Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Neden ‘Ey Batı’ diyoruz da ‘Ey Suudi’ demiyoruz?

O Suudi Arabistan ki...

-Paraya para demiyor.

-Petro dolarlarını Amerikan bankalarına yığınak yapıyor.

-Hanedan üyeleri lüks ve şatafat içinde...

-Bizdeki Saray'ı solda sıfır bırakan saraylarda keyifler çatılıyor.

İşte bu Suudi Arabistan...

Kapılarını sımsıkı kapatmış, tek bir zavallı mültecinin bile ülkesinin kapısından yanlışlıkla geçmesine izin vermiyor.

Üstelik bu Suudi Arabistan...

Ertuğrul Özkök'e soruşturma açılması, aynı iddia ile Ekrem Dumanlı'nın ifadeye çağrılması iş mi şimdi?

Özkök'ün yazdıklarının, Dumanlı'nın söylediklerinin karesini alıp onla çarpın, elde ettiğiniz sonucu Birleşmiş Milletler'e kayıtlı ülkelerin -kabile diktatörlükleri dahil- hepsinin başkanlarına, krallarına, başbakanlarına uyarlayın, inanın tek bir yaprak bile yerinden kıpırdamaz. Tersine tilki diktatörler tanınmış-itibarlı gazetecilerin eleştirilerini iktidar hakkının ve meşruiyetinin delili olarak pazarlar. Yazılanlarda, söylenenlerde ne var Allah aşkına? Biri Ortadoğu bataklığında tükenen insanlığı sorguluyor, diğeri 12 Eylül diktası üzerinden demokrasi çağrısı yapıyor. 300 kişi hakkında aynı suçtan soruşturma açıldığı, on civarında kişinin tutuklu olduğu doğru ise durum tam bir felaket. “Cumhurbaşkanına hakaret edenlerin ülkesi” imajı çok fena değil mi? Ne oluyoruz?

Ah Cumhurbaşkanı ah! Sen de, savcıların da yanlış biliyor.

Bugün pazar, fırsat bu fırsat, farklı bir kulvara gireyim istedim..

Havadan sudan yazmayacağım..

Güncel bir meseleye, aslında hayati bir soruna değineceğim ama..

Aslında trajikomik bir hal var ortada!.

Gençler hafta sonu ne yapar? Nerede buluşurlar? Veya okul çıkışında nereye uğrarlar?

Ben lise son sınıftayken kahvede buluşurduk..

O zaman kahve de denmezdi kahvehane denirdi... Çay, kahve, kâğıt, tavla, okey..

Okulun yakınlarında (Maçka Teknik Lisesi) iki kahve vardı.. Biri Maçka Caddesi’nin üzerinde bodrum katıydı.. Caddeden iki basamakla aşağıya iniliyordu..

Öteki Hüsrev Gerede’nin hemen girişinde..

Sadece kâğıt oynamak, bilardo oynamak için gitmezdik, sabahın köründe ödev yapmak için giderdik.. Sınav öncesi takıldığımız yerleri sınıfın çalışkanlarına sormak için giderdik.. Kopya hazırlamak için giderdik..

Şimdiki gençler de gidiyor.. Ama onlar kahveye değil ‘cafe’ye gidiyor..

Özgür Mumcu dünkü yazısında, Star Gazetesi’nde köşe yazarı olan babasının katil zanlısına “ Medya dünyasına hoş geldin ” dedi.

Kanlı bir bayrağın nasıl yağlı bir pişkinlikle, göstere göstere el değiştirdiğini, tetikçilerle destekçileri arasındaki vefa duygusunun nasıl devreye girdiğini, çiviyle çaktı gözümüze...

Ne ilk el değiştirme bu; ne son bayrak devretme...

Dipçiğin yerine copun, Hoca’nın yerine Hacı’nın, aklın yerine jölenin sürüldüğü bir dönemden geçiyoruz.

Medyada, yargıda, eğitimde, sermayede hızlı, hırslı, iştahlı bir nöbet değişimi yaşanıyor.

Hırsızlığa, yolsuzluğa, sultanlığa direnen kalemler, hâkimler, akademisyenler, işadamları bertaraf edilirken, yerleri, rant paylaşımından nemalanan ve Saray’a yaltaklanan isimlerle dolduruluyor hızla...

Katillerin gardiyan, hırsızların kasiyer, suçluların kadı olduğu bir rejim doğuyor.

Özgür, Star’ın yeni köşe yazarının biyografisinde Uğur Mumcu cinayetinden sonra yurtdışına kaçtığının ve tutuksuz yargılandığının yazmamasına dikkat çekmiş.

Ben de başka bir biyografideki eksikliğe takıldım dün...

Mevsimlerin kayması, küresel ısınma ve doğal felaketler 'Dünyanın sonu mu geliyor' yani 'Kıyamet yakın mı' sorusunu yine gündeme getirdi... Diyanet İşleri eski başkanı ilahiyatçı Prof. Dr. Süleyman Ateş'in yıllar önceki bir yazısında verdiği 'Kıyamet' e ilişkin bilgileri arşivimden çıkardım.

Buna göre kıyamet alametleri konusunda Kuran'da açık bir ayet yokmuş. Allah'tan başka kimsenin bilmeyeceği, ansızın gelecek olan kıyametin Peygambere de bildirilmediği Kuran'da vurgulanmaktaymış. Ancak bazı ayetlere dayanılarak ve birbirleri ile çelişkili rivayetler kullanılarak 'Kıyamet alametleri' ile ilgili zorlama yorumlar yapılagelirmiş. Bina ile zina arttı mı?

Gerçekten de 'Kıyamet ha koptu, ha kopacak' diye insanları ürkütenler gibi 'Dabbetül-arz ( yerden çıkacak canlı ) şudur' diye olmadık yorumlar yapanlar da yok mu? Herhalde sizler de 'Bina ile zina arttı. Kıyamet yakın' diyenlere rastlıyorsunuzdur... Süleyman Ateş söz konusu yazısında 'Ragıb el-Isfahani' ye dayanarak üç türlü kıyameti sıralamıştı...

Küçük Kıyamet - Bireyin ölümü, kişisel kıyamet/ Orta Kıyamet - Bir neslin yok olması, toplumsal kıyamet/ Büyük Kıyamet - Kozmik veya küresel kıyamet.

Üç Eylül Perşembe günü, AK Parti'nin çağrısıyla, hem birleştirilmiş Irak ve Suriye tezkerelerinin görüşülmesi, hem de Anayasa'ya göre kurulan seçim hükümetinin bakanlarının yemin etmesi için Meclis toplandı.

Uçakta karşılaştığımız daha tecrübeli ve kulağı benden daha delik vekil arkadaşlarım, CHP İzmir Milletvekili Aytun Çıray'ın parti adına konuşacağını ve muhtemelen provokasyon amaçlı bir metin hazırlamış olduğunu ifade ettiler.

Ben “O merkez sağdan gelmemiş miydi?” deyince vekil arkadaşlarım güldü. Kastımı anlamışlardı. Yani “damardan CHP'li kadar kötü olamaz” demek istemiştim gerçekten. Cevap olarak “Hiç ümitlenme on Mahmut Tanal gücündedir kendisi” dediler.

Nitekim Meclis oturumunun en hareketli anları Çıray'ın kürsüye çıkmasıyla başladı. AK Parti grubu gerçekten çok sabırlı, munis ve demokrat insanlardan oluşuyor. Çünkü kürsüye çıkan CMHDP'li (Gayrımilli Kutsal İttifak) vekillerin konuşmaları, kesinlikle eleştiri sınırları içinde olmayan, doğrudan kışkırtıcı iftira ve yalanlardan örülmüştü. Sanki bir yerlerde Islak Goebbels Makinesi çalışmış, bir sürü kopyası Meclis'e doluşmuştu.

Bugün tarihimizdeki utanç verici olaylardan biri olan 6-7 Eylül yağmasının 60. yıldönümü. Geçen yıl da aynı vesileyle “Cumhuriyet’in azınlık raporunu” () sizlerle paylaşmıştım. O yazının girişinde geçmişi neden hatırlamalıyız sorusuna uzunca bir cevap vermiştim. Bu yüzden bu hafta neden utanç verici bu olaya dair yazdığımı açıklamaya girişmeyeceğim, doğrudan konuya gireceğim.

Ağustos 1928’de Yunanistan Başbakanı Elefterios Venizelos, Başbakan İsmet Paşa’ya ve Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü (Aras) Bey’e birer mektup yazarak Yunanistan’ın Türk toprakları üzerinde hak iddia etmediğini ve demokratik Türkiye ile ilişkilerini geliştirmek istediğini belirtmişti. Bu mektupların sonucu Venizelos’un 1931 yılının Ağustos ayında İstanbul ve Ankara’ya yaptığı iki parlak ziyaret oldu. İki ülke, Lozan Barış Antlaşması’nın kapsamında olan ancak ondan önce imzalanan 30 Ocak 1923 tarihli Mübadele Anlaşması’nın işlemeyen yanlarını, 1930’da iki parti halinde, Türk-Yunan Dostluk, Tarafsızlık, Uzlaştırma ve Hakemlik Antlaşması’nı imzalayarak düzelttiler. Aynı yıl İsmet Paşa ve Tevfik Rüştü Aras Atina’yı ziyaret etti. Aras 1933’te sınır güvenliğini görüşmek üzere tekrar Atina’ya gitti. Yunanistan Başbakanı Panagis Tsaldaris ile Dışişleri Bakanı DemêtreMaximos aynı yıl Ankara’ya geldiler. İki ülke arasındaki balayı, 12 Ocak 1934’te Venizelos’un Mustafa Kemal’i Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermesi ile taçlandı.

Cuma günü Tunceli’de PKK saldırısında şehit olan polis memuru Murat Savaş Kale’nin “bir ay önce doğan bebeğini görmek için” izin istediği ama terör olayları nedeniyle alamadığı açıklandı. Ağabeyi “bebeğini göremeden şehit oldu” diye haykırdı cenazesinde…

Acılı babası Emniyet Müdürüne “Benim oğlum gitti, başkasının oğlu gitmesin, kurban olayım başka şehit verdirmeyin” diye yalvardı.

O ailenin, ana-baba-eş-kardeş hepsinin ruh halini, bundan sonra nasıl “unutulmaz” bir acıyla yaşamak zorunda kalacaklarını düşünebiliyor musunuz?

Terörün ahlaklısı yok!

Hakkari-Şemdinli, Batman Gercüş, Siirt , Nusaybin, Şırnak-Cizre, Tunceli… Bir-iki gün içinde birçok köşede askere, polise, sivillere PKK tarafından yapılan eş zamanlı saldırılar artık il, ilçe merkezlerindeki karakollara, üslere, ilçe müdürlük binalarına kadar ilerledi.

İnsanlığın öldüğünü değil, galiba hiç doğmadığını anlattı bize Kobani’den kaçıp Bodrum sahiline vuran Aylan’ın bedeni... Ortak değer, vicdan, merhamet gibi kavramların kitlesel bir karşılığının olmadığını anlattı.

Evet, hepimiz teker teker mahvolduk o fotoğrafa bakarak.

Sanki minicik çocuğun bedeni, yıllardır içeriğinden koparıp buz gibi bir konu haline getirdiğimiz Suriye iç savaşının parçası değilmiş, siyaset ölen binlerce çocuğun bedenini örtmemiş, ilk ölen Aylan’mış gibi lanet ettik, hayret ettik, kendimizi temize çektik o fotoğrafta...

Dünyaya kafa tutarak ama içten içe kafa tuttuğumuzun içinde bulunduğumuz konfor ataleti olduğunu bilerek yatağımızda gözyaşı döktük.

Ve evet, Batı kamuoyu ilk kez 4 yıldır ölenlerin gerçekten öldüğüne ikna oldu. Herkesin gözü önünde 4 yıldır yaşanan vahşet ancak minicik bir bedenin üzerinden ölüm pornografisi olarak kafalarımıza dank edebildi.

Peki, dank etti de ne oldu? Bir şey değişecek mi? İki günlük duygu dalgasının ötesinde Aylan’ın ölmesi neyi farklı kılacak?

ABD’nin en büyük silah tedarikçisi Lockheed Martin, bu yılın ikinci çeyreğinde 11.6 milyar dolar satış geliri açıkladı.

Bu tutar, şirket beklentilerinin yüzde 4.5 üzerinde.

Geçen yılın aynı döneminden de 300 milyon dolar fazla.

Lockheed Martin, iç piyasadaki (ABD) “zayıf” ortama karşın, satış gelirlerindeki yükselişin, uluslararası piyasalardaki talep artışından kaynaklandığını belirtiyor.

Devam edelim...

İngiltere’nin en büyük silah tedarikçisi BAE Systems’in ikinci çeyrek satış gelirleri 6.2 milyar dolar.

O da satışlarını geçen yılın aynı dönemine göre 100 milyon dolar artırmış.

Ve ABD’nin diğer büyük silah üreticisi Raytheon. Onun ikinci çeyrek satış geliri ise 5.8 milyar dolar. Raytheon’un satışlarında da geçen yıla göre artış var.

Her üç şirket de yılsonunu kârla kapatmayı beklediğini açıklamış.

Peki kendilerine “savunma sanayii” adını takan silah şirketlerinin satış gelirleri, daha doğrusu silaha talep neden artar?

Savaş ve çatışmalar arttığı için.

Popüler İçerikler

Dünyanın En Güzel 100 Kadını Listesine Türkiye'den 3 Ünlü Oyuncu da Girdi!
Kızılcık Şerbeti Umut'un En Başından Beri "Umutsuz Vaka" Olduğunu Anlatan Enfes Flood
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'dan 1 Mayıs Açıklaması: "Taksim Uygun Değildir"