Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Ankara saldırısından bir hafta önce Avrupa Birliği üyesi ülkeler Ankara'daki temsilciliklerine '1 Kasım seçimleri öncesi Ankara'da IŞİD saldırısı bekliyoruz' diye güvenlik uyarısı geçiyor. Bunun üzerine bir çok büyükelçilik camlarını zırhlı camlarla değiştiriyor, giriş kapısına ek duvar örüyor.

Amerika Birleşik Devletleri’nin Kuzey Carolina eyaletinde üç Müslüman öğrencinin öldürülmesinin ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Barack Obama’yı şu sözlerle eleştirmişti:

'Ben Sayın Obama'ya sesleniyorum, 'Neredesin Başkan' diyorum. Dışişleri Bakanına, Biden'e sesleniyorum 'Neredesiniz' diyorum. Biz siyasiler, ülkemizde işlenen cinayetlerden sorumluyuz. Tavrımızı ortaya koymak zorundayız. Çünkü halk size oylarını verirken 'Benim can güvenliğimi, mal güvenliğimi sağlayacaksın' diye veriyor. Eğer siz, bu tür bir olay karşısında sessiz kalırsanız, dünya da size her zaman sessiz kalacaktır.'

BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, NTV'deki programında şunu söyledi:

'Türkiye'de intihar eylemi yapabilecek kişilerin belli bir listesi dahi var. Takip ediyorsunuz ama bunun öyle bir eylemi gerçekleştirme anına kadar hukuk devleti olarak onu DHKP–C bağlamında birçok şey isimler, biliyorsunuz daha önceki bazı eylemciler, önceden de biliniyordu.'

Başı sonu belli olmayan bir cümle olduğu için internette değişik kaynaklardan da baktım, böyle demiş. Bu alıntıyı da damadın kardeşinin havuz gazetesinden yaptım, onu da belirteyim.

Daha önce de bu konuda sohbet etmiştik.

Bir insan özellikle de bir siyasetçi, soru karşısında başı sonu belli olmayan böyle cümleler kuruyorsa bu bir tek duruma işaret eder:

O siyasetçi kontrolü kaybetmiştir, konuşulan konu ile ilgili net ve açık fikirleri yoktur, söyleyecek sözü olmadığı için laf çevirmeye çalışıyordur.

10 Ekim bir milat oldu.

1 Mayıs 1977 Taksim bir milat olduğu gibi.

Uludere'den sonra AK Partili bir yetkili, ”7 Şubat MİT krizi ve Uludere devletin karşılaştığı en ağır travmalardı” demişti.

Ankara Garı ise yeni travmamız oldu.

Gün geçtikçe acılar derinleşiyor.

Ama gün geçtikçe soruşturma ilerliyor.

Dün Çankaya Köşkü'ndeydik.

Başbakan, patlamanın olduğu Ankara Garı'nın önüne eşi ve bakanlarıyla birlikte ölenlerin anısına karanfil bıraktıktan sonra gelmişti.

Davutoğlu, kendi döneminde böyle bir acının yaşanmasından dolayı çok etkilenmiş.

Kara günler yaşadığımız, her gün başka bir acıyı tattığımız bu sıkıntılı, üzüntülü ve karamsar günlerde ay-yıldızlı ekibimiz ışığımız oldu. Çek Cumhuriyeti zaferinin ardından Konya’da hem de 10 kişi kalmasına rağmen Selçuk İnan’ın son dakika golüyle üç puanı alan milliler, en iyi üçüncü kontenjanından Fransa’ya uçtu.

İşte biz buyuz... Zor günlerin takımıyız, uçurumun dibine düşer yine ayağa kalkarız, hedefi de yakalarız, kıskananları da çatır-çatır çatlatırız!

Sizinle ne kadar gurur duysak azdır... Büyüksün hocam, büyüksünüz sevgili çocuklar, Allah sizden bin kere razı olsun, yanaklarınızdan öpüyoruz, size kucak dolusu sevgilerimizi iletiyoruz...

33 kişinin hayatını kaybettiği Suruç katlimında üç günlük yas ilan edilmedi. Bu bir utançtı, ama hiç şaşırtıcı değildi. Ne de olsa Kobani’nin yeniden inşası için yardıma gitmeyi planlayan Kürt ve Türk gençleri, tam da hükümetin ve cumhurbaşkanının ‘terörist’ ve ‘çapulcu’ saydığı insanlardandı.

Şimdi ‘Ankara katliamı’ndan sonra, Türkiye resmen de yasta. Ancak hükümet bu yası, sadece terörizme karşı bir tavır olarak kullanıyor. Yoksa neden bir grup insan bu yasın dışında bırakılsın ki?

Dürüst olmak gerekirse, Ankara’daki katliam için hükümetin yas ilan etmesini beklemiyordum. Neticede, Suruç katliamında bunu yapmamıştı. Yas ilan ettiklerinde, ilk önce bir oh çektim: Bu trajedinin, bir ulusal yası hak ettiğini anlamışlardı. Jeton sonra düştü: Bu yas sadece Ankara katliamı kurbanları için değildi; aynı zamana ‘ terörizm’ e kurban edilen korucu, asker, polis ve yurttaşlar içindi. Söz konusu olan milli birlikti.

'Oğlum Ergin!

Buyur Usta!

Korkma sakın!

Yok Usta!

Bak şu yana!

Baktım usta!

Yaz geliyor…'

Ergin Günçe, 'Bir Yaz Ölümüne Hazırlık'

1980’lerde sürekli işkence olurdu. Sürekli insan öldürülürdü. Fakat sokakta hiç bir şey olmazdı. Sokak sakindi ama herkes her şeyden korkardı. O zaman katledilenler pencereden atlamış, polise saldırmış, kaçarken vurulmuş filan olurdu.

1980’ler boyunca ellerimizi dizlerimizin ucunda birleştirmiş, hafif tedirgin, misafirlikte gibi oturuyorduk. Sokakta sohbet “Eee, daha daha nasılsınız?” düzeyindeydi. Bacak bacak üstüne bile atmıyorduk. Atamıyorduk. Bacaklarımızı kırıyorlardı. Minik direnme teşebbüslerinde yakaladıklarını önce oracıkta, sonra arabada, karakolda, şubede perişan ediyorlardı. Polisler nöbet değiştiriyordu, kalanlar kaldığı yerden devam ediyordu. Gözaltında “Senin için solcu diyorlar” filan gibi saçma sapan sorular soruyorlardı. Direniş yalandı. Sürünüş yaşıyorduk.

Bu yıl Nobel Ekonomi Ödülü ’nü Princeton Üniversitesi ’nden Angus Deaton kazandı.

Peki, Deaton’un başarısı neydi, ödülü niye kazandı?

Başarısı şu; Deaton, tüketimin toplumun refahını önemli bir parçası olduğunu kabul ediyor. Ve bireysel tüketim kararlarıyla ekonominin bütünü arasında yakın bir ilişki olduğunu söylüyor. Deaton’un bulgularına göre; devletin, gıdalar üzerindeki katma değer vergisini artırması ya da belli grupların gelir vergilerinin azaltılması ile tüketim çeşitlerinin nasıl değiştiği ve sosyal gruplar arasında kazançların ve kayıpların nasıl oluştuğu ölçülebiliyor. Dolayısıyla bu ayrıntılı istatistiki veriler ekonomik politikaların çizilmesine yardımcı oluyor.

Suriye faciasının birinci dereceden müsebbibleri olarak memleketi terör, kan ve şiddetin merkez üssü yapanlar, bir yandan da Türkiye’yi Ortadoğu ile Avrupa arasında “ tampon bölge ” kılmakla meşgul. “ Şantaj ” adı verilebilecek pek “ insani ” yöntemlerle…

Almanya Başbakanı Angela Merkel ’in, 1 Kasım seçimleri öncesinde alelacele Ankara’ya gelecek olmasına şaşırmayın. Birilerine rağbet ettiğinden filan değil. 2. Dünya Savaşı’ndan beri görülmemiş bir sığınmacı akınıyla yüz yüze kalmış Avrupa’da ciddi panik var. 1 milyondan fazla sığınmacıyı kabul eden Merkel için, her üç Almandan birisi “ istifa etsin ” der oldu.

“Zayıfın, güçlüye karşı silahıdır mizah… X-ray cihazından geçerken ötmez. Üzerinizdedir ama, nerenizde olduğunu kimse bilmez. Bütün ölçüm aletlerini atlatır. Şarkı olur, şiir olur, duvar yazısı olur, fıkra olur, illa ki hedefini bulur. Fısıltı olur, anahtar deliğinden geçer. Su olur, kapı altından geçer. Taş olur, hapishane duvarından geçer. Gidip, vuracağı başı bulur. Yasaklarlar, yasaklanmaz. Tutuklarlar, tutuklanmaz. İnadına, baskı altında gelişir. Ezildikçe büyür. Unutmamak lazım ki… Bizler, Nasreddin’in torunlarıyız. Türk mizahı diye, bir mizah vardır. Dünyada tektir. Halk varoldukça, onun olan mizahı öldürmeye kimsenin gücü yetmez.”

Ve, ilave ediyordu:

“Sadece hayvanlar gülmez.”

Halk varoldukça…

Yaşayacak Levent Kırca.

İlelebet, kahkahayla.

Bir mafya reisi, cumhurbaşkanını desteklemek için siyasi miting düzenliyor, “dünyanın şah damarını kesmişler gibi oluk oluk kan akıtacaklarını” söylüyor.

Türkiye, tarihinin en karanlık günlerinde bile bir mafya reisinin siyasi miting düzenlemeye cüret edebildiğini görmedi, Susurluk’un en azgın zamanlarında, devletle çetelerin içiçe girdiği dönemlerde bile bunu yapmaya yeltenen olmadı.

Böyle bir şey ancak devletin tümüyle ortadan kalktığı, siyasetçilerin burunlarına kadar yolsuzluğa batıp mafyadan medet umduğu yerlerde olur ve öyle ülkelerde “ölüm” baş köşeye yerleşir.

Mafya reislerinin “oluk oluk kan akıtmaktan” meydanlarda söz edebildiği ülkelerde neler olabileceğini zaten iki gün sonra gördük.

Türkiye’nin şah damarı kesildi ve oluk oluk kan aktı.

Popüler İçerikler

Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi
"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı
Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!