Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Dün tarihî bir gündü. Aslında içinde yaşadığımız günlere yayabiliriz bu payeyi.

Hayır, Mars'ta su bulunduğu sırada Suudi Arabistan'ın insan hayatını umursamayan, küstah ve beceriksiz yöneticileri onca hacının ölümüne yolaçtığı ve birkaç yüz kişi mi, birkaç bin kişi mi öldü, biz hâlâ bilemediğimiz için değil.

Dün Rusya Suriye'de IŞİD-DAİŞ'i bombalamaya başladı. ABD, Fransa ve başka Batılı devletler de IŞİD'i bombalıyor. Bundan böyle hep beraber bombalayacaklar. Uçakları birbirine engel olmasın, birbirleri için tehlike yaratmasın, yanlışlıkla birbirlerini vurmasınlar diye mecburen haberleşecekler. Dünyanın şimdiye kadar gördüğü en geniş fiilî koalisyon kuruluyor olabilir. Her an birbirini kollayan, mümkünse birbirine sırtını dönmemeye çalışacak ortaklardan oluşan bir koalisyon.

Şu anda herkesin gözü, sahaya yeni çıkan oyuncuda: Rusya'nın atağı, İsrail ile Rus askerlerinin dahi temas edebileceği bir ortamda, Suriye ve haliyle Irak ve haliyle Ortadoğu denklemlerini nasıl değiştirecek?

Şu an için mecburen işin daha çok askerî yönü üzerinde duruluyor. Putin Rusya'sının Batılılardan çok daha gözü kara ve daha atik davranması, IŞİD ve -kendi tanımlarıyla- “El Kaide ile bağlantılı bütün öbür örgütler”e daha kısa sürede daha okkalı darbeler indirerek bir nevi esas oğlan rolü kapmaya çalışması, bir ihtimal.

Salona girerken çalan neşeli müziğin ömrü pek kısa sürdü. 

Kılıçdaroğlu, ATO Kongre Merkezi’ne gelmek üzere evden çıkarken TV’den duymuş ve “Şehitlerimiz varken müzik olmaz” diyerek telefon talimatıyla kestirmişti sesi. 

Sadece bu simgesel ayrıntı bile, iki bildirge arasında geçen kısacık sürede, toplumsal psikoloji açısından nereden nereye geldiğimizi sergiliyor. 

Şu bir gerçek ki, bütün partiler gibi, CHP de olanca enerjisini, Saray müdahalesiyle hükümsüz kılınan 7 Haziran seçimleri için harcadı. O yüzden 1 Kasım bildirgelerine, partiler açısından bir “zorunluluk mesaisi” olduğunu hatırda tutarak bakmalı. 

Bütün mesele ise Türkiye’nin sorunları, dört ay öncesiyle kıyaslanamayacak kadar ağırlaşmışken bu zorunluluk karşısında nasıl bir fark yaratıldığında düğümleniyor. 

***

Bu çerçeveden bakıldığında, 7 Haziran kampanyasına emeklileri yerleştiren CHP’nin bu kez gençleri hedeflemesi, kapsama alanı ve iddia açısından yenilik içeriyor. 

7 Haziran bildirgesinin temelini oluşturan ve göreli bir çekim alanı yaratan ekonomik vaatlerini koruyan CHP, 1 Kasım için fark yaratma potansiyeli taşıyan yeni hedefler koymayı başarmış görünüyor.

AKP hükümetinin son İçişleri Bakanı ve 'çözüm süreci' boyunca zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın müsteşarı olan Efkan Ala da çözüm süreci boyunca PKK'ya dokunulmamasının sorumluluğunu güvenlik güçlerine attı.

Televizyonda katıldığı bir programda şöyle dedi:

'Kırsalda jandarma tam yetkilidir. Şehir içerisinde emniyet tam yetkilidir ve buralarda terörist faaliyetlerin hiç aksamadan durdurulması için her türlü yetkileri vardı, vardır zaten. Bunun ortadan kaldırılması için hiçbir düzenleme yapılmamıştır. Bir kere jandarma ya da emniyet herhangi bir terörist faaliyete engel olmak için validen onay almak zorunda değildir. Böyle bir şey yok.'

Ala, ayrıca şunu da soruyor: 'Jandarmanın ya da emniyetin o çözüm süreci boyunca söyledikleri herhangi bir yetkisi alınmış mı Meclis'e getirilen bir yasayla?'

Çözüm süreci boyunca güvenlik güçlerine PKK'nın geçiş yollarından uzakta durulmasının, sıcak temas kurulmayacak bir mesafeden takip edilmesinin emredildiği gizli bir bilgi değil.

Bu konuda valilerin izninin istenmesi uygulaması da bizim kafadan attığımız bir şey değil. EMASYA Protokolü'nün kaldırılmasından bu yana, neredeyse beş yıldır böyle.

Zaten Cumhurbaşkanı da 16 Eylül günü TRT'deki programda şöyle konuşmuştu:

'Çözüm Süreci içerisinde valilerimiz kendilerine verdiğimiz talimatlar gereği ciddi manada bu terör örgütlerine karşı şu andaki operasyonlara girmiyorlardı. Belki kendilerine çekidüzen verirler, belki bu şekilde devam etmezler, ama maalesef kendilerine çekidüzen vermediler. Tam aksine bu süreç içerisinde ne yazık ki bir hazırlık safhasının içerisine girdiler değerlendirmesinde bulunduk.'

CHP seçim bildirgesi için ATO Congresium salonundayız.

Benim için tam bir Deja Vu durumu.

Nisan ayında da yine CHP'nin seçim bildirgesi aynı yerde açıklanmıştı.

Congresium'a girdiğimde beni kendime getiren Aylin Nazlıaka oldu.

Seçmenleriyle fotoğraf çektiriyordu.

Henüz selfie durumuna geçmemiş.

Salona girdim.

Enis Berberoğlu, eski gazeteci kimliği ve CHP Genel Başkan Yardımcısı unvanıyla meslektaşlarını karşılıyor, onlarla hal hatır soruyor, oturacakları yere kadar ilgileniyordu.

Yeni Şafak'a ayrılan bölüme oturup salonu incelemeye başlıyorum.

Eski Genel Başkanlardan Altan Öymen ön sırada. Ama Deniz Baykal'ı göremiyorum. Yılmaz Ateş'le tokalaşıyoruz. Bu arada Deniz Bey'in Avrupa Parlamentosundaki toplantı nedeniyle Brüksel'de olduğunu öğreniyorum.

Sanırım… Cemaat kullarının gazeteci olmadıklarını -bir kısım medya- dışında bilmeyen kalmadı.

Pensilvanya emirleri doğrultusunda kalem oynattıkları- konuştukları artık ortaya çıktı.

Peki ya yandaşlar?

Kuşkusuz, gazetecilikle uzaktan yakından ilgileri yok; “Goebels müritleri” bunlar!

Yıllarca Cemaat müritleriyle kol kola girip hakkımızda yazmadıklarını bırakmadılar. Liderleri arasında “post” kavgası çıkınca birbirlerine düştüler.

Bugün… Yandaşlar, Cemaat kulu meslektaşları hakkında neler neler yazıyorlar.

Kavga çok büyük; yandaşların liderleri, PKK ile mücadele ile Paralel Yapı ile mücadelenin birbirinden ayrılmaması gerektiğini söylüyor.

Bu yazıları okuyup, bu demeçleri işitince kafamda kimi sorular oluşuyor.

Örneğin…

Biri çıkıp şunun yanıtını versin:

Hayati Yazıcı neden tekrar milletvekili adayı yapıldı?

Hatırlayınız…

Modernleşme, yüksek ve görkemli binaların, köprülerin, inşaatların her köşeyi sardığı bir şehirleşme hâli mi?

Modernleşme, ne bakımından “gelişmek”?

Modernitenin sırrı, teknikte mi yoksa felsefede mi?

Bunlar, 19. yüzyıldan beri, “Batı dışı” modernleşmeyi gerçekleştirmeye çalışan toplumları, ülkelerin zihinlerini kurcalayan soru işaretleri.

Batı Avrupa’nın eteklerindeki Macaristan’dan Japonya’ya kadar uzanan “Batı dışı modernleşme idealine sahip” ülkelerin coğrafyasında, 19. yüzyıldan bu yana fen bilimleri ile uğraşanlar, “ilerlemenin” başlıca aktörleri olarak görüldü. Bu algının sonucu olarak da, 20. yüzyılın ağırlıklı bir bölümünde örneğin Macaristan’da, Türkiye’de, Japonya’da mühendisler çok saygın bir konumdaydı ve hattâ ülkelerinin politik kaderinde de belirleyici rol oynadılar.

Geçen hafta, Japonya’da hükümet bu tarihsel “fen bilimleri mi, sosyal bilimler mi” sorusunda ilginç bir dönüm noktası yaşanmasına neden oldu.

Ne kadar garip değil mi?

Daha birkaç gün önce, Kurban Bayramı devam ederken 769 kişi Mina’da öldü, 900’ün üstünde kişi yaralandı. Hac farizasını yerine getirmeye çalışan adaylar, şeytan taşlama sırasında ezilerek öldüler. Ve olay daha şimdiden on yıllar öncesinde kalmış gibi.

Neden? Çoktandır oluşmuş bir bilinçdışı var çünkü: Müslüman’sa ölür. Müslüman’ın ölmesi doğaldır.

Mescid-i Aksa baskınında İsrail askerine direnirken ölür. Gazze’de kontrol noktasından geçerken sırtından aldığı kurşunla ölür. Halep’te Esad’ın varil bombası evine düşer, ölür. Orada ölmediyse çoluğu çocuğu gözlerinin önünde katledildiği için muhalif cepheye katılır, direnirken ölür. IŞİD’e biat etmediği için ölür. Irak’a ambargo uygulanır, ilaca ulaşamayan 500 bin Müslüman bebekten biridir, farkına bile varmadan ölür. Somali’de açlıktan ölür.

Öncelikle Mars hakkında neler bildiğimizi gözden geçirelim:

  • Mars, Güneş’ten bizim uzaklığımızın 1.5 katı uzaklıktadır.

  • Mars’ın ortalama yüzey sıcaklığı -60 santigrad derece civarındadır.

  • Mars’ta bizde olduğu gibi mevsimler vardır.

  • Mars’ta yazın sıcaklık 30 santigrad derece civarına kadar yükselebilir.

  • Sıcaklık farkının bu denli yüksek olmasının  sebebi Mars’ın atmosferinin bizim atmosferimizden 150 kat daha ince olmasıdır.

  • Mars’ın kutupları da aynı Dünya’nın kutupları gibi buzla kaplıdır.

  • Mars’ın kuzey kutbu su buzu, güney kutbu da su buzu ile karbondioksit buzu karışımıdır.

Bu bilgilerin tamamını buradan teleskoplarla Mars’a bakarak elde ediyoruz ve bu bilgilerin hiçbiri yeni elde edilmiş bilgiler değildir. Ne yazık ki liselerimizde (sadece bizim ülkemizde değil neredeyse tüm dünyada) ciddi bir astronomi dersi okutulmadığından gayet kolayca elde edilebilecek bu bilgiler bugün çoğumuza şaşırtıcı gelebiliyor.

CHP’nin 1 Kasım seçimlerine dönük vaatlerini ve Türkiye’nin temel sorunlarına çözüm önerilerini içeren seçim bildirgesi dün açıklandı.

Emekliye iki maaş ikramiye, bin 500 TL’ye çıkarılan asgari ücret gibi 7 Haziran seçimlerine damga vuran vaatlerin rüzgârını seçim sandığına istediği gibi yansıtamayan CHP’nin dün açıklanan bildirgesi bir öncekinin tahkim edilmiş haliydi.

Genç seçmenleri HDP’ye kaptırmanın da maliyetini ödediğini düşünen CHP’nin; üniversite öğrencilerine, genç taşeron işçilere, genç tarım işçilerine, lise öğrencilerine yüzünü alabildiğine döndüğü bir kampanya süreci izleyeceğimiz de anlaşılmış oldu.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 7 Haziran seçim sürecinden bu yana özellikle de 8 Haziran sabahından itibaren sol kesimde ezber bozan bir yaklaşım sergilemeye gayret ediyor. Buna genel anlamda, “pozitif politika” diyebiliriz.

Kılıçdaroğlu, sorundan çok çözümü, olmazdan çok oluru göstermeye, uzlaşmanın altını çizmeye dayanan bu stratejisinin meyvelerini 1 Kasım gecesi yiyebilecek mi hep birlikte göreceğiz. 

Sonuç ne olursa olsun, CHP liderinin dün seçim bildirgesini açıklarken tuttuğu yol da genel olarak beyannameye hakim olan hava da bu stratejiyi destekler mahiyetteydi.

Önce küçük bir not: Birazdan okuyacağınız cümlelerin muhatabı AK Parti seçmeni değil, AK Parti’nin yönetim kadrosudur. Yani partinin yöneticileri, yazarları, gazetecileri, kanaat önderleri hatta din adamları.

“Hâlâ anlamıyorum, nasıl oluyor da bu partiye oy veriyorlar” diyerek seçmene kızan, hakaret eden, onu ötekileştirenlerden değilim. Çünkü kültürel altyapımızı, toplum olarak aldığımız eğitimi, ideolojik taraftarlığımızı, mevcut siyasi partilerin durumunu göz önüne aldığımızda insanların parti tercihini değiştirmekte niçin zorlandıklarını iyi anlıyorum.

AK Parti seçmeniyle tartışabilirim. Ama asla ötekileştirme, saygısızlık etme gibi antidemokratik davranış içinde değilim. Hatta önemli bir kısmıyla benzer duyguları paylaştığımızı düşünüyorum.Siz bu milletle alay mı ediyorsunuz?

Gelelim esas konuya.

AK Parti Kurban Bayramı’nda ‘78 milyon omuz omuza’, ‘78 milyon kardeşiz’ temalı kampanya yaptı. İşte o kampanya filmindeki mesajların bende yarattığı duyguyu sizinle paylaşmak istiyorum.

Popüler İçerikler

"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı
Müge Anlı'da Yeni Bir Fenomen Doğdu: Habibe Kendine Has Tarzı ve Tavrıyla Hepimizi Fena Gaza Getirdi!
Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman