde uğurladı. Örneğin, Ruhi Su’yu son görüşüm Selimiye kışlasında olmuştu: “ Aydınlar Dilekçesi ” için askerî savacıya ifade vermeye gidiyorduk…

Çetin Altan bu ülkede “ önemli adam ” olmakla “ değerli adam ” olmak arasındaki farkı anlamış ve anlatmıştı. Tarih boyunca bir tür aydın düşmanlığı yaşadık; şimdi bunun içeriği biraz değişti, ama kendisi daha da keskinleşmiş olarak devam ediyor.

Altmışlı yılların sonlarında şöyle bir tanışmıştık Çetin Altan’la. Ama asıl tanışıklığımız yetmişli yıllarda, Sağmalcılar Cezaevi’nde başladı. Hapishane arkadaşlığı özel bir şey. Aramızda epey bir yaş farkı (bir “ kuşaklık ” fark) olmasına rağmen “ senli benli ” olmuştuk.

Seçime giderken, partilerin ekonomik vaatleri öne çıksa da toplum daha çok terörün nasıl sonlandırılacağını merak ediyor. Tabii doğal olarak partilerin Kürt meselesine bakışını da... Özellikle de CHP'nin.

Birkaç yıl önceye kadar, Doğu ve Güneydoğu sorunu diyerek meseleye üstü kapalı yaklaşan CHP, ilk kez ' Kürt Sorunu ' diyerek yeni bir siyasetten söz ediyor. Peki, ne diyor CHP? Aslında geçmişte söylediğinden çok da farklı bir şey söylemiyor.

Bir süre önce CHP kurmayları İstanbul'da bir basın toplantısı yaptı ve CHP'nin soruna yaklaşımını anlattı. Toplantıyı düzenleyenlerden CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu , Kürt meselesinin 3 ana eksende tartışılması gerektiğini şu sözlerle özetledi:

' Birinci ana eksen, demokrasi, eşit yurttaşlık, özgürlük, adalet, geçmişle yüzleşme, hesaplaşma meselesi. İkinci ana eksen, bu sorunla bağlantılı çatışma, terör, şiddet meselesidir. 3'üncü ana eksen ise sorunun ekonomik kalkınma ayağıdır. Bu üç eksen üzerinde çözüm önerilerimizi ortaya koyduk. Bunun da TBMM odaklı yapılması görüşündeyiz. '

GEZİ, Türkiye'yi boyamak istedikleri tek renkte değildi; rengârenkti, bir şeylerin değişmesini isteyen insanların kimin kim olduğunu sorgulamadan beraber hareket ettiği bir hareketti.

Gezi’den filizlenen Oy ve Ötesi böyle insanlardan oluşuyor. “Ortada sandıkla ilgili bir sıkıntı var, boş ver benim kim veya ne olduğumu, gel bunu birlikte çözelim” diyen insanlar.

Türkiye’nin dört bir yanında, bulundukları yerde baskın olan ve sandık başına hükmetmesinden endişe edilen siyasi partiye antitez insanlar bunlar. Ülkede bir şeylerin yanlış gittiğini gören, bunun için bir şey yapmak isteyen, asla tek bir siyasi ideolojinin parçası olmayan insanlar.

Temsili demokrasinin, her ne kadar yüz küsur yıllık bir tarihi olsa da özellikle son dönem yıldızlarından ‘kamuoyu araştırma şirketleri’ ve anket sonuçlarını nakleden basının, siyasetçilerin dili, Türkiye’de nasıl da ‘acınası’ bir hale gelmiş durumda. Son günlerde yayınlanan rakamların ‘duyurulma’ biçimine baksanıza. ‘ Ankara katliamı sonrası şu parti şu kadar arttı, şu partinin oyu düştü’ vs. Sözü edilen Cumhuriyet tarihinin en büyük yurttaş katli. 100’ün üzerinde insan dinci faşistlerce paramparça edildi. Yüzlerce yaralı var. Muhtemelen şu anda hayatta olan kimi gencecik insan, eksik uzuvlarının ‘boşluğuna’ bakıyor. Tedavileri sürüyor. Ve o soğuk, profesyonel, ‘yaşamın sürdüğünü’ hatırlatan kibirli, acımasız ve münasebetsiz dil, ‘katliam sonrası’ anket sonuçlarını duyuruyor bizlere. Memleketimiz insanı herhalde hiçbir zaman zarafetiyle tanınmamıştır ama ‘acımasızlık’ ya da hafif tabirle ‘hödüklüğün’de bir sınırı olmalı.

Saltanatın kaldırılışının yıldönümü olan 1 Kasım’da, adı ‘seçim’ olan, buna mukabil ‘demokratik seçim’ kavramından fersah fersah uzak bir oylama yapılacak. Neden?

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde İktisat-Maliye okudu. Aynı yerde kamu yönetimi yüksek lisansı ve siyaset bilimi doktorası yaptı. Doçentlik yaptığı Hacettepe Üniversitesi'nden 2000 yılında profesör olarak Gazi Üniversitesi'ne geçti. 2009'da Plato Meslek Yükse...devamı

Etnik temizlik dünyanın en adi suçlarından biri. Nerede, kim tarafından ve kime karşı işlenirse işlensin etnik temizlik suçuna karşı çıkmalıyız. Bu suçu bir salgın hastalığı yok eder gibi ortadan kaldırmaya çalışmalıyız.

Ne var ki, dünya melekler dünyası değil. Etnik temizlik vakaları da her yerde her zaman karşımıza çıkabiliyor. Çeşitli gerekçelerle girişilen ve/veya meşrulaştırılan etnik temizlik olaylarının sayısı çok kabarık. Yaklaşık beş yıldır devam eden Suriye iç savaşı da yeni temizliklere yol açıyor. Sonuncusu PKK'nın Suriye uzantısı olan YPG tarafından sahneleneni. Bunu söyleyen sadece Türkiye kaynakları değil, aynı zamanda itibarlı uluslararası organizasyonlar.

Uluslararası Af Örgütü, PKK'nın Suriye topraklarında faaliyet gösteren kolu olan YPG'nin, Türkmen ve Arap köylerinde “savaş suçu işlediğini” duyurdu.

Yargı sistemiyle ilgili sorunlarla genelde delilsiz mahkemeler, haksız tutuklamalar veya keyfi gözaltılar bağlamında karşılaşıyoruz. Yargıyla yüzleşmelerimiz hep ceza hukuku kapsamında olmuşsa, garabetin diğer taraflarının bize uzak kalması normal.

Kimi teknik alanlardaki gariplikler, ancak adliye koridorlarında veya emsal karar araştırmalarında ortaya çıkıyor. Örneğin İcra İflas Kanunu uygulamasındaki hata, ancak bu işi yapan tarafından bilinebiliyor.

Kararların gerekçesiz olmasını hep ceza hukuku bağlamında duyuyoruz. Ama özel hukukun, yani hukuk yargısının kararları da en az o kadar gerekçesiz olabiliyor.

İşte bu yazı, tam da İcra İflas Kanunu üzere, yargıdaki “görünmeyen” gariplikleri ortaya döken bir Anayasa Mahkemesi kararıyla ilgili. Bu aynı zamanda kararların gerekçeli olması gerektiğini bu kez hukuk mahkemeleri açısından incelemiş olan bir karar.

Beşinci parti lafı çıktı.

Durduk yerde mi çıktı(!)

Tabanda karşılığı var. Tıpkı Necmettin Erbakan’a daha sağken en yakın kadrosu keser vurup öldürüldüğü gibi şimdi de o keser Tayyip Erdoğan’a vurmak için bilendi. Fazilet-Refah- Saadet; yani milli görüşün içinden nasıl; “Erbakan ile olmuyor” partisi çıkartıldığı gibi bugün de “Erdoğan ile olmuyor…” partisi pusuya yattı, 2 Kasım’ın gelmesini bekliyor.

Üç dönem diyeceksin.

Sen Başkanlığa geçeceksin.

Sonra tüzük değiştireceksin.

Üç dönemliğe kapı açacaksın.

Sonra da listeye koymayacaksın.

Keser bu yüzden bilenmekte.

Ankara-Washington arasındaki ilişkiler, bugün, 2003 yılında Amerikan önderliğinde bir grup ülkenin, Irak'ı işgalinden sonraki en düşük düzeyinde seyrediyor.

TSK'nın, o zaman iktidara yeni gelmiş çiçeği burnundaki AKP hükümetini destekliyor izlenimi vermemek için ABD'nin Irak'ı işgalinde, Türk topraklarının ikinci cephe olarak kullanılmasına karşı duruşu, Türk-Amerikan askeri ve siyasi ilişkilerinin dip yapmasına neden olmuştu. Dönemin kimi komutanları, ABD'ye ikinci cephe izni verilmemiş olmasının yanlış olduğunu sonradan itiraf etmiş olsalar da artık iş işten geçmişti. Siz bakmayın, Genelkurmay eski Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ'un, Ergenekon davası kapsamında geçenlerde verdiği ifadede, Irak'ın işgali sırasında yönetimde olan Amerikan Yeni Muhafazakarların, Türkiye'deki darbe teşebbüsü davalarıyla TSK'dan intikam aldıkları mealindeki sözlerine. ABD'nin Türkiye eski Büyükelçisi Francis Ricciardone'nin, yakınlarda Hürriyet'e verdiği demeçte de ima ettiği üzere, Washington, bu davalara karşı neredeyse sanıkların avukatı kesilmişti.

Popüler İçerikler

Almanya’daki Saldırıyı Kim Yaptı? Noel Pazarı Saldırganının Kimliği ve Röportajı Ortaya Çıktı
Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman