Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Bunların hiçbirini eşitlemeden, hiçbirini aynı zeminde görmeden, hiçbirini aynı potada eritmeden, hiçbirini benzer noktada değerlendirmeden... Hepsine ayrı ayrı sesleniyorum:

SEN EY PKK!

7 Haziran seçiminde sana yakın parti HDP, son 50 yılın en büyük siyasi başarısını göstermişti. 

Ne oldu da bulduğun ya da bulmadığın ilk fırsatta...

Hain suikastlarla, alçak tuzaklarla yoksul Anadolu çocuklarının canına kıyıyorsun?

Seni hangi gizli el, harekete geçirdi?

Kimin maşasısın?

Kim adına kan döküyorsun? 

Kim adına tuzak kuruyorsun? 

Kim adına hainlik yapıyorsun?

Döktüğün bu kanın üzerine neyi inşa edebilirsin ki?

Planın ne? Hesabın ne? 

SEN EY HÜKÜMET!

Daha düne kadar hepimize 'Dolmabahçe'de buluştuk, her şey yolunda' mesajı verdin. 

Kendisine sonsuz kredi açtığın ve meşruiyet tanıdığın parti, seçimde 80 milletvekili çıkardı.

Ne oldu da birdenbire bu partiyi, PKK'dan bile daha tehlikeli ilan ettin?

PKK'ya demediğini neden bu partiye demeye başladın?

Eğer bu partinin PKK'dan farkı yoksa...

Neden bu partinin en önemli isimleriyle hem sen hem de devletin yetkilileri aylarca müzakereler yürüttü?

Umudu kesmemek lazım, öyle hemen pes etmek yok.

Evet, yasadışı PKK’nın Dağlıca’da resmi açıklamaya göre 16 askeri öldürmesi, 6 askeri yaralaması ülke çapında üzüntü ve öfkeye neden olmuştur.

Evet, hükümetin şehit edilen asker sayısını saldırının yapılmasından neredeyse bir gün sonra açıklayabilmesi moral bozukluğunu artırmıştır.

Doğru, ülkenin pek çok şehrinde kendiliğinden, ya da örgütlü olarak sokağa dökülen kalabalıklar, toplumsal gerilim ve kutuplaşmanın patlama noktasına geldiğini gösteriyor.

Doğru Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın TV’de söylediği bir sözün Hürriyet internet sitesinde veriliş şekli üzerine başlayan tartışma, gazetenin basılmasına kadar varmıştır.

Erdoğan, ATV ve A Haber ortak yayınındaki programa terör örgütü PKK tarafından yapılan Dağlıca katliamını anarak başlıyor ve Sabah gazetesine göre kendisine şu soru yöneltiliyor: 

“Seçimlerin ardından terör haberleri var. Muhalefetin eleştirileri oluyor. Bu çatışmaların, çatışma ortamının seçimin ardından sert açıklamalar, gerek Cumhurbaşkanlığından gelen gerekse siyasal iktidardan, Hükümet cephesinden gelen açıklamalar nedeniyle gerçekleştiği de söyleniyor. Hatta şöyle bir ifade kullanılıyor, sizin seçim öncesinde metro açılışında kullandığınız, ‘400 vekil temenni ediyorum, istiyorum’ sözünüzü bu çatışmalı ortama geçilmesinde etkili olduğu söyleniyor. O konuşmanızın tam içeriğini bizimle paylaşır mısınız? Ne diyorsunuz bu eleştirilere?” 

Açıkça görüldüğü gibi soru doğrudan doğruya terör eylemleri ve 400milletvekili istemekle ilgili! 

Zaten yukarıda belirttiğim gibi, program da Erdoğan’ın Dağlıca şehitlerini anmasıyla başlıyor.

Bir büyük yalanın mızrağına asılıp asılıp düşüyorlar.

Devlet, hükümet, iktidar halka söz vermişti:

Bir daha asla olmayacak, diye.

Arşivler, kayıtlar Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’a, iktidar sözcülerine, Havuz medyası kâtiplerine kadar hepsinin yazdıkları, söyledikleriyle dolu.

Bu sözü devlet adına vermişlerdi ama aynı zamanda “örgütle temasları” sonucu.

PKK, silahlı güçlerini Türkiye dışına çıkaracağının sözünü vermişti.

“Bir daha Türkiye içinde silahlı çatışma olmayacak” deniyordu.

Kürt annelere barış, evlatlarının hayatlarına dair sözler verilmişti.

Askeri kaynakların verdiği bilgiye göre 100’er metre arayla 700 kiloluk patlayıcılar döşeyen teröristler, önce askeri kışladan çıkarmak için ihbarda bulundu. Patlayıcıları imha etmek üzere gelen ilk zırhlı araca saldıran PKK’lılar yardıma gelen diğer zırhlı araçların geçişi sırasında ‘uyuyan mayınları’ çektikleri kabloyla patlattılar

Dağlıca’da son yılların en büyük terör saldırılarından biri gerçekleşti.

Saldırının üzerinden neredeyse 24 saat geçmesine rağmen şehit sayısının açıklanamaması ve bu süreçte ortaya atılan spekülatif haberler Türkiye’nin bölgeden gelecek haberlere kaygıyla kulak kesilmesine yol açtı.

Sonuç 16 asker şehit oldu.

90’lı yıllarda devletin terörle mücadeledeki askeri stratejisinin adı “düşük yoğunluklu savaş”tı. Bunun içeriğini askeri uzmanlar tam olarak anlatır. Ancak biz de bazı tahminlerde bulunabiliriz.

“Düşük yoğunluklu savaş” stratejisi var olduğuna göre bir de en azından “yüksek yoğunluklu savaş” olmalı. Buradaki “düşük” ve yüksek” arasındaki farkın bir kısmını da herhalde emniyet güçlerine verilen “Tereddütsüz silah kullanın” talimatı gösterebilir.

Hiçbir askeri sorumlu, Dağlıca olayının ardından “yüksek yoğunluklu savaşa geçmeyelim” diyemez, onun görev ve sorumluluğunun gereği budur.

TSK, Dağlıca’daki şehit sayısını 16 olarak açıkladı. Şehitlerden biri de tabur komutanı kurmay yarbay.

Dağlıca’da, PKK saldırısında onlarca asker ve subayımızın öldürüldüğü haberinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan yandaş televizyon kanalında yine açık konuştu. Suruç katliamını da hatırlatarak, bir partiye 400 milletvekili verilseydi bu olaylar olmazdı, dedi. Aslında bu sözleri ilk kez duymuyorduk. Ancak bu defa zamanlama talihsizdi. 7 Haziran sonuçlarından memnun olmayıp milleti bütünleme sınavına sokma kararı alanların bilincinin derinliklerinde gizlenen tehlikeli zihniyeti, bundan daha iyi açıklayacak söz bulunamazdı.

33 gencin öldürüldüğü Suruç’a ve ardından yoğunlaşan çatışmalara gönderme yapan bu sözler, tekrar seçim öncesinde seçmene şantaj olduğu kadar, bir itiraftır da. Erdoğan, benim başkanlığıma yol açacak mutlak iktidarı vermezseniz nice Suruçlar, Cizreler, Dağlıcalar olur, seçimlerde ona göre davranın haa, demeye getiriyordu. Hürriyet gazetesine saldıranlar arasında yer alan AKP Gençlik Kolları Başkanı (aynı zamanda AKP İstanbul milletvekili), Reis’in açıklamalarını: “1 Kasım’da ne çıkarsa çıksın seni başkan yapacağız’ diyerek tamamlıyor, seçim sonuçlarını tanımayacaklarını peşinen ilan ediyordu.

İlker Başbuğ Genelkurmay Başkanıydı.

Genelkurmay karargâhına bir grup gazeteciyi davet etmişti.

Orada ilk olarak PKK ile mücadelede şehit olan asker, korucu, polis ve sivil kayıplarımız hakkında derli toplu bilgi verilmişti. 

90'lı yıllarda terördeki tırmanışı göstermesi açısından çarpıcı rakamlardı. Terör, terörü getiriyor, OHAL düzeni ateşin üzerine benzin dökmüş gibi etki yapıyordu.

96 yılında olaylar zirveye tırmanmış, hayatını kaybeden insan sayısı 6 bine ulaşmıştı. 

Kürtçe kasetlerin, şarkıların yasak olduğu, köy yakmaların, faili meçhullerin kol gezdiği günlerdi.

İlker Paşa, ”Bu iş sadece silahlı mücadele ile bitirilemez. Ekonomik ve sosyal tedbirler alınmalı” demişti. 

O günlerden, Kürtçenin üzerindeki yasakların kalktığı çözüm sürecinin hakim olduğu bugünlere geldik. Ama sorun çözülmedi.

Çünkü şekil değiştirdi.

ATV ve A Haber ortak yayınında arkadaşımız Melih Altınok'un sorularına cevap veren Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın '1 Kasım seçimleri, Yüksek Seçim Kurulu'nun belirlediği takvim uyarınca mutlaka yapılacaktır' şeklindeki açıklaması, acaba birilerini rahatsız etmiş midir? Örneğin bu 'Birileri' siyasi geleceklerini PKK terörünün bölge seçmeni üzerindeki baskıcı ağırlığına endeksleyenler olamaz mı?

Bu vesile ile siyasete dönük 'Beklentiler'i bu beklentileri oluşturan nedenleri ve odakları daha ciddi biçimde tahlil ettikten sonra oluşturmanın daha doğru olacağını artık görmemiz gerekiyor... Bunu yapmadığımız takdirde hayal kırıklıkları ve beklenmeyen sonuçlarla şimdi olduğu gibi karşılaşmamız kaçınılmazdır. 

Neye niyet neye kısmet 

Örneğin 7 Haziran seçimlerine girerken toplumdaki yaygın beklenti HDP'nin seçim barajını aşıp TBMM'ye girmesi yönünde değil miydi? Böylece Kürt seçmenler TBMM'de daha etkin biçimde temsil edilecekler ve 'Açılım Süreci' eskisinden daha kararlı biçimde nihai sonuca ulaşabilecekti.

Haber eski ama bir zihniyeti deşifre etmesi açısından önemli ve oldukça yeni... “Eski” dediğime bakmayın, üç-dört gün kadar önce Doğan Akın’ın “T24” sitesinde okumuştum. 

Önce başlığı hatırlayalım: “Mardin’de yola döşenen patlayıcı infilak ettirildi, dört polis hayatını kaybetti!”

Dileyen, internetten, arama motorlarını devreye sokarak haberin aslına ulaşabilir.

Neymiş?

Mardin’in Dargeçit ilçesinde, yola döşenen mayının infilak ettirilmesi sonucu bir emniyet amiri ve üç polis memuru hayatını kaybetmiş.

Site, “şehit” ifadesini kullanmıyor.

Bunun inançlarla ilgili bir tercih olduğu düşünülebilir. Şöyle söylenebilir: “T24 sakinleri, görevi başında öldürülen insanlar için bu ifadeyi kullanmıyor. Belki de şehit sözcüğünü alerjik buluyorlardır. İnanç meselesi. Saygı duyalım.”

Fakat saygı duyamıyoruz.

Popüler İçerikler

Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?
Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı