Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Hürriyet binasına saldıran ve camı çerçeveyi indiren magandaların şefi bu kez Mersin'de konuştu.

Hürriyet’e yapılan saldırıdan sonra kıvırtmış ve olay sırasında orada bulunmasını “İnsanları yatıştırmak için gitmiştim” diye açıklamıştı ama kendi yalanının mumunu üflemesi için çok beklememiz gerekmedi.Hürriyet’e saldıranların başında bulunmasının nedeni meğerse “bir dokunulmazlığı kaldırmak” imiş! Bizim ne dokunulmazlığımız varmış ve onu kaldırmışlar, yaptıkları eyleme bakarak anlamak mümkün.Demek ki artık binalarımızı yakıp yıkabilirler, bizleri de dövebilirler.Sözlerinden bunu anlıyoruz.Daha da ilginci bu eylemi yaparken yalnız da değilmiş arkasında bütün AKP teşkilatının enerjisini hissediyormuş!Bunu zaten daha önce de partinin kongresinde divana seçilmesinden, seçim beyannamesi açıklanırken salona geldiğinde büyük itibar görmesinden anlamıştık.Bu sözleriyle bu desteği ve onayı teyit etmiş bulunuyor.Bize neden saldırmaları gerektiğini de “ülkenin Müslüman değerlerini korumak” olarak açıklıyor.Başta Başbakan olmak üzere AKP yöneticilerine seslenmek istiyorum: Şiddet ile aranıza mesafe koyun!

Bu yıl Kasım ayının ortasında G20 Türkiye’ye geliyor. Biliyorsunuz G20’nin başkanlığını bu yıl Türkiye yapıyor. Dünya liderleri üç hafta sonra Antalya’da buluşacak ama ben hala etrafta bir heyecan filan görmüyorum. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de Amerikan Başkanı Barack Obama da Antalya’da olacak. Almanya Başbakanı Angela Merkel de üç hafta sonra Türkiye’ye yeniden gelecek. Onları Cumhurbaşkanı Erdoğan ağırlayacak. Peki, ne yapacaklar Türkiye’de? Ne konuşacaklar?

G20, küreselleşme sürecinin ortaya çıkardığı bir gereksinimden doğdu. Küreselleşme ile birlikte dünyanın her tarafı birbirine benzemeye başlayıp G7 ülkelerinin kendi aralarında gerçekleştirdikleri koordinasyon dünyayı idare etmeye yetmeyince ortaya G20 çıktı. G20 bir nevi G7 artı BRICS artı MIKTA’dan oluşuyor. G7, Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, İngiltere ve Amerika’dan oluşuyordu. Buna önce BRICS ekleyin. Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika. Etti mi 12? Kalan ülkeler kendilerini bir garip hissedince onlar da MIKTA adı altında bir araya gelmeye başladılar. Bunlar da Meksika, Endonezya, Güney Kore, Türkiye ve Avustralya.

Aydın’ denilen bir kavramın icadı ile ‘aydın düşmanlığı’nın tarihi aynı zamana denk düşer. Zaman içinde ‘aydınlanma merkezli düşünce’ de, ‘aydın’ denilen kavram da çokça tartışıldı, sorgulandı, bu işin hikâyesi uzun. Diğer taraftan, modernleşme sürecinin karmaşıklığı, sıkıntıları, çelişkilerine karşı, kavrayışı dar tepkisellik, ‘aydın’ları bu işlerin tümünden sorumlu tutan ‘aydın düşmanlığı’ çerçevesinde türlü şekiller aldı. Bu hal, ‘Aydınlanma’ ve ‘aydın’ kavramının aklı başında sorgulanmasından ayrı bir haldir, sonucu aslında farklılık düşmanlığı olan aydın düşmanlığıdır. 

Bu tepkisel tutum, bir ülkenin içine düştüğü darboğazlardan modernliğin ürünü olan ‘demokrasi’, ‘özgürlük’ ve ‘farklılık’ kavramlarını ve bunların taşıyıcılarını sorunlu tutar, çareyi otoriteye sığınmak ve türdeşleşme de görür. Bu tepkisellik, demokrasi ve özgürlüğü ‘kargaşa’ ve ülkenin zaafa uğramasının nedeni, farklılığı topluma ve onun özdeğerlerine ‘yabancılaşma’ olarak görür. Özgürlük talebi fitne, çoğunluk gibi düşünmeyen hain olarak tanımlanır. Modern dönemin tüm otoriter rejim savrulmalarında hikâye budur.

AKP’ye yönelen dinsel eleştiri ve moralistik sözde-evrenselcilik tutumu siyasî bir kritiğin önünü tıkıyor. Bu tutumun kötü bir ahlakçılık ve iptidai bir kültürel hınçtan kaynaklandığı gerçeğini de gizleyemiyor. Sosyolog Prof. Dr. Ahmet Çiğdem Al Jazeera için yazdı.

Türkiye, siyasî bir krizin içerisinde ve bu krizin bağlamı, siyasî öznelerin krizin nedenleri ve sonuçları hakkındaki görüşleri nedeniyle giderek yayılıyor ve derinleşiyor. Krizin algısı ve ifadesi, böylece, onun hem nedeni hem de önemli bir parçası hâline geliyor.

Bir tarafta muktedirlere ve yaptıklarına ölçüsüz ve aklı başında her insanın yüzünü kızartacak güzellemeler dizenler, öte tarafta, neredeyse bütün ideolojik ve politik rasyonaliteyi mezarına gömecek, otoriteryanizm, diktatörlük gibi kavramlarla bunların nesneler karşılıklarını yerlerinde ters çeviren bir acınasılıkla yürütülen sözde - siyasal tartışmalara bakılırsa, Türkiye, fiilen ‘bitmiş’ durumda.

Bitmişliğin nedeni gerçekten AKP ve Erdoğan mı?

Türkiye önemli, çok önemli bir değerini kaybetti. 

Çetin Altan...

Kalemiyle, doğasıyla, toplumbilimci dehasıyla, zor dönemde verdiği siyasi mücadeleleriyle, düşünce gücüyle, kıvrak kavramlarla, müthiş yaşam serüveniyle, işlek zihni, zekasının sığmadığı bedeni, yetişemediği diliyle ateş gibi adamdı.

Fikir üretti. Yol açtı. Tabu kırdı. Kızdı. Kızdırdı. 

Marksizm'den liberalizme uzanan, elitizmden halkçılığa giden gelen, hepsinin hakkı ziyadesiyle verilmiş inişli çıkışlı yolculuğunda hep parlak, hep üretken, hep yaratıcı oldu...

Bu teşhisçi sosyolog, bıçkın solcu ve siyasetçinin edebi kimliği de kuvvetliydi. Pek çok oyun ve roman kaleme aldı. Bunlardan “Büyük Gözaltı” İsveççe, Yunanca, Bulgarca ve İspanyolca 'ya, “Bir Avuç Gökyüzü” İspanyolca ve Rumence'ye çevrildi. Büyük Gözaltı Fransız liselerinde seçmeli ders kitabı olarak okutuldu.

Davutoğlu önceki gün Van’daydı. İki hafta önce, tarihinin en kanlı terör eylemini yaşayan Türkiye’nin Başbakan’ı olarak, halktan partisini yeniden tek başına iktidara taşıyacak oyu istedi. Havuz medyasının okuyucularına ‘birlik ve kardeşlik’ olarak sunduğu mitingde Davutoğlu, “Ak Parti iktidardan indirilirse” diye başlayan uyarı cümlesini “burada terör çeteleri ve beyaz Toroslar dolaşacak” diyerek tamamladı. Beyaz Toros, ölüm demekti. JİTEM’in 90’larda doğu ve güneydoğu sokaklarında gezen plakasız, takip edil(e)meyen araçlarıydı. İçine zorla bindirilen insanların işkence edilmiş cansız bedenleri yol kenarında bulunuyor ya da bulunamıyordu. Beyaz Toros’a bindirilen faili meçhule götürülüyordu.

• • •

Peki, Davutoğlu seçim mitinginde; bize, yani daha iki hafta önce paramparça olmuş 100 barış elçisinin yasını tutan halka, 90’ların karanlığını hatırlatarak ne yapmaya çalışıyor? “Ankara Katliamı’ndan sonra partimizin oyunda artış var” diyerek tabanı neye sevinsin istiyor? O sevinen insanla, yas tutan insan aynı mahallede nasıl yaşayabilsin, o dilinden düşürmediği birlik ve beraberlik nerede inşa edilsin istiyor?

Odada üç kişiyiz, biri Türkiye’nin en önde gelen çok büyük işadamlarından biri, diğeri bir Başbakan Yardımcısı, üçüncü kişi de, 17-18 yaşlarında ben, 60’lı yılların ilk yarısı. Yaz tatillerinde çalıştığım ünlü bir yer var, odaya beni çağırıyorlar, gazetede yayınlanan bir yazıyı okumam için.

Yazıyı o iki kişiye okuyorum. Yazı sütunun başlığı gibi,  “Taş” gibi inen yazılardan biri. Çetin Altan yazısında her zamanki gibi, sözünü hiç esirgemiyor, kimseden korkusu yok, o devrin en büyük iş adamlarından birinin ithal ettiği mallarla ilgili yazıda hem iş adamını, hem de iktidarda bulunan partiyi sorguluyor. Yazı ikisinin de canını sıkıyor, Başbakan Yardımcısı iş adamı ile senli-benli, ona dönüyor, “merak etme, hallederiz”.

Lise son sınıf öğrencisiyim, her gün Çetin Altan’ı, (sonradan Çetin Ağabey) okuyorum. “Hallederiz” sözü içime oturuyor, nasıl halledecek? Çetin Ağabeyin yazılarını merakla izlemeyi sürdürüyorum, ya yazılarına son verilecek ya Çetin Ağabey yazıda sözünü ettiği iddialardan dolayı özür dileyecek.

Alt tarafı her zaman beklendiği üzere iktidar partisi değişecek; ne Türkiye iktidarsız kalacak ne de iktidar olanlar ülkeyi satılığa çıkartacak. 'Başka iktidar yok!' anlamına gelen 'başka Türkiye yok!' sloganının tehditlerle, düşmanlarla değil sadece demokrasiyle sorunu vardır. Bunlar beceremedi demek ki, bırakın yeni bir iktidar baş etsin o zaman düşmanlarla, işgal lobileriyle. Muhalefeti düşman ilan ediyorsanız o zaman size dikta heveslisi demekten başka çaremiz kalmaz; çünkü muhalefet ancak dikta rejimlerinde düşman ilan edilir.

Birçok Türkiye var. Mesele zaten teke indirgemek yerine çoğulculuğa ve farklılığa saygı göstermekti. Marifet hepsini bir arada tutmak ve adaleti tesis etmekti, uçurumdan aşağıya yuvarlanırken vura vura kırdığınız ellerin sizi tutmasını nasıl beklersiniz? Hem neden tutsunlar? Kafalarını da kırmanız için mi?

Zart diye tutukladılar, ciğerlerinden hastaydı, Tekirdağ devlet hastanesine sevkedildi, gayet iyisin denildi, cezaevine geri gönderildi, durumu kötüleşti, bunun psikolojisi bozuk denildi, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne sevkedildi iyi mi… Psikiyatrik muayene neticesinde, böbrek yetmezliği teşhisi konuldu! Cezaevine geri gönderildi, komaya girdi, Yedikule araştırma hastanesine sevkedildi, turp gibisin denildi, cezaevine geri gönderildi, Bayrampaşa devlet hastanesine sevkedildi, oradan Haseki hastanesine havale edildi, maşallahın var denildi, cezaevine geri gönderildi, şuuru kapandı, tekrar Bayrampaşa devlet hastanesine sevkedildi, aslanlar gibisin denildi, cezaevine geri gönderildi, bitkisel hayata girdi, o haldeyken Tekirdağ cezaevine sevkedildi, canlı cenazeydi, Tekirdağ devlet hastanesine sevkedildi, oradan Trakya üniversitesi tıp fakültesi hastanesine sevkedildi, nihayet lütfedip teşhis konuldu, tüh be kansermiş denildi, ne akciğer kalmıştı, ne kemik, ne beyin… Ölüm döşeğinde tahliye ettiler, dört gün geçmedi, son nefesini verdi.

Çetin Altan'ı da kaybettik...  Yarım yüzyılı aşan gazetecilik hayatımda tanımaktan gerçekten mutlu olduğum bir aydın, bir abi, bir dosttu.

Güneş patlamaları gibi ışık saçan zekâ patlamalarına tanık olurdum.

Çok güçlü bir hafızaya sahipti.

Yüzyılların gerisinden başlayarak tarih, edebiyat, siyaset, sanatın her dalı... Onu dinlerken “İnternet sitelerinde sörf yapar” gibi hissederdim kendimi.

Spontane nükteleri tespih taneleri gibi art arda sıralardı.

Davudi ses tonuyla “r” harflerini “ğ” olarak telaffuz ederdi.

Merak uyandırırdı.

Gençliğe doğru ilk yıllarımda siyasete ilgi duyardım.

2 büyük “idolüm” vardı.

Onlar medyanın yıldızlarıydı; “Metin ve Çetin...”

Popüler İçerikler

Almanya’daki Saldırıyı Kim Yaptı? Noel Pazarı Saldırganının Kimliği ve Röportajı Ortaya Çıktı
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt