Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

“Daha kaç çocuk öldüreceksiniz?” manşetini, dün PKK-HDP'nin yayın organı olan Özgür Gündem yerine, Cumhuriyet veya Yeniçağ gazetesinde görmek daha makul olurdu.

Cizre'de aralarında çocukların da olduğu 20 civarında insan hayatını kaybetti. İlk olarak sivillerin arasına saklanarak güvenlik güçlerine ateş açtıkları için, ikinci olarak sivil kayıpların çokluğuna dayalı bir taktik izlediği için bu cinayetlerin sorumlusu doğrudan PKK. Sadece Cizre'de değil, Güneydoğu'da bazı il ve ilçe merkezinde PKK “özyönetim” ilan etti ve silahla bu düzeni tesise çalışıyor. Sivil kayıpların sebebi, kuş gribi cinsinden bulaşıcı bir hastalık veya polislerin durduk yere ateş etme isteği değil, PKK'nın başlattığı bu “halk savaşı”. “20 sivil kimin silahından çıkan mermiyle öldü?” sorusuna da hiç tereddüt etmeden, “PKK'nın” karşılığını verebilirsiniz; çünkü izlenen taktik, 200-300 silahlı PKK'lının güvenlik güçlerine galebe çalması değil, mümkün olduğu kadar çok sivil kaybın olması. “Devrimci halk savaşı” Cizre'de tanık olduğumuz şekilde yürütülüyor.

Seçilmiş Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın attığı adımlar ve Türkiye’yi coğrafyasıyla birlikte ayağa kaldırma hamleleri YERLEŞİK KÜRSEL-YEREL ODAKLARI, onların uzantısı BASIN unsurlarını hatta “açtığı yolda rahat rahat yürüyenlerin bazılarını, büyüyen Türkiye ile varlıklarını katlayanları” neden rahatsız etti hiç düşündünüz mü?

Sevgili dostlarım, başka sorular da soralım ve devam edelim; 2003 ve özellikle 2008 sonrası kendisi ve bulunduğu coğrafyanın kaderini değiştiren Türkiye ve bu amaç uğrunda her anlamda yolumuzu açan Erdoğan, neden hedef? 

Sevgili dostlarım, dünya genelinde “küresel sermaye ile iyi geçinip kendine yer edinmeye çalışanlar Davos ve benzeri sembol yerlerde yapılan toplantılara koşarken, LİDER, zor olanı seçip “dünya 5’ten büyüktür” diyerek nasıl bir yol açtı ve açmaya devam ediyor?

Türkiye halkının önünde seçilmesi gereken iki temel tercih var... Ya 'Devlet' düzenini, hukuku, yasaları, kayıtlı ve meşru siyaseti yok sayacağız. Toplumun mal ve can güvenliği önemsenmeyecek, şiddet ve nefret siyasetin doğal öğeleri olarak kabul edilecek... Polisi ve askeri vuranlar da, polise ve askere sızanlar da, siyasetin ve medyanın belirli kesimleri tarafından korunacaklar ve hatta övülecekler.

Kısacası 'Anarşizm' i bir hayat tarzı olarak tercih edeceğiz. T.C. bir devlettir

Ya da hepimiz Türkiye Cumhuriyeti'nin güçlü bir 'Devlet' olduğunu, Irak ve Suriye ile aynı kaderi paylaşmamızı planlayanların hayal gördüklerini tüm dünyaya hatırlatacağız. Bu topraklarda sadece devlet güvenlik güçlerinin hukuk çerçevesinde silah kullanabilecekleri herkes tarafından kabul edilecek. Ülkeyi sadece seçilmişlerin yöneteceği, demokratik siyasetin, rakip tarafların karşı kaleye gol atmaları değil hizmete dönük bir rekabeti sürdürmeleri anlamına geldiği hatırlanacak...

İki tercih

Yeni bir Kongre ile 1 Kasım seçimlerine giden AK Parti de diğer 'Meşru' partiler de bu iki temel tercihi kendi seçmen tabanlarına çok açık ve seçik biçimde anlatmak zorundalar. Ya ' Anarşizm', ya da hukukun üstün olduğu, yasalarının herkese eşit uygulandığı, can ve mal güvenliğinin egemen olduğu bir ' Devlet' düzenini tercih etmek zorundayız.

AK Parti artık eskidi. Belki de bu eskimeyi gidermek, genç ve dinamik bir görüntü sergilemek amacıyla, Kongre’de “fabrika ayarlarına dönmek” sloganı ile, “kurucu ilkeler” meselesi sık sık telâffuz edildi.

Maalesef, siyasette bu mümkün değil. Şartlar ve toplum değişti. Aynı suda iki kere yıkanabilir misiniz?

Filmi geriye sarıp, hiçbir şey yaşanmamış gibi yapabilir misiniz? Yaldız döküldü. Restorasyon çabaları, AK Parti için hayat suyu olamaz. Zira hastalık çok derin. Virüs bütün bünyeyi sarmış durumda.

Yolsuzlukların üzerine gidemediği için, hatta himaye ettiği için, AK Parti kirlendi. Bu yüzden “kurucu ilkeler” sözü hiç inandırıcı olmuyor. Bu ilkeler “3Y” ile mücadeleyi kapsıyordu: Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar…

YASAKLAR… Evet, başörtüsü ve imam hatip önündeki engeller kaldırıldı ama ülkede hiç kimse yarınından emin değil. Ağzını açan “Cumhurbaşkanı’na hakaret etti” diye yargı önüne çıkarılıyor; sudan bahanelerle evler ve işyerleri basılıyor.

AKP’nin tarihsel misyonu en basit haliyle dışlanmışların kamusal alanın parçası olmasını sağlamasıydı. Bu aynı zamanda rejimin demokratikleşmesini, çeperin merkezi yeniden inşa etme araçlarına ulaşmasını ifade etti. Söz konusu değişim ‘yeni’ bir Türkiye yaratmak üzere ideolojik ve psikolojik eşiğin geçilmesi demekti. Ancak ‘rejim’ belirli bir zihniyetin korunaklı yapısı içinde şekillendiği ölçüde, tarihsel bir momentteki şu veya bu siyasi iradenin gücüyle bir anda buharlaşmıyor. Koalisyonlar ve sentezler yaratarak hayatiyetini idame ettiriyor. Öte yandan ‘yeni’ olana hamle ‘eskiden’ uzaklaşılabileceği duygusunu verse de, toplumun buna cesaret göstermesi varlığına ilişkin tehditlerin olmamasını gerektiriyor. Dolayısıyla ‘eskinin’ taraftarları böyle bir tehdidi beslemeyi bir ‘strateji’ haline getiriyorlar. Korunma ve savunma dürtüsünün ‘yeniyi’ durdurmasa da ‘eskiye’ benzeteceğini öngörüyorlar.

Bu bağlamda Kürt meselesinin ve Çözüm Süreci’nin çift yönlü bir rolü olduğu açık. Çözüm ‘yeni’ olanın bir adım daha ilerlemesi, ‘eskinin’ direnme yeteneğinin bir hamle daha kırılması demek. Çözümsüzlük ise ‘yeninin’ direnemediğinin, ‘eskiye’ teslim olacağının habercisi. AKP bu denklemi bilerek işe girişti. Henüz 2004 yılında en olumsuz koşullar altındayken bile çözüm arayışına girdi. Kürtlerle barışın muhafazakarların tarihsel ‘geri dönüşünü’ tescil edeceğinin farkındaydı. Bu yolda ilerlemek devletçi ‘Türk’ milliyetçiliğine mesafe almayı gerektiriyordu ve AKP’nin dindarlık anlayışı bu yeni yönlenme için uygun bir sosyal ve ideolojik zemin sağlamaktaydı.

Cizre'deki sokağa çıkma yasağı ve devletin ilçedeki operasyonları üzerine süren tartışmada insan hakları duyarlılığı ve HDP'nin aldığı oy jakobenliğin maskesi olarak kullanılıyor.

Önce insan hakları boyutuna bakalım. Devletin, kentte özerklik ilan edip 120 bin nüfuslu bir ilçeyi esir alan birkaç yüz kişilik terörist gruba yönelik operasyonlarının meşruiyeti olmadığı iddia ediliyor. Yaşananların 90'lı yıllardaki devlet reflekslerini hatırlattığı söyleniyor.

90'ları yaşayan, yakından takip eden herkes biliyor ki, ne bugünkü devletin o yıllardakiyle alakası var ne de şimdiki egemen Kürt siyasal hareketinin o dönemlerdeki pozisyonuyla bir benzerliği.

O yıllarda siyasi iradeyi çırak çıkartan derin devlet operasyonlarıyla ilgili kamuoyunu ikna edecek açıklamalar yapma gereği bile duymazdı. Bugün ise operasyonlara dair veriler, tüm şeffaflığı ile ortada. Kaldı ki tabloyu, yaygın ve sosyal medya aracılığıyla doğrulamak da mümkün.

Yıllar önce siyasi davalara bakan dürüst bir savcı, Susurluk skandalı sonrası vardığı sonucu şöyle özetlemişti bana: 

“Polissiz mafya olmaz.” 

Üç sözcüğe sığan bir gizli sözleşme… 

Suçlularla güçlülerin kirli ittifakı… 

Tarafların izdivacıyla biten bir hırsız-polis oyunu… 

Soruşturduğu dosyalardan dökülen sır buydu.

Geçen hafta yaşananlar, o teşhisi daha geniş bir zeminde doğruluyor: 

“Devletsiz linç olmaz.” 

Gözümüzün önünde bir genel prova yapıldı. 

O gece Cumhurbaşkanı ekrandaydı. 

Son dönem yaşanan kaostan söz ederken “400 milletvekili alınsa durum farklı__olurdu” dedi. 

Tercümesi çok netti: 

“Beni başkan seçmediniz, başınıza bunlar geldi.” 

Büyük gaftı. Bir nevi itiraftı. Tabii ortalık ayağa kalktı. Röportajı yapan durumu anladı, soruyu tekrarladı. 

Cumhurbaşkanı, “Lafımı ahlaksızca çarpıttılar” diyerek ve isim vererek Hürriyet’i hedef gösterdi. 

Partinin provokatör kadrosu mesajı alıp “Toplan” borusunu çaldı. Gece kamyonlara doluşup Hürriyet’i bastılar, camı çerçeveyi kırdılar. Başlarında bir AK Parti milletvekili vardı.

Gerçekten de bu ülkede Kürt ve PKK sorunlarını çözmeye yeltenen lider ve partilerin başına mutlaka iş getiriyorlar.

Şu yaşadığımız günlere bakın. CHP ve HDP, aslında karşı oldukları Çözüm Süreci'ne, Çözüm Süreci çöktükten sonra sahip çıkmaya başlamış, “Seçimi kaybetti, barışı bitirdi” söylemi geliştirmekteler.

MHP ise arkadan dolanmakta, Çözüm Süreci'ni ihanet süreci olarak çarpıtmaktadır. Hatta geçen günlerde MHP Genel Başkan Yardımcısı, Bahçeli'nin talimatıyla Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na Sayın Cumhurbaşkanı hakkında suç duyurusunda bulunmuştur.

İddiasına göre, “örgütün 2013 yılının başında başlayan Çözüm Süreci ile PKK'nın bölgede silahlanmasına göz yumulmuştur. Bunun sorumlusu Cumhurbaşkanı ve AK Parti hükümetidir. Tüm bu kötücül planın amacı da başkanlık elde etmektir.”

Ne yazık ki, bir süredir Türkiye şehit haberleri ve özellikle Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgesinde bozulan toplumsal barışın derin izleri ile sarsılıyor. Bölgenin sosyo-ekonomik durumunun - her ne kadar tek başına etkili olmasa da - terör olayları üzerindeki etkisini sorgulamak oldukça önemli.

TÜİK tarafından yayınlanan işgücü piyasası verilerinden, Türkiye genelinde en yüksek işsizlik oranlarının Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde olduğu görülüyor. Bölgenin ekonomik yapısı, coğrafi ve sosyal koşulları düşünüldüğünde işsizlik rakamlarının bazı Doğu illerinde, Türkiye ortalamasının 2 katının üzerine çıkması başlangıçta şaşırtıcı gelmeyebilir. Bu anlamda, yüzde 20’yi aşan işsizlik oranlarıyla Batman, Mardin, Siirt ve Şırnak hem Türkiye’nin hem de bölgenin en yüksek işsizlik oranlarına sahip illeri olarak karşımıza çıkıyor.

TÜİK, 2014 yılı için il bazında veri yayınlamadı. 2014 yılı göstergeleri, NUTS 2 düzeyinde bölgesel verilerden oluşuyor. Ancak aşağıdaki tablolarda yer alan veriler dikkate alındığında, sonuçların pek farklı olmadığı açık.

Bazen vicdan oldun, bazen “organ” dedin.

-Bazen “gönderme” yaptın, bazen açık konuştun.

-Bazen iki ileri, bazen bir geri adım attın.

-Bazen ayaklandın, bazen bastırıldı ayaklanman.

-Bazen küstün, bazen barıştın.

-Bazen aşırı kibar oldun, bazen şeyini şey ettin.

-Bazen alındın, bazen kalender meşrep oldun.

-Bazen bayrak açtın, bazen bayrak çektin.

-Bazen ayar verdin, bazen ayar yedin.

-Bazen hiçbir şeyi takmadın, bazen aşırı dikkat kesildin.

-Bazen öfkelenip “parsel parsel” dedin, bazen pişman oldun.

Popüler İçerikler

Görüşme Esnasında Erkeğe Maddi Sorular Sorulmasını Destekleyen Kadın Tepkilerin Odağında
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu