Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Haftasonu yapılan AKP Kongresi’nde Ahmet Davutoğlu’nun genel başkan seçildiğini sanıyordum. Kongreyi izleyen etkili bir AB ülkesinin (genellikle Türkiye’yi kollamasıyla bilinen) birinin büyükelçisinden dinlediğim değerlendirme, aslında, Davutoğlu’nun kongrede “tasfiye” edilmiş olduğunu söylüyordu.

Söz konusu AB ülkesi büyükelçisi bunu şöyle söyledi:

“Kongre, Davutoğlu’nun, Gül’ün, Arınç’ın, Babacan’ın, Şimşek’in tasfiyesi kongresi oldu. başka bir deyimle, Erdoğan’ın bu isimleri tasfiye kongresi...”

Bir AB ülkesinin büyükelçisinin bu değerlendirmesi ile önceki gün Taha Akyol’un Hürriyet’te şu yazdığı satırlar örtüşüyordu:

“Yeni AKP, önceki dönemlere göre çok daha fazla Erdoğan’ın kontrolü altındadır. Partinin önde gelen isimlerinden eski bir bakan dün telefonda şunu söyledi:

‘Davutoğlu’nun ısrarla istediği isimlerden bir teki bile listeye giremedi. Kesinlikle istemediği belirli isimlerin ise tamamı listeye girdi.’

Milletvekili aday listesinin de böyle olacağı bellidir.”

Büyükelçi’nin AKP Kongresi’nde Erdoğan’ın “tasfiye” edilmiş olanların başına Davutoğlu’nu yerleştirmesinden kastettiği, partinin ileri gelenlerinden “eski bakan”ın söyledikleriye doğrulanmış oluyor.

Ayrıca, Etyen Mahçupyan da Tayyip Erdoğan’ın MKYK listesine müdahale ettiğini CNN Türk ekranında anlattı. Mahçupyan, önce “kadrolu”, daha sonra “gönüllü” hizmet verdiğini açıklamış olduğu Davutoğlu’nu “Partinin içerisinde teşkilatla ilişki içerisine girmiş, kendi tabanı olan biri değil” diye tanımladı.

'Gazeteciler bir piyanonun tuşları gibi olmalı, biz o tuşa bastığımızda istediğimiz sesi çıkarabilmeliyiz” dedi Hitler’in propaganda bakanı Goebbels ve harekete geçildi.Yıl 1933. Önce bir basın kanunu çıkarıldı ve gazeteciler “devlet görevlisi” haline getirildi. Ne yazıp ne yazmayacakları, hangi başlığı atacakları her sabah yapılan toplantılarla doğrudan Goebbels tarafından söyleniyordu. 

Ama bu yeterli değildi. Uymayan gazeteler ve gazeteciler vardı. Onları sindirmek için para cezaları ve meslekten atma cezaları devreye sokuldu. Boyun eğmeyen gazeteciler ise çeşitli bahanelerle suçlanıp toplama kamplarına gönderildi. 

Yetti mi? Hayır. Hitler ve Goebbels gazeteleri doğrudan içeriden kontrol etmek istiyordu. Onun için ele geçirme planları yapıldı. İlk hedef Almanya’nın en eski gazetesi Vossische Zeitung’du. 1704 yılında kurulan gazetede her siyasal görüşten yazar vardı. Sahibi Almanya’nın en büyük yayıncı ailesiydi. Genel yayın yönetmeninden yazarlarına kadar herkesi korkutup kaçırdılar. Öyle ki 230 yıllık gazete 1 Nisan 1934 yılında kapanmak zorunda kaldı. 

En etkili gazete tasfiye edildikten sonra diğerlerini halletmek kolaydı. Bazıları “gönüllü” olarak kapanmak zorunda kaldı, bazıları ise düşük fiyatlarla Hitler’in adamları tarafından satın alındı. 

Hiç yabancı gelmedi değil mi?

Birleşmiş Milletler 70.yılında pek çoklarını hayal kırıklığına uğratmış, hatta usandırmış görünüyor. Bu olumsuz imajı, BM'nin son dönemde tehlikeli bir gidişat gösteren muhtelif krizler karşısında siyasi bir aktörden ziyade bir izleyici görüntüsü çizmesine bağlıyorum.” BM'nin eski Filistin İnsan Hakları Raportörü ve Ortadoğu uzmanı Prof.Richard Falk Al Jazeera Türk için daha güçlü bir BM'ye giden yolu yazdı.

İkinci Dünya Savaşı sonunda Birleşmiş Milletler (BM) kurulduğunda, dünya çapındaki bu yeni kuruluşun dünya siyasetinde önemli bir güç olacağı ve çabalarını gelecekte başka savaşlar çıkmasını önlemeye yoğunlaştıracağına dair umutlar yüksekti. Yetmiş yıl sonra geldiğimiz noktada ise BM pek çoklarını hayal kırıklığına uğratmış, hatta usandırmış görünüyor. Böyle olumsuz bir imajın yerleşmesini, BM'nin son dönemde tehlikeli bir gidişat gösteren muhtelif krizler karşısında siyasi bir aktörden ziyade bir izleyici görüntüsü çizmesine bağlıyorum.

“Veto hakkı, daimi beş üyenin oybirliği olmadan BM'nin hiçbir konuda güçlü bir tepki ortaya koyamayacağı anlamına geliyor. Oysa Soğuk Savaş'tan günümüze yaşananlar bize böyle bir fikir birliğinin pek sık sağlanamadığını öğretti.”

Ortadoğu ve Afrika'da savaşın yakıp yıktığı ülkelerinden dalga dalga kaçan göçmenleri, Suriye'de dört yıldır devam eden yıkıcı iç savaşı, İsrail-Filistin sorununa 68 yıldır çözüm bulunamayışını ya da dünyayı nükleer silahlardan kurtaracak bir anlaşma ortaya çıkarılamayışını göz önünde bulundurursak, BM'nin kendi kurucu sözleşmesinde yer verilen beklentileri ve dünyanın dört bir yanında barış ve adalet isteyen insanların büyük umutlarını karşılayamadığı net bir biçimde anlaşılıyor.

Hiç yapmadığım bir şeyi yapacağım.

Yazı yerine bir “haber”i aynen bu köşeye koyacağım.

Bu bir “haber”den öte çünkü. “Sıvasız haneler” dediğimin daha ötesi.

Çocuk ölümleri de hep öyle ama bu da sınır ötesi.

Bir adam size ülkenizi anlatıyor.

Bir adam bize kendi ölümünü anlatıyor.

“Ölü bir adam” onu kimin vurduğu üstünde bile durmuyor; kurşun nereden gelirse gelsin, bir hurdaya tutunarak, günde 10 liraya koşturarak tutunduğu hayata ihanet çünkü.

Vuran ve vurabilecek olan her kimse, işte vurduğunuz insan odur, öldürdüğünüz hayat budur.

Efendiler, siz de… Ne kadar gurur duysanız yeridir!

***

Köşeyi Hürriyet’ten İdris Emen’in Cizre mahreçli haberine bırakıyorum.

Mehmet Erdoğan’ı saygıyla anarak!

Bodrum sahillerine minicik naaşı vuran Aylan'a üzülmeye devam ediyor ve Göçmenlerin Avrupa'ya doğru gidişleri sürüyorken, Macaristan'dayken TV ekranlarına konuşan 13 yaşındaki Talat'ın sözleri kulaklarımda çınlıyor 'Siz savaşı bitirin, biz Avrupa'ya gelmeyiz'. Ama durum pek böyle gözükmüyor, savaşı bitirmeye kimsenin niyeti yok çünkü hayli kazançlı bir endüstriden bahsediyoruz.

Avrupa göçmenleri ne yapacağını tartışadursun, Avrupa'nın demokrasisiyle en çok övünen ülkesi İngiltere'de silah fuarı açıldı ve üstelik Bahreyn, Mısır, Suudi Arabistan gibi ülkeler İngiltere devletinin resmi davetlisi durumundalar. İngiliz Guardian gazetesinde yer alan habere göre [1] bugün kapıları açılan ve dünyanın en büyük silah fuarlarından birisi olan etkinliğe Türkiye de özel davetli[2].

Fuara 1500'den fazla firma katılıyor ve 40 kadar ülkenin pavyonu bulunuyor. DSEI (Defence and Security Equipment International) Silahları Fuarı, 'insan hakları' diye etrafı suçlayan İngiltere'nin en önemli endüstrilerinden birisini temsil ediyor. Şöyle bir bakarsak; 350.000 kişinin çalıştığı ve yıllık 7 milyar £'lık (yaklaşık 33 milyar TL ya da 11 milyar $) bir sektörden bahsediliyor. Bu rakamın içindeki, 100.000 kişi de doğrudan silah ticaretini yapan tüccarlar ve yanlarında çalışanlar..

Milletvekili adaylarının YSK'ya bildirilmesiyle birlikte siyasette kritik eşiklerden biri yarın aşılacak.

Milletvekili listelerinin açıklanmasıyla birlikte partilerde bir hareketlilik yaşanacak. 

AK Parti seçimler öncesinde Saadet Partisi'yle bir ittifak girişiminde bulundu. Ancak SP'nin Meclis'te grup kurabilecek bir sayıda direnmesi nedeniyle ilerleme sağlanamadı.

Oğuzhan Asiltürk, uzlaşma sağlanamadığını açıklayarak, “Allah selamet versin” dedi.

Milletvekili pazarlığı tarafını bilemem. Ama geçmişte Has Parti-AK Parti kucaklaşmasını destekleyen biri olarak, AK Parti-SP ittifakını, “kardeşlerin kucaklaşması” olarak görüyordum.

Ama olmadı.

Milletvekili listeleri açıklanmadan, seçim kampanyası başlamadan seçim sonuçlarına ilişkin değerlendirmede bulunmak için erken.

Ayrıca seçimlere hangi konjonktürde gidildiği önemli.

Milletvekili adaylarının YSK'ya bildirilmesiyle birlikte siyasette kritik eşiklerden biri yarın aşılacak.

Milletvekili listelerinin açıklanmasıyla birlikte partilerde bir hareketlilik yaşanacak. 

AK Parti seçimler öncesinde Saadet Partisi'yle bir ittifak girişiminde bulundu. Ancak SP'nin Meclis'te grup kurabilecek bir sayıda direnmesi nedeniyle ilerleme sağlanamadı.

Oğuzhan Asiltürk, uzlaşma sağlanamadığını açıklayarak, “Allah selamet versin” dedi.

Milletvekili pazarlığı tarafını bilemem. Ama geçmişte Has Parti-AK Parti kucaklaşmasını destekleyen biri olarak, AK Parti-SP ittifakını, “kardeşlerin kucaklaşması” olarak görüyordum.

Ama olmadı.

Milletvekili listeleri açıklanmadan, seçim kampanyası başlamadan seçim sonuçlarına ilişkin değerlendirmede bulunmak için erken.

Ayrıca seçimlere hangi konjonktürde gidildiği önemli. 

7 Haziran seçimlerine giderken, AK Parti'nin tek başına iktidarı kaybedeceği, HDP'nin yüzde 13'le barajı aşacağını öngörmek mümkün değildi.

1 Kasım seçimlerini etkileyebilecek çok önemli iki fay hattı var.

1-Ekonomi

2-Terörle mücadele

Jeremy Corbyn’in zaferi, İngiltere’de pek çok kadın, genç ve emekçinin sola yöneldiğine işaret etmesi açısından sevindirici olabilir. Ancak Corbyn antikapitalist bir program değil, Keynesyen bir kapitalizm savunuyor.

Jeremy Corbyn, İngiliz İşçi Partisi liderliği için 12 Eylül’de yapılan seçimleri, %59.5 oy alarak ilk turda kazandı. Corbyn’in rakibi olan üç isim de partinin “gölge kabine”sinde yer alan iddialı figürlerdi. Partinin kara koyunu olan ve kendini “demokratik sosyalist” olarak tanımlayan Corbyn ise ülkenin en büyük iki sendikası Unite ve Unison dahil kimi sendikaların desteğini almıştı. Fakat Corbyn’e asıl destek tabandaki parti üyelerinden geldi.

Geçmişte aslında tam da sendikaların partideki etkisini kırmak için getirilen “bir üye bir oy” seçim sistemi Corbyn’in işine yaradı. Çünkü sadece 3 sterlin ödeyip partiye kaydolan herkese oy kullanma hakkı tanınınca, İşçi Partisi’ne koşturan on binlerce yeni üyenin çoğu, partinin daha da sağa kaymasını engellemek amacıyla Corbyn’e oy verdi.

Peki kimdir Corbyn? Lise yıllarında İşçi Partisi’nin faaliyetlerine katılan Corbyn daha 20’li yaşlarının başında bir kamu emekçileri sendikasında örgütçü olarak işe başlıyor ve üniversiteyi terk ediyor. Uzun yıllar sendikalarda çalışan Corbyn 1983 yılında parlamentoya giriyor ve zamanla partinin en muhalif ismi haline geliyor; Blair yönetiminin aldığı kararlara karşı oy kullanıyor defalarca.

Önce yorumsuz birkaç güncel veri…

Haziran ayında işsizlik daha da arttı, yüzde 9,6’ya çıktı. Bu, TÜİK tarafından açıklanan ve hesaplama yöntemi oldukça tartışmalı resmi işsizlik oranı. TÜİK’in görmek istemediği, umudu olmadığı için ya da diğer nedenlerle son 4 haftadır iş arama kanallarını kullanmayan ve işe başlamaya hazır olduğu halde bu nedenle işsiz sayılmayanlar dahil edildiğinde oran yüzde16,3’e çıkıyor. DİSK bu oranı her ay bizlere sunuyor. Ülkede 6 milyon 299 bin insanımız işsiz, çalışabilecek olan nüfusun ancak yarısı iş bulabiliyor.

Bir yılda iş bulanların ise çoğu hizmetler alanında iş bulabiliyor, taşeron ve güvencesiz çalışmanın yaygın olduğu bu alan aynı zamanda en fazla işsizlik üreten alan olarak da öne çıkıyor.

Üniversite mezunlarında işsizlik oranı yüzde 10,5, kadınlarda ise yüzde 15,4. Ülkenin en fazla öğretmenleri işsiz… Atamaları yapılmıyor. Yaklaşık 300 bin öğretmenin içinden ancak 40 bini atanıyor ki oransal olarak bu, bugün öğretmenlerin yüzde 13’ünün atandığını gösterir. Bu oran her yıl azalıyor, 2006’da yüzde 25’lerden 2014’te yüzde 15’lere inmiş.

Dünya ekonomisi durdu, “büyüyemiyor”. Lokomotif Çin’deki yavaşlama her geçen gün daha karanlık bir tabloya işaret ediyor. Hal böyle olunca küresel talepteki gerileme en fazla fiyatların aşağı doğru seyrinde kendini gösteriyor. Emtia başta olmak üzere dünya genelinde fiyatlar aşağı yönlü giderken, bizde tırmandıkça tırmanıyor. Mutfağa düşen son 12 aydaki zam yüzde 15’e yaklaşıyor.

1 Kasım seçimleriyle ilgili herkesin kafasındaki bazı sorulara, Türkiye’yi yönetenlerin görüşlerini dikkate aldıkları ‘dost ve müttefik’ bir ülke nezdinde de cevap aramanın okuru alakadar edebileceğini düşündüm.

Bu maksatla, adı ve konumu yazılmamak şartıyla konuşan Amerikalı kaynağıma sordum: Hemen bütün ciddi ve güvenilir araştırmalar, hükümet güçleri ve PKK arasındaki savaşa rağmen 1 Kasım’ın mevcut siyasi tabloyu değiştirmeyeceği sonucunu veriyor. AKP 1 Kasım’dan yeniden tek başına iktidar olarak çıkmaz ve sarayın bu sonuca tepkisi Türkiye’yi üçüncü bir seçime götürmek olursa, sizce ne gibi gelişmeler beklenebilir?

Şu cevabı aldım: ‘Masaya konulan şey (başkanlık sistemi) hoşuma gitmedi’ dedi. 1 Kasım’daki seçimlerin sonucu ise bize Türkiye’nin nereye gittiğini ve ne olmak istediğini gösterecek. AK Parti yine azınlıkta kalır ve bu sonucun gereği olan koalisyon hükümeti kurulmaz ise Türkiye’nin Batılı dost ve müttefikleri bu kez seslerini yükseltirler ve dışarıdan yapılan uyarılar artar.

İkincisi, toplum buna tepki gösterir. Üçüncüsü, AK Parti içinde de bu duruma itiraz edilir; çatlaklar ve kırılmalar ortaya çıkar. Partinin çıkarları ile liderin kişisel çıkarları birbiriyle özdeşleştirildi. Bu daha ne kadar sürdürülebilir ki?

Yırca'da baştan sona neler olduğunu hatırlayalım.

13 Mayıs 2014'te Kolin A.Ş.'nin termik santral yapımı için Yırcalıların toprakları acele kamulaştırıldı.

Temmuzda, Greenpeace'in Bilgi Edinme Başvurusu'na cevaben Manisa İl Tarım Müdürlüğü'nün projeye olumsuz görüş verdiği ortaya çıktı.

Eylülde Greenpeace ve Yırcalılar, Acele Kamulaştırma'ya karşı ortak dava açtı. 14 gün sonra Kolin A.Ş. Acele Kamulaştırma yapılan zeytinlik alanın çevresini hukuksuzca tel örgülerle çevirdi ve köylülerin alana girişini, ağaçların bakımını ve hasadını yapmasını engelledi. 

Şirket çalışanları ağaç kesimine başladı. Nöbettekilerin müdahalesi ve yıkımı yapan araçların durdurulması üzerine o gece sadece 13 ağaç kesildi.

21 Eylül'de ikinci kesim gerçekleşti. 14 Ekim'de 227, 15 Ekim'de 149 ağaç daha kesildi.

21 Ekim'de toplamda yaklaşık 900 ağacın kesilmesine tepki gösteren köylülerle şirket çalışanları arasında çıkan arbedede köylüler tartaklandı, yere yatırılıp kelepçelendi. 11 köylü hastanede darp raporu aldı.

30 Ekim'de Kolin'in Soma'da kurmayı planladığı termik santrale kömür temin edecek madenlerin ÇED'den muaf tutulduğu ortaya çıktı.

6 Kasım'da Kolin özel güvenlik elemanları köylülere gaz sıktı, copla ve çivili sopalarla saldırdı, köylüleri jiletli tellere sıkıştırıp darp etti.

Popüler İçerikler

"Bana Bilmediğim Bir Şey Söyle" Akımına Gelen Tıkanan Muhabbeti Açmalık Bilgiler
Fenerbahçe Teknik Direktörü Jose Mourinho ile İlgili İspanya'dan Transfer İddiası Var
Eski Bakan Işın Çelebi'den Fenerbahçe'ye Sert Yanıt: ''Devletin İmkanlarını Kullanıp ‘Yapı’ Diyemezsin''