Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Bayram günü yoğun siyasi gündeme dair bir şey yazmayacağım, ama bu vesileyi canınızı daha fazla sıkacak bir konuyu hatırlatmak için kullanacağım. Hep şikâyet ediyorum, ama sonuçta ben de aynı tuzağa düşüyorum; siyasi gündemin öne çıkan konularına dalıp, öne çıkmayan, çıkarılmayan çok önemli konuları yazmayı, hatırlatmayı ihmal ediyorum.

İşçi, emekçi, yoksul, garibanların hayatı, sorunları ve hatta ölümleri çok uzun bir zamandır gündeme getirilmeye değer bulunmayan konular. Artık, gündem olmak için, Soma faciasında olduğu gibi, yüzlercesinin hayatını yitirmesi gerekiyor. Teker teker, hatta üçer beşer ölümler haberlerde en fazla altyazı olarak geçiyor. Dahası var; inşaatlarda ölenlerin çoğu iş kazası kaydına geçmiyor, mevsimlik işçilerin onlarcası ekmek parası uğruna istif istif çıktıkları yolculuklarda can verdiğinde olay trafik kazası hükmüne geçiyor. Pizza dağıtımı gibi sektörlerde can veren güvencesiz, kayıtsız emekçilerin adı dahi anılmıyor, sağlıksız, güvenliksiz iş ortamlarında sağlığını kaybeden, sakatlanan emekçilerin sesi soluğu medyada akis bulamıyor. Kısacası, yoksulluk popüler konu değil; bayağı polemik yazıları, haberleri kadar yazanı çizenine şöhret kazandırmıyor. Dahası, işçi, emekçi, yoksul konusu, “modası geçmiş solculuk” sayılıyor, “moda olan” şık siyaset çıkışları öne çıkıyor. Emek sorunları ile ilgili çabalar, sivil toplum, demokrasi alanlarının dışında, bunlarla bağlantısız işler muamelesi görüyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan dün Bayram namazı çıkışında Suriye konusunda şöyle bir cümle kurdu:

“Burada Esed'siz bu sürecin olması veya geçiş sürecinde belki Esed ile gidilme gibi bir şey olabilir ama asıl olması gereken muhalefetin, bir defa Esed'le zaten bir Suriye geleceğini kimse görmüyor.”

Karmaşık, Erdoğan’ın net cümlelerine benzemeyen bir ifade değil mi?

***

Bu ifadenin asıl can alıcı noktasını söylemenin Erdoğan açısından zorluğundan kaynaklanıyor muhtemelen.

Söylediğinin özü şu: “Geçiş sürecinde belki Esed ile gidilme gibi bir şey olabilir”.

Bu, Ankara’nın iç savaşın çığrından çıktığı 2011 yazından bu yana izlediği Suriye ve Beşar Esad çizgisinin artık alenen değiştiği anlamına geliyor.

***

Aslına bakarsanız Türkiye’nin de taraf olduğu Cenevre anlaşması Suriye sorununa çözüm doğrultusunda, neticede ülkesine artık hakim olmasa da rejimini sürdüren Esad’ı dışlamıyor.

İktidar, 1 Kasım akşamı yine kaybetmekten çok korkuyor. Biliyorlar ki bu kez ‘tekrar seçim’ taktiğiyle kaybı ertelemenin imkânı olmayacak. 7 Haziran’da yitirdikleri meclis çoğunluğunu ne yapıp edip geri almaya mecbur hissediyorlar kendilerini.

Mecburlar; çünkü öncesinde yapıp ettikleri, kendilerini iktidara çakılı kalmaya mahkûm etmiş bir kere. 

Sözünü ettiğimiz herhangi bir parti değil, herhangi bir kişi de değil. Bir demokrasinin herhangi bir mümtaz ve müesses unsuru olmanın gereğini erdemle yerine getirerek hükümet etmiş olsalardı, seçim sonucunun emrettiği doğrultuda davranıp iktidarın bir kısmını koalisyon ortağına bırakmaktan bu kadar korkmazlardı.    Gazeteciliğin ‘kara eylül’ünü yaşatıyorlar

Demokrasi, iktidarların seçimle değiştiği rejimin adıdır.

Türkiye’de ise iktidarı değiştirmeyecek bir seçim yapılmak isteniyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan: 'Öz yönetim' diyerek Paralel yapı girişimlerine müsaade etmeyiz... Teröristlerin anladıkları dil neyse öyle mukabele edeceksiniz. Bu işin orantısı olmaz... Terör örgütü PKK'yı arkasına alan malum parti yalanlarla oy devşirmeye çalışıyor...

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Moskova Merkez Camisi'nin açılışına katıldığı Rusya'dan özel uçak TUR ile dönüşünde beraberindeki gazetecilere önemli açıklamalarda bulundu. Erdoğan'ın sorulara verdiği yanıtlar şöyle: 

 '550 yerli ve milli vekil' ifadenizden rahatsız olan bir gazete, AK Parti'deki Kürt kökenli vekillerin fotoğraflarını ilk sayfaya basarak sizi hedef göstermiş. 

Bu tam bir akıl tutulması. Benim tanımımda asla ayrımcılık söz konusu değil. Kastım, bu memleketin dertleriyle dertlenen insanlardır. Etnik köken, yerli ve milli olmaya mani değil. Bu bir zihniyet, aidiyet meselesi. Yerli ve milli' tanımından rahatsız olanlar, çarpıtarak ayrımcılık çıkarmaya kalkışanlar, milli kimdir gayri milli kimdir farkında bile değiller. Kendileri yerli değil, sıkıntı burada. Başlıkları bile üst aklın tavsiyesiyle attıklarını düşünüyorum. Dört başlığı hep işledim: Tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet. Kürt, Türk, Çerkes, Abaza, Arap, bütün etnik unsurlar dahildir millet kavramına. Tek bayrak; çünkü tek milli bayrağımız var. Tek vatan; 780 bin kilometrelik vatan toprağını kastediyoruz. Tek devlet; çünkü Paralel Devlet yapılanmalarına izin veremeyiz. Paralel devlet sadece malum yapı değil. Öz yönetim diyerek paralel yapılar oluşturma teşebbüslerine de müsaade etmeyiz.

37 gün sonra bir seçim daha yapacağız. Ciddiye alınacak kuruluşların yaptıkları araştırmalara bakılırsa bir önceki seçime benzer bir tablo ile karşılaşacağımız görülüyor.

Çok da yadırganacak bir sonuç olmaz bu, çünkü 7 Haziran seçimlerinden bugüne kadar geçen süre içinde seçmen davranışlarını kökünden değiştirecek bir gelişme yaşamadık.

PKK'nın artan saldırılarını ve can kayıplarını elbette önemsiz bulmuyorum ama bu kutuplaşma ortamında tarafları daha da keskinleştirecek bir durum bu.

Bu seçimin en önemli sorunu kuşku yok ki seçimin güvenliği ile ilgili.

Son seçimde 'kıl payı' farklarla milletvekilliği kazanılan iller oldu ve bu illerde bin oyun bile sonucu etkileyebileceğini biliyoruz.

Onun için tıpkı geçen seçimde olduğu gibi kötü niyetli girişimlere karşı sandığa sahip çıkmak gerekiyor. Bu siyasi partilerin olduğu kadar biz vatandaşların da görevidir.

Oy ve Ötesi gibi sivil girişimler, son iki seçimde önemli ölçüde bu vatandaşlık görevini yerine getirdi.

Bu tür sivil girişimlere destek olmalı ve bölgenizdeki bu tür girişimlere katılmalısınız ki sonradan pişman olmayasınız.

Bu ülkede ilk kez seçim yapılmıyor. Bu nedenle seçimlerde büyük çapta hile yapılabilmesinin mümkün olmadığını düşünmekle birlikte küçük hilelerin yapılabildiğini de aklımdan çıkarmıyorum.

Mesela geçen seçimden bu yana geçen 3.5 ayda Kocaeli'nde seçmen sayısı 18 bin 587 kişi artmış.

Geçen seçimde 1 milyon 221 bin olan seçmen sayısı bu seçim için 1 milyon 240 bin 535 olmuş.

1-2 Temmuz 1993. Benim için de unutulmaz bir tarih. Çok uzaklardaydım gerçi...Ama ben o meşum gecede, Çeşme açık hava tiyatrosunda ünlü rock şarkıcısı Brian Adams konserini keyifle izlerken, ülkenin öbür ucunda caniler 35 kişiyi (33 aydın ve iki otel çalışanı) diri diri  yakmışlardı. Ertesi gün öğrendiğimde kendime gelememiş ve bir tuhaf suçluluk duygusu duymuştum. Yıllardır da aynı şeyi hissederim…

Bu film içlerinde tek yabancı olan Hollandalı bir genç kızın, Carina’nın öyküsünü anlatıyor. Fizik olarak Hollandalı’dan çok Türk’ü andıran Carina daha önce de ülkemize gelmiş, nişanlısıyla Ankara’da kalmış. Kadın sorunlarına meraklı genç kız, bir Türk üniversitesine gelip ülkemizdeki kadının durumu üzerine bir tez yapmak istiyor. Annesi ve nişanlısının kötümser öngörülerini dinlemeyip geliyor da... Ama akıbetinin ne olduğunu biliyoruz.

Madımak filmine merak ve heyecanla gittim. Türk yakın tarihinin bu en üzücü olayını, bu insanlık faciasını görüp hatırlamayı içim hiç çekmiyordu. Ama bu gerekliydi. Ne var ki üzüldüğümle kaldım, buna küçük bir teselli getirebilecek iyi ve sağlam bir film bulamadım.

Sağlık, huzur, mutluluk diliyoruz birbirimize. Çocukların gözlerinden, büyüklerin ellerinden öpüyoruz. Kısa, sıcak ziyaretler hediye ediyoruz birbirimize. O günden asgari beklentimiz, tatlı yiyip tatlı konuşabilmek. Nasılız? Vallahi ne olsun, yuvarlanıp gidiyoruz işte. Afiyetteyizdir inşallah. Çocuklar büyümüş, maşallah. Kolonya? İçimiz ferahladı çok şükür. Daha nice bayramlarımız olsun. Olsun tabii. Nasıl alırdınız? İç düşmanlı? Dış düşmanlı? Yerli? Milli? Başkanlı?

• • •

En iyisi ‘birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan günler’ temalı bir bayram olsun bu. Hem bayramın birleştiriciliği vurgulanmış olur hem de 7 Haziran’dan sonra ölen yüzlerce insanın üzeri genişçe bir bayrakla kapatılır. Bir buluş değil elbette. Vatan, millet, bayrak; devletlerin ezelden beri işlediği suçlara uydurduğu bir kılıf paketi. Öleni bayrağa saracaksın, ölümü sorgulayanı vatan haini ilan edeceksin, kardeş kavgasına karşı çıkana karaktersiz diyeceksin. Basını da kontrol altında tutacaksın ki, gerçekler kafa bulandırmasın. Düne kadar barış diyenler bugün neden savaş diyor, diye isyan edenin yüzüne fırlatılacak ‘vatan hainliği’ her zaman kenarda hazır bekleyecek.

• • •

Elbette ki, yediden yetmişe, çocuktan kadına bu kadar çok ölümün yaşandığı ülkemizde kardeşliğin anılmadığı bir kutlama düşünülemez. O söz ki, Türkiye’de onlarca yıl yaşanan/yaşatılan sürgünlerin, hak ihlallerinin, eziyetlerin, katliamların ayrılmaz bir parçası. Tıpkı Anadolu hoşgörüsü gibi...

Memleketin kasvetli havası, yanı başımızda son hız devam eden vahşet, cesedi kıyıya vuran Aylan Kurdi'yle tescillenen insanlık ve mülteci krizi, insanı kaçınılmaz şekilde en felaketinden senaryolar çizmeye, akla en beterinden soruları sormaya sevk ediyor. Ortadoğu’yu kasıp kavuran yangın, kitlesel mülteci akımıyla birlikte Avrupa’yı da içine alır mı? sorusu bunlardan birisi mesela. Soru başka türlü de formüle edilebilir. Mülteci akımıyla birlikte Ortadoğu Avrupa mı taşınıyor? Yakın veya uzak gelecekte Avrupa’nın Ortadoğulaşma ihtimali var mı? vb.

Bu sorular yalnızca dünyada ve özellikle Ortadoğu’da yaşanan çatışmalardan dolayı insanın üzerine sinen kötümserlikten değil sadece, aynı zamanda olgusal bazı dinamikler sebebiyle de akla gelebilecek muhtemel sorulardan bazıları olarak değerlendirilebilir.

Şurası çok açık ki, Avrupa, sömürge tarihiyle birlikte kronikleşen İsrail-Filistin sorunu nedeniyle neredeyse ezeli bir istikrarsızlıkla muzdarip Ortadoğu coğrafyasının, “Arap Baharı” ve sonrasında bugün geldiği son durumun nihai olarak, kitlesel iltica hareketleri neticesinde bizzat kendisini de bu denli ve doğrudan etkileyebileceğini hesap etmedi. Etmedi, çünkü bugün AB ülkeleri arasında mültecilerin paylaşımı konusunda aylardır aşılamayan anlaşmazlık bunun en açık göstergesi. Üye ülkelere ilticalar hep vardı.

Bodrum için özel yasalar çıkaranlar, Haremten sırtlarını yapılaşmaya açarak yel değirmenlerine komşu olmaya çalışanlar, yanan orman arazilerini yandaş sermayeye pazarlayanların mumu artık yatsıya kadar bile yanmıyor!

Hopa'daki sel ve heyelan faciası da diğer yaşanmış benzerleri gibi unutulmaya yüz tutmuşken ve sadece istatistiki bir bilgi olarak kayıtlardaki yerini almışken, bu kez Bodrum, “olağandışı” bir yağış sonucu, sıklıkla yaşamaya alışkın olduğu su baskınlarının en büyüğüyle yüzleşti. Bunun yeni kuşak Bodrumluların başına gelen en büyük afet olduğu aşikar. Fakat yakın bir gelecekte -yapılaşma bu hızla devam ederse ki aksine bir emare yok- dönemin Bodrum sakinlerini daha büyük afetlerin vurması kaçınılmaz!

Kendini hatırlatan doğa gibi gözükse de aslında hatırlanması gereken çağdışı imar politikaları ve bu politikaları günlük çıkarları için uygulayan yöneticiler. Ne zaman ülkenin herhangi bir yerinde böyle bir olayla -son yıllarda sıkça yaşıyor olmamıza rağmen- karşılaşsak, uzun yıllardır yetkili ağızlardan duyduğumuz ilk cümleler; “aşırı yağmur yağdı”, “beş yüz yıldır böyle yağış görülmedi”, “böyle bir afetle dünyanın hiçbir ülkesi baş edemez” vs.

Ey siyasetçiler insanın içindeki umudu siz öldürüyorsunuz.

Kim en çok “demokrasi” dediyse o demokrasiyi katletti. Kim en çok “adalet” dediyse hukuku bitirdi.

Kim en çok “barış” dediyse barışı kirletti.

Ey yurttaşlar siyasetçilerin sözlerine değil demokrasi, hukuk ve barış için ne yaptıklarına bakın.

Kim risk alabiliyorsa ona inanın.

Barış için, demokrasi için evrensel hukuk için risk alan siyasetçilerin peşinden gidin, onlar gerçek liderlerdir.

Çünkü barış ve demokrasi için risk alabilene “lider” denir. Savaş kolaydır, zor olan barıştır.

Lider barışın bedelini ödemeyi göze alabilmelidir yoksa savaşın bedelini halklar öder. Siz ödersiniz, biz öderiz bunu unutmayın.

İktidar başına “İleri” kelimesini koyarak “İleri demokrasiye” geçileceğini zannetti. Bırakın ilerlemeyi demokrasi her gün geri geri giden araç gibi oldu.

Özgürlük dediler, gazetecileri hedef aldılar, susturdular.

“Dünyanın en büyük adliye binalarını” inşa ederek adalet getireceklerini sandılar. Bırakın adalet getirmeyi hukuku bile işlemez hale getirdiler.

“Çözüm” dediler gündemimiz ölüm oldu.

Şimdi de birileri “barışı” ağzından düşürmüyor.

Barış dedikleri şeyin terör örgütünün taleplerine kilitlendiğini görmüyorlar.

Barış denilen şeyin, “özerk yönetim” olduğunu söylemiyorlar.

Popüler İçerikler

Kadınların Kırmızı Ruj Sürerek "Çiftleşme" Mesajı Verdiğini İddia Eden Uzman
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
Okullardaki Yılbaşı Kutlamalarına Gelen Yasağa Mustafa Sandal'dan "Onlara İnat 'Duble' Kutlayacağız!" Tepkisi