Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Beyefendi TV’ye çıkmış, “önceki ve hep en öndeki” Başbakan’a sesleniyor; hem de yer yer onun sesini alaycı şekilde taklit ederek:

“ 2011 seçimi öncesi kaset olayları vardı. (MHP’lilerin kasetleri)

‘Bu özel hayattır’ dendiğinde, ‘Neyi özeeel, geneeel geneeel’ diye bağırıyordu.

Şimdi aynı adam çıkmış ‘Benim kriptolu telefonumu dinlediler’ diyor.

Eee baba, devletin sana güvenlik için verdiği telefonu da oğlunla para transferinde kullanma sen.”

O şimdi hükümette bakan ve AKP milletvekili adayı.

İsmi muhtemelen Saray tarafından da önerildi veya onaylandı.

Sayın Türkeş’ i “aynı adam” lık kategorisinde “ayın adamı” olarak kutluyoruz.

Öyle, baba!

Mesele hakikaten insanın görüşlerinin değişmesi değil.

Sevgili Abdullah Demirbaş, günaydın.

Bugün köşemi, AGOS gazetesinden Uygar Gültekin’in seninle ilgili haberine bırakıyorum. En yakın zamanda görüşme umuduyla sana iyilikler diliyorum kardeşim…

Binlerce Kürt siyasetçinin yıllarca tutuklu kalmasına neden olan KCK operasyonları sırasında, 2009’da Diyarbakır Adliyesi’nin bahçesindeki fotoğrafıyla hafızalara kazındı Abdullah Demirbaş. Ellerinde plastik kelepçe, kolunda çevik kuvvet polisi.

Demirbaş, 2004’te Diyarbakır’ın tarihî semti Sur’a belediye başkanı seçildi. Türkiye’nin ‘çok dilli belediyecilik’le tanışmasını sağladı.

Belediye çalışmalarında Kürtçe, Ermenice, Zazaca, Arapça ve Süryaniceyi kullanmaya başladı. Belediye personelinde, Kürtçe, Zazaca, Ermenice bilenlere öncelik tanıdı.

Önce ilçe girişinin tabelalarına, ardından belediyenin tabelalarına Kürtçeyi, Ermeniceyi ve Süryaniceyi de ekledi.

Bütün bunları yaptığı için yargılanmakla da kalmadı, yüzde 56 oyla seçildiği belediye başkanlığından, Danıştay kararıyla 2007’de görevden alındı.

Danıştay, görevden almaya gerekçe olarak Kürtçe, Arapça, Ermenice, Süryanice, Keldanice, İngilizce dillerinde belediye için hizmet broşürü bastırmış olmasını gösterdi.

Başbakan Davutoğlu son dönemde sık sık restorasyon yapacaklarını söylüyor.

Peki, ne demek restorasyon?

Restorasyon, eski hâline getirmek anlamına geliyor.

Yani Davutoğlu AKP’yi eski hâline, ilk kuruluş günlerine getirmekten söz ediyor. Ama AKP’nin 1 Kasım’da yapılacak seçimlere girecek milletvekili aday listelerine baktığımızda AKP’nin kurucu kadrosundan kimse yok . Çünkü AKP’nin kurucuları Abdüllatif Şener , Abdullah Gül , Bülent Arınç ve Recep Tayyip Erdoğan olarak biliniyor. İşte bu kuruculardan üçü bırakın aday listelerinde yer almayı partide adeta yok edildiler. Bunların yerine milletvekili listelerine ve parti yetkili kurullarına, Abdüllatif Şener’in önceki gün açıkladığı, partinin kuruluşuna karşı çıkan, Cemil Çiçek ve sonradan gelme pek çok isim yerleştirildi. Ama bu isimler de Türkiye’yi bu hâle getiren AKP yönetiminin on üç yıllık başlıca sorumluları oluyor.

On üç yıldır ekonomiden sorumlu ama ekonomiyi krize sokan Ali Babacan , siyasi iktidara muhalefet edene vergi müfettişi gönderip iş dünyasına korku salan Mehmet Şimşek , plan yerine pilav yapan, planladığı hiçbir hedefi tutturamayan eski Kalkınma Bakanı ve bugünün Başbakan Yardımcısı Cevdet Yılmaz , hukuk sistemini altüst eden Bekir Bozdağ , Burhan Kuzu , içi demokrasiyle doldurulmayan “ barış ” sürecinin bu hâlinin sorumlularından olan Beşir Atalay , Yalçın Akdoğan , iş barışını ve iş güvenliğini sağlayamayan, iş kazalarında Türkiye’yi dünyanın en tehlikeli ve acımasız ülkesi hâline getiren Faruk Çelik ve Taner Yıldız hepsi restorasyon adına milletvekili listelerine alındı.

BİR siyasi parti, ortaya çıkıyor ve diyor ki:

-Biz siyasete yenilik getiriyoruz, bizde hiç kimse koltuğa yapışıp kalmayacak.

-Kesin kural koyduk, üç dönemden fazla milletvekili olmak yok.

-Üç dönem kuralı değişmeyecek, değiştirilmeyecek.

Bu sözleri işiten yalakası, yandaşı, taraftarı başlıyor alkışlamaya:

-İşte budur! Şak! 

Şak! Şak! 

-Helal olsun! Şak! 

Şak! Şak!

-Devrim bu devrim! 

Şak! Şak! Şak!

-Tarih yazıldı tarih! Şak! Şak! Şak!

Sonra aynı parti, yine ortaya çıkıyor ve diyor ki:

-Üç dönem kuralını esnetiyoruz.

-Üç dönemlikleri listelere alıyoruz.

-Üç dönem kuralını rafa kaldırıyoruz.

Parti, güçlü bir şekilde çıktığı Kongre'sinden sonra, 1 Kasım genel Seçimleri'nde yarışacağı listeleri de YSK'ya teslim ederek startını verdi.

Mensubu olduğum bu hareketin listesinde olmak benim için gurur verici bir olay. Başta Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu olmak üzere, takdir gösteren herkese teşekkür ediyorum. Düşünsenize, 20 milyonluk bir ailenin 550 adayı arasına giriyorsunuz. Tarihe yön veren bir hareketin parçası olmak, değerini bilen bir insan için eşsiz bir mutluluk kaynağı.

Ancak, benden geride, son sıraya kadar yer alan arkadaşlarımın hepsinin ve listelere giremeyenlerin bu göreve benden daha layık olduğunu düşünüyorum. Bunu lafın gelişi söylemiyorum, yüreğimde hissediyorum. Bu teşkilatı tanıdım, bu büyük ailenin her ferdinin ne büyük özveriyle bu davaya gönül verdiklerini, baş koyduklarını gördüm.

Çözüm Süreci’nin Erdoğan’ın Dolmabahçe toplantısından bir süre sonraki çıkışıyla bittiğine dair yaygın bir kanaat var. İktidar ile örgüt arasındaki asimetri dikkate alındığında, bu anlaşılır bir algı. Çünkü Süreç’in esas sahibi ne Öcalan ne de PKK… Bu tümüyle iktidarın iradesi ve tasarrufu ile ilerleyen bir politikaydı. Karşı taraf ne yaparsa yapsın, her eşiğinde AKP hükümetinin yeniden karar almasını ifade etti. Dolayısıyla Süreç’i bitiren de doğal olarak Erdoğan oldu. Asıl sorulması gereken bunun nedenidir… O zamana dek gidişata tahammül eden Erdoğan acaba niye bir anda durdurmayı tercih etti.

Cevap muhalefetin fırsatçılığıyla bağlantılı… Dolmabahçe’de iki ayrı metin okunmuştu ama propaganda cihazları olayı bir ‘mutabakat’ olarak işlediler. Kısa bir zaman içinde hükümetin Öcalan’ın koşullarına ‘evet’ demiş olduğu, hatta bunları taahhüt ettiği izlenimi yaratıldı. Hemen ardından bu ‘mutabakatın’ bir önkoşul olarak alınması gerektiği söylendi. Öyle ki Türkiye örneğin kadın ve ekoloji sorunlarını çözmeden PKK’nın silahlarını Türkiye’den çekmesi gerekmiyordu… Olayın saçmalık noktasına doğru sürüklenmesi Erdoğan’ın çizgiyi çekmesine neden oldu.

Bitmekte olan bir ilişkinin, klişeleşmiş ipuçları vardır:

İlk dönem bolca tüketilen iltifatların giderek kesilmesi, serenatların, sürprizlerin tükenmesi, derin sohbetlerin, yerini uzun suskunluklara terk etmesi...

Karşılıklı suçlamalar, yatağa kadar uzanan zıtlaşmalar, “ Ne istedin de vermedim ” diye başlayan, “ Artık biz, biz değiliz ”e uzanan, “ Sen artık beni sevmiyorsun ”a tırmanan yakınmalar...

Dalan gözler, dolan gözler, yakaran, yaşaran gözler...

Çarpılan kapılara uzanan restleşmeler...

İktidardan devrilmekte olan siyasi partiler de benzer ipuçları verir.

Balayı döneminde partide herkes birbirine bağlı, halka karşı müşfik, söyleminde hoşgörülüdür.

Yokuş başladı mı, yakınmalar da başgösterir:

Birer özgürlük mabedi olacağı söylenen meydanları polis çevirir.

7 Haziran seçim sonuçları Tayyip Erdoğan’ın hoşuna gitmeyince, paldır küldür, “ yeniden seçim ” sath-ı mailine girdik. Böyle bir konjonktürde, partilerin yeni aday listelerinde büyük çapta değişiklikler yapmaları beklenmezdi. Nitekim fazla bir değişiklik olmadığı anlaşılıyor. Gene de, bazı ilginç durumlar var.

Örneğin HDP Levent Tüzel ’i listeden çıkarmış. Seçimden beri, şu kısa süre içinde, 7 Haziran öncesi yapılmış listelerin ne kadar isabetli olduğuna dair bazı “ feed- back ”ler alındı. Tüzel’in, daha doğrusu EMEP’in bakanlıkla ilgili kararı da bunlardan birisiydi. Dolayısıyla HDP’nin gösterdiği bu tepki de doğru ve haklıdır. Daha ilk adımda, “ örgüt içinde örgüt ”ün doğurabileceği sakıncalar sergilendi.

CHP’de önemli bir değişiklik galiba yok. Murat Karayalçın ’ın niçin listede bulunmadığı gibi sorular varolmakla birlikte, bir politika değişikliğini işaret eden bir değişiklik görünmüyor.

Gelen şehit cenazelerinin ezici çoğunluğu, sıcak bir çatışmanın değil PKK'nın son iki buçuk sene zarfında yaptığı yığınağın eseri. Devleti fiilen yok eden “kent savaşı” hazırlıkları da öyle. Daha beteri önümüzde duruyor.

PKK'nın verdiği sinyaller büyük bir saldırı dalgasının hazırlıklarını haber veriyor. PKK nihaî hamleye hazırlanıyor. MİT-Öcalan Süreci'nde ayakta uyuyanlar ve PKK yığınağına göz yumanlar yüzünden ödeyeceğimiz bedel katlanılmaz boyutlara ulaşıyor. Birileri bu faturayı ödemek zorunda. Peki bu “birileri” kimler olacak?

Bu sorunun vahametini ilk fark edenlerden biri Cumhurbaşkanı oldu. 12 gün önce kendini emniyete almak için bir yoklama yaptı: “...bu süreç içerisinde güvenlik güçlerimiz herhangi bir çatışmaya gitmeyelim dediler...” lafıyla sorumluluğu güvenlik bürokrasisine atmayı denedi. Basında çıkan küçük küçük haberler, kaçış yolunun tıkalı olduğunu gösterdi. Güvenlik birimlerinden gelen, sadece 3 ilde 290 operasyon talebinin sekizine izin verildiği bilgisi bu haberlerden biri. Emekli bir jandarma albayından öğrendiğimiz “sorumsuzluk dosyaları” haberi, siyasetçinin kaçış yolu olmadığını gösterdiği için çok önemli. Güvenlik bürokrasisi olağanüstü sorumluluk gerektiren bir iş yaptıklarını bildikleri için, Anayasa'nın 137. maddesini bir koruma kalkanı gibi üstlerine karşı kullanıyorlar.

Gazeteci olmak mı istiyorsun? Niye, manyak mısın? Eskisi gibi mi gazetecilik yahu? İşsizliğe mi susadın, hedef gösterilmeye mi, kelle koltukta yaşamaya mı? Aman diyeyim.

Sevgili genç arkadaşımın ebeveyni… Çocuğunuzu bu havalı, prestijli, saygıdeğer meslekleri seçmeye teşvik etmeyin. Lise birde alın okuldan yavruyu.

Kebapçı olsun, müteahhit olsun, moda blogger’ı  filan olsun, ne bileyim.

Sevgili genç arkadaşım…

Sen de hiç özenme bu sakat işlere… Türkiye o bildiğin ülke değil artık… Yapma. Ya da… Yap!

O kadar ısrarlıysan..

Ol kardeşim! Doktor ol, öğretmen ol, gazeteci ol, hâkim ol! En kralından ol ama! Belki de bizi sen kurtaracaksın bu feci vaziyetten. İşte buyur! Benden kariyer tavsiyesi almayın demiştim.

Popüler İçerikler

Teğmen Ebru Eroğlu İle İlgili Skandal Karar: Küfür ve Taciz İfade Özgürlüğü Sayıldı
Arkeolog Muazzez İlmiye Çığ 110 Yaşında Yaşamını Yitirdi
Zoru Başardık: Karadağ'a Üç Puan Hediye Eden Milli Takım'a Gelen Tepkiler