Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk, 'En büyük sorun para değil. Durum sanıldığından daha zor' derken, Türkiye'den bahsediyordu.

Bu haftaki olağanüstü Avrupa Birliği Zirvesi'nden çıkan tek net sonuç şu oldu: Avrupa, topraklarına yönelen büyük mülteci akınıyla baş edebilmeyi umut ediyorsa, bunun için ihtiyaç duyduğu kilit müttefik Türkiye'dir.

Uzun zamandır Doğu ile Batı arasındaki köprü olarak nitelenen ülkenin, artık Suriye'deki iç savaş ile Avrupa Birliği arasındaki köprü olduğunu söylemek için haritaya şöyle bir bakmak yeterli.

Cumhurbaşkanı Erdoğan basın özgürlüğünden, artan otoriter eğilimlere kadar birçok farklı konuda eleştiriliyor. Ancak mülteci kriziyle karşı karşıya olan AB, şimdi ona hiç olmadığı kadar muhtaç.

Türkiye'nin Ege kıyıları ile Yunan adaları arasındaki dar geçit, Avrupa Birliği'nin en geçirgen sınırı haline geldi.

Mevcut durumda şu sorular akla geliyor: Bu durumu değiştirmek için ne yapılabilir ve Türkiye bunun karşılığında ne istiyor?

Rusya ve Putin’in Suriye sorununda son dönem yaptığı oyun değiştirici hamleler, başta Amerika olmak üzere, Batı’yı, İsrail’i, ve Türkiye’yi sarsıyor, köşeye sıkıştırıyor.

Çarşamba günü Putin ile görüşen Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’ye, hepimizi şaşırtan “Belki geçiş dönemine Esad ile gidilebilir” açıklamasıyla döndü.

Peki, Rusya ve Putin hangi hamleleri yapıyor?

Rusya, Esad yönetimine askeri yardımını ve Suriye’deki askeri konuşlanmasını giderek arttırıyor;

“Yeni Suriye”ye geçiş döneminde Esad’ın masada olmasını istiyor;

Esad’ın son dönemde sıklıkla dile getirdiği ve Erdoğan’ın “butik Suriye” olarak adlandırdığı, ve Şam, Lazkiye, Tartus, Hama ve Humus’u kaplayan, Akdeniz sahilini içeren ve Suriye’nin yüzde 15’ini kapsayan “küçük Suriye” devleti kurmasına karşı net tavır almıyor.

IŞİD’e karşıysa sert tavır alıyor.

Rusya, Suriye’deki konuşlanmasını ve gücünü yaygınlaştırırken; IŞİD’e karşı savaşta umduğunu bulamayan Amerika’ya, Avrupa’ya, ve bölgede yalnızlaşan İsrail’e karşı diplomatik müzakere gücünü arttırıyor.

Soru gündemde çünkü Suriyeli mültecilerin Avrupa’ya akışı ve Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığını artırmasıyla birlikte dört yıldır süren Suriye savaşında dengeler yeniden değişiyor.

Dahası ABD dışişleri bakanı John Kerry’nin ardından Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da ilk kez Beşar Esad’ın Suriye’de yaşanacak bir geçiş süresinde iktidarda yer almasına sarı ışık yakmış görünüyor. Bayram namazı çıkışı açıklama yapan Erdoğan şunları söyledi: “Tabi burada Esed’siz bir sürecin olması veyahut da bir geçiş sürecinde belki Esed ile gidilme diye bir şey olabilir.”

Her ne kadar akabinde Esad derhal gitmeli dese de Erdoğan ilk kez barış müzakerelerin önkoşulu olarak ‘Esad gitmeli’ dayatmasından geri adım atmış oldu. Yaygın kanaat Erdoğan’ın bir gün önce Kremlin’de Putin ile yaptığı görüşmenin bu değişiklikte hızlandırıcı etkisi olduğu yönünde.

1990'da yaşanan büyük tünel faciası esnasında babam hacdaydı. Tabii, cep telefonu ve benzeri iletişim imkanları olmadığından bütün aile, büyük bir endişe ile babamın jetonlu bir telefon kulübesinden bizi aramasını beklemiştik. Tarihe 'tünel faciası' olarak geçen bu büyük olayda 1.500'e yakın insan hayatını kaybetmişti. Saatlerce süren bekleyişin ardından o günün gecesi babam aradığında elbette çok sevinmiştik.

1990'dan 2004'de kadar çeşitli facia haberleri geldi hep Mekke'den. Çadır yangını, şeytan taşlama izdihamı, tünelde izdiham ve diğerleri. 1990-2004 arası yaklaşık 3.000 insan hayatını kaybetti.

2004'te şeytan taşlayan 250 insanın ölümüyle sonuçlanan izdihamın ardından şunu konuştuğumuzu hatırlıyorum arkadaşlarımızla: 'Abi, bu bozuk organizasyona bir çözüm yolu yok mu?'

Yokmuş. Daha doğrusu, sonraki 11 yıl boyunca muazzam bir inşaat atağı yapan Suud yönetiminin 'her şey hacıların güvenliği ve rahatı için' dediği o düzlem, yalan bir düzlemmiş.

Hukuku eğip bükme oyunu açık oynanıyor.

Yasallık, meşruiyet gibi bir dert, hepten bittiği için gayet açık.

İlk belirgin işaret Asya kıtasından gelmişti. Cumhurbaşkanı, Çin gezisinde “ taşımalı oy ”u kastederek “ YSK (Yüksek Seçim Kurulu) bunları değerlendirir ” dedi.

Tarafsız Cumhurbaşkanı, YSK’ye görev biçen bu sözü söylediğinde, takvimler 31 Temmuz’u gösteriyordu.

Henüz koalisyon görüşmeleri sürüyordu.

Seçime katılımı düşüreceğinde tereddüt bulunmayan özel güvenlik bölgeleri daha ilan edilmemişti.

YSK’ye “ sandık kurulmasın ” diye ilk başvuru yapılan Cizre’deki sokağa çıkma yasağına ise bir aydan fazla zaman vardı.

Sonrasını biliyoruz... “ Tek bir sivilin ölmediği ” sonrasını.

Bayram tatili uluslararası mali arenada tam bir türbülânsla geçiyor. Önceki gün Brezilya’da realin sert değer kaybı gözleri yeniden içinde Türkiye’nin de bulunduğu gelişen ülkeler grubuna çevirdi.

Brezilya’da dolar kuru real karşısında birkaç günde yüzde 8’e yakın yükselerek 4.24’e kadar çıktı. Dün Brezilya Merkez Bankası Başkanı Alexandre Tombini’nin döviz rezervlerini kararlı biçimde kullanacağını söylemesi ile dolar kuru yüzde 5.5 gerileyerek 3.93’e geriledi. Tabii Türk Lirası da, işlem görmese de Brezilya Reali ile beraber değer kaybetti. Dolar karşısında 3.0754’e kadar düştü. Sonra TL’de 3.03’e yükseldi.

Brezilya’da, petrol devi Petrobras’ta Cumhurbaşkanı Roussef’in yakın arkadaşlarına kadar uzanan yolsuzluk skandalı ve buna bağlı olarak Roussef’i alaşağı etmek için parlamentodaki çabalar, petrol fiyatlarındaki düşüşle gelen bütçe sorunlarıyla (ilk çeyrekte geliri 71 milyar dolardan 52 milyar dolara düştü) baş etme çabalarını da baltalıyor. Bu yüzden bir ‘demet’ halinde ekonomi sarsılıyor. Brezilya 9 Eylülde S&P’nin indirimi ile ‘yatırım sınıfı’ kredi notunu kaybetti.

7 Haziran seçimlerinden birkaç gün önce… Aşk-ı Memnu dizisinde Bihter’i canlandıran ünlü oyuncu Beren Saat, Erzurum’da bir HDP minibüsünün içindeki şoförle birlikte yakılması üzerine “Terörist diye diye halk terörist oldu! Nasıl bir nefret yarattınız bu altı üstü bir siyasi seçim. Artık hedef göstermeyin ne olur!” ifadelerinin de olduğu bir tweet atıyor. Ancak hakaret ve tehditlerin ardından birkaç saat içinde bu tweet’ini siliyor.

Saat’in büyük oranda çatışmasızlığın hakim olduğu, ancak HDP binalarına ardı ardına saldırıların yapıldığı seçim öncesi atmosferinde yaptığı “terörist diye diye halk terörist oldu” tespiti, 20 Temmuz’daki Suruç Katliamı’nın ardından çatışmaların tekrardan başlamasıyla birlikte Türkiye’de günlük hayatın rutini haline geliyor. Yüzlerce HDP binasına, Kürt mevsimlik işçilerine, doğu illerine giden otobüslere, Kürtçe konuşan insanlara, kitabevi ve dükkanlara, ölüm, yaralanma, geçim kaynağını kaybetme, fişlenme gibi ağır sonuçlar doğuran saldırılar yapılıyor.

Attığı tweet’in ardından iktidara yakın yayınlar tarafınca “HDP’ye oy veren oyuncu” olarak mimlenen Saat ise, kendi deyimiyle çirkefleşen sosyal medyayı takip etmeyi bırakıyor ve kamusal alanlarda ne çatışmalar ne de linç vakalarıyla ilgili herhangi bir tepki ortaya koymuyor.

Mehmet Ali Sarak Silvan’da, yakın mesafeden ateşle öldürüldü.

Evinden çıkmıştı. Cami Mahallesi’nde.

Bayramlaşmaya gidiyordu.

Askerdi ama sivil kıyafetliydi.

 90’lı yıllarda bölgede özellikle Jitem, itirafçılar, tetikçiler vasıtasıyla çok sayıda“faili meçhul” cinayet işleniyordu.

Kimi PKK’lı diye, kimi yakını diye, kimi yardım ve yataklık yapıyor diye, kimi bilinen bir kişi, kimi gazeteci olduğu için, kimi büyük, kimi çocuk.

“Yargısız infaz” da deniyordu ya.

Gözaltına alınıp yahut hemen öldürülüp dere yataklarına, asit kuyularına, kimsesiz mezarlarına atılmışlar da ayrı.

Bölge halkı bu “faili meçhuller”i lanetledi.

“Cumartesi anneleri” o kayıplardan çıktı ve hala kayıplarını, evlatlarını, eşlerini, çocuklarının bir kemiğini arıyorlar.

İki haftadır Kolombiya’daki barış süreci üzerine yazıyorum. Benim ilgimi çeken, Türkiye’de barış sürecinin çöktüğü bir dönemde, Türkiye ile karşılaştırıldığında çok daha zor koşulların sözkonusu olduğu bir örnekte, nasıl olup da barış sürecinin çok hızlı ilerleyebildiği idi.

23 Eylül 2015 günü, Kolombiya Devlet Başkanı Jose Manuel Santos ve devlet ile savaşan tarafı, birçok ülkenin “ terörist ” listesindeki silahlı örgüt Fuerzas Armadas Revolucionarias de Colombia- Ejército del Pueblo ( FARC-EP ) lideri Rodrigo Londoño , yani daha çok tanındığı takma adıyla “ Timoleón Jiménez ” veya Timoçenko ile aynı kareye girdi, el sıkıştı. Santos ve Londoño, çatışmayı tarihe gömecek nihai anlaşmayı 23 Mart 2016’ya kadar imzalama konusunda sözleşti. Anlaşma imzalandıktan sonraki 60 gün içinde de FARC silah bırakacak.

Maalesef sık sık hac mevsiminde çeşitli facialar yaşanıyor. 1990'daki tünel faciasından, bu yıl içinde bir vincin düşmesine ve son olarak da şeytan taşlama sırasında yaşananlara kadar hemen hemen her olayda yüzlerce kişi hayatını kaybediyor.

2008 yılında Suudi kralının davetlisi olarak gittiğim hacdan sonra, Suudi yetkililerin talebiyle sorunlar ve çözümleri konusunda bir rapor hazırlamış ve kendilerine teslim etmiştim. Aşağıda zikredeceğim noktalar büyük oranda o raporda dile getirdiğim hususlardır.

Her geçen sene hacı sayısında artış kaçınılmaz, artışı sağlayan bazı faktörler var. Bunu kotalar koyarak sınırlamak zor. Yapılması gereken şey, daha çok engellemelere gitmek değil, belki makul talebe uygun yeni düzenlemeler getirmek olmalı. Çünkü bugün sahip olduğumuz teknolojik bilgi ve imkânlar söz konusu zorlukların aşılmasını rahatlıkla sağlayabilir.

Özellikle tavafta, Harem'e gidiş gelişlerde ve şeytan taşlama sırasında yaşanan izdihamlar bazen hacıların hayatını tehlikeye atabiliyor. Benim gözlemlerime ve tespitlerime göre üç alanda sorun söz konusu:

Tavaf izdihamını eğitimle aşabiliriz

Popüler İçerikler

Askerlerine Cinsel Saldırıda Bulunan Komutana 38 Yıl 70 Ay Hapis Cezası Verildi
Teğmen Ebru Eroğlu İle İlgili Skandal Karar: Küfür ve Taciz İfade Özgürlüğü Sayıldı
Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı