Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Yazımı çok dikkatle okumaya bile gerek yok. Kime katil dediğimi şu cümleyle açık seçik yazdım:

'Bak arkadaş. Bu çocuğun katili sensin. Sensin, ey Ortadoğu denilen insafsız, imansız, acımasız mahalle...'

Kullandığım cümle budur.

* * *

Yazımda evet eleştirilerim de var. Tarif ederek eleştirdiklerimin kim olduğu da açıktır.  

Ülkeyi babasının çiftliği gibi yönetmek isteyen diktatör Esad.

Onunla mücadele ettiğini ileri sürüp elinde silahla onunkinden beter bir rejim kurmaya çalışan Müslüman Kardeşler örgütü.

Müslümanım diye ortaya çıkıp insanların kafalarını kesen IŞİD.

Ve Suriye'nin içindeki bu kavgaya müdahil olan, kavgayı alevlendiren bütün bölge ülkeleri. 

* * *

Eleştirdiğim şey, bizim ülkemizin de bu Ortadoğu bataklığına çekilmek istenmesi.

Yazımın hiçbir yerinde Cumhurbaşkanı'nın ne adı geçiyor, ne de unvanı.

Ülkemin seçilmiş Cumhurbaşkanı'na katil diyecek kadar da kendimden geçmedim. Böyle bir kastım kesinlikle söz konusu olmadı. Ama siyasetlerini eleştirebilecek kadar da sorumlu hissediyorum kendimi.

AK Parti ile MHP milletvekillerinin “Evet” oyu vereceği belliydi de, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) gerekirse sınır ötesi (Suriye ve Irak’a) müdahalesine izin veren “tezkere”ye CHP’nin aynı yönde oy kullanacak olması sürprizdi.

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu, huzursuzlanan milletvekillerini yatıştırmak için, “Eğer ‘Hayır’ oyu kullanırsak, seçim sürecinde şehit cenazelerinde bunu kullanır, aleyhte propaganda yaparlar” gerekçesine sığınmış...

Gerekçesiz olmazdı zaten; çünkü CHP’liler her yıl bu zamanlarda Meclis’e sunulan “tezkere”ye hep “Hayır” oyu kullanmaktaydı.

HDP’nin “tezkere” karşıtlığı ise devam ediyor; hükümette yer alan HDP’li 2 bakan “Hayır” oyu kullanacaklarını günler öncesinden açıkladı. 

“Tezkere” önemini aslında çoktan yitirdi; artık sınır ötesi müdahalelerin “tezkere” bulunmasa da yapılabileceği bir ortam hâkim ülkemize. Konuyu ele alışım da müdahale ihtimali yüzünden değil; CHP’nin görüş değişikliği için sığındığı “gerekçe” tuhafıma gitti de ondan.

Suriye, Suriyeli çocuk(lar), Suriye’nin Doğulu, Batılı, Türkiyeli katilleri… Bir önceki seçimin sonucunu beğenmediği için bu sefer “işi sıkı tutmak” adına baskı, dayatma, kafa ezme, susturma yolunda emin adımlarla ilerleyen eskimiş iktidar, parti, parti/devlet… Eskimiş iktidarın “çıkmayan canında umut”, kendine yer arayan haysiyet düşkünleri, yaşlı başlı itirafçılar, siyasi liderlik sevdasını yitirdiği anda, sıra sıra, tükürdüğünü yalayıp iktidar gemisine atlayan kocaman adamlar, dini, peygamberi sırnaşma vesilesi yapmaktan utanıp sıkılmayan küçük adamlar, kısacası berbat dönemlerin gözümüze soktuğu berbat insan portreleri... Ve daha fazlası… 

Neden başladı? 

Hepsini uzun uzun yazmak isterdim, ama bugün, her şeyden önce kiminin “savaş”, kiminin “çatışma”, kiminin “terör” dediği, uzadıkça uzayan şu lanet cenaze törenini, nedenini, nasılını yazmak, daha doğrusu “sormak” istiyorum. Öncelikle, hiçbir şey şu temel sorunun üzerini örtmesin, unutturmasın istiyorum; neden başladı bu “çatışmalı süreç?” İktidar partisi seçim sonuçlarını beğenmediği için savaş ortamının önünü mü açtı? Nasıl yani? Diğer taraftan, Kürt siyaseti tarafı neden aynı yola revan oldu? Suruç katliamı mı, onun sorumlusu aslında iktidar mı? Peki geçen ekim ayında Kobani için sokaklara dökülen insanların uğradığı katliam değil miydi? İktidarın müzakerelerde samimi olmadığı mı anlaşıldı? Seçimler öncesinde samimi olduğu mu düşünülüyordu? Dolmabahçe mutabakatına uyulmadı mı? Ama, Dolmabahçe’nin hemen ardından, iktidar zaten “yok böyle bir mutabakat” dememiş miydi? Ne değişti, neden seçimlerden sonra değişti?

Kapat gözlerini. Sen artık, kapısını kapattığında dünyayı dışarıda bıraktığın evinde değilsin. Esnafına selam verdiğin bir sokağın, sevdiklerinle paylaştığın bir mahallen yok. Bir işin vardı, çocukların okula gidiyordu. Mutluydunuz. Dolabında, özel günlerde giymek için ayırdığın güzel bir ceketin asılıydı. Çocukluğundan beri ara ara yazdığın günlük başucundaki komodinde, sevgilinin sana aldığı ilk hediye şifonyerin ikinci çekmecesindeydi. Çocuklarının düşen ilk dişlerini yazmaya sarıp saklamıştın. O da şurada bir yerdeydi, artık yok… Fırsat buldukça gittiğiniz bir sinema vardı. Gişedeki çocuk tanırdı sizi, hep en güzel yerden keserdi bileti. Dün gece, sabaha kadar yatağın altında birbirinize sarılarak bitmesini beklediğiniz bombardımanda öldü o.

• • •

Hayatını paramparça eden bir savaşın ortasındasın şimdi. Ölüm, çocukların odasının bir adım dışında. Gitmen gerek ve giderken, ağlayan küçük kızına neden bütün oyuncaklarını yanında götüremeyeceğini anlatmak zorundasın. Olur da bir gün geri dönebilirsen, yerinde bulamayacağını çok iyi bildiğin evine bakıyorsun şimdi. Kucağına sığdırdığı üç beş oyuncağa sımsıkı sarılan kızının inadını kırabilecek tatlı bir sözün kalmadı artık. Bağırıyorsun. Eskisinden daha da çok ağlıyor şimdi ve artık sen de…

Milli Güvenlik Kurulu’nun gündemi, en az taşıdığı nitelik kadar önemliydi. 13 yıllık tek parti döneminin ardından MGK’nın sivil kanadında, Ak Partili, bağımsız, MHP’li isimlerden oluşan bir görüntü vardı. MGK bildirisindeen geniş yer ise PKK’ya yönelik operasyonlara ayrılmıştı.

Milli Güvenlik Kurulu’nun önceki gün yaptığı toplantı birden fazla nedenle önemliydi.

Öncelikle, Cumhuriyet döneminin ilk seçim hükümetinde yer alan ilgili bakanların ilk MGK’sı olma özelliği taşıyordu.

Orgeneral Hulusi Akar da Genelkurmay Başkanı sıfatıyla ilk kez masada yer alıyordu.

Seçim hükümetinin Başbakan Yardımcısı Tuğrul Türkeş, 13 yılın ardından MGK’ya katılan ilk MHP’li oldu.

13 yıllık tek parti döneminin ardından MGK’nın sivil kanadında, Ak Partili, bağımsız, MHP’li isimlerden oluşan bir görüntü vardı.

MGK’nın gündemi de en az taşıdığı nitelik kadar önemliydi.

Bir yanda ABD ve IŞİD karşıtı koalisyon güçleriyle yapılan mutabakat gereği başlayan hava operasyonları, diğer yanda yurt içi ve yurt dışında PKK’ya karşı yürütülen operasyonlar.

Evet, Türkiye çok yanlış bir dış politika izledi.

Evet, Türkiye Suriye’de bir ‘temsili savaş’ yürüttü, uluslararası hukuka aykırı eylemlere girişti.

Evet, Türkiye, yöneticilerinin hayal dünyasına dalıp kendisini bir bataklığın içine çekti.

Ve bedelini ödüyor. Delik deşik olmuş sınırı hattıyla ödüyor. IŞİD denen barbarlarının ülke içinde fink atmasıyla, tehditleriyle ödüyor.

Tüm bunları biliyoruz ama şunu da belirtmeliyiz:

Türkiye şu anda dünyadaki en liberal mülteci yasasına sahip ve savaştan kaçan Suriyelilere kapılarını sonuna kadar açtı.

Elinden ve cebinden gelen katiyen yetmiyor ve Suriyeli mültecilerin büyük bölümü bir sefalet yaşıyor.

Ama şunu da belirtmeliyiz: Bu konuda elinden geleni yapıyor.

Cemaat/İktidar işbirliğinin en heyheyli günlerinde...

Polis, sabahın beşinde evlere operasyon yaptığında...

Ne diyordu Bugün'ler, Kanaltürk'ler, Zaman'lar, Samanyolu'lar, Ekrem Dumanlı'lar, Ahmet Altan'lar falan?

*

Ne diyecekler?

-'Ne acele ediyorsunuz canım, hele bir durun, hukuki süreç tamamlansın' diyorlardı.

-'Adalete güvenin, Türkiye Cumhuriyeti'nin yargıç ve savcılarına güvenin' diyorlardı.

-'Gazetecilikten tutuklanmadılar, mesele medyaya baskı değil, basın özgürlüğü bahane ediliyor' diyorlardı.

-'Türkiye çok önemli bir mücadelenin içinde... Böyle bir mücadele verilirken tabii ki ufak tefek hukuki sorunlar olacak' diyorlardı.

-'Sabaha karşı neden operasyon yapılmayacakmış ki? Kimin ayrıcalığı var kardeşim' diyorlardı.

-Tutuklama kararı çıktığında 'İşte tutuklandılar, demek ki varmış bir suçları' diyorlardı.

*

Onların bu tutumlarıdır:

Bugün iktidarı en pervasız şekilde operasyon yapma cüretine iten.

Onların bu tutumlarıdır:

Bugün iktidara en şahane savunma cümleleri armağan eden.

Onların bu tutumlarıdır:

Bugün iktidara laf edecek haklılık zeminini ortadan kaldıran.

Güneydoğu'daki çatışma, ne Kürt hareketinin iddia ettiği gibi bu hareketin devletin operasyonlarına verdiği yanıtla, ne siyasi iktidarın vurguladığı gibi devletin PKK eylemlerine verdiği tepkiyle açıklanabilecek durumda. 

Sorun, önemli ölçüde, yeni gelişmeler, sürece dahil olan yeni dinamiklerle beslenmesi ve bunun sonucunda ortaya çıkan yeni stratejilerle ilgili görünüyor. Çözüm süreci mevcut haliyle tarafların yeni konumlarını, beklentilerini, stratejilerini karşılamaktan uzaklaşmış, bu konudaki zorlamalar sonuç vermemiş ve sonunda çatışmalar yeniden boy göstermiştir. 

Dün ele aldık, örgüt açısından Rojava'da ortaya çıkan yeni durum ve dengeler, diğer yandan Güneydoğu'da alan kontrolünü muhafaza etme ısrarı, silahlı eylemleri başlatma ve özerklik ilanına kadar uzanmıştır. Bu geçişin zamanlamasını, Telabyad'ın düşmesi üzerine Türkiye'nin, uluslararası koalisyonla daha aktif bir askeri işbirliğine girmesi, bunun örgüt için oluşturduğu tehdit belirlemiş görünüyor.

Koza Altın’a yönelik operasyonun sebebi, kara para konusundaki “hassasiyet” değil. Böyle bir hassasiyetleri olsaydı, bugün Rıza Sarraf elini kolunu sallayarak serbestçe dolaşmazdı.

Denetleyemedikleri medyanın varlığını sürdürmesini istemiyorlar. Bir de utanmadan “Hedef gazeteler değil” diye konuşuyorlar. Ana holdingi batırdığınız takdirde, o gazeteler yayın hayatına devam edebilir mi ya da bir başka soru: Akın İpek biat etseydi, başına bu işler gelecek miydi? 

Şems Ethem ya da gözü yaşlı Erdoğan Demirören gibi abat olurdu.

İddialar tutarsız… Zaten Akın İpek talep edilen bütün belgeleri devlet ile daha önceden paylaşmış.

Bunun altyapısını, 1 yıl önceden (8 Ağustos 2014), havuz medyası vasıtasıyla hazırladılar. Türkiye’de basın, hiç bu kadar çamura batmamıştı. Siyasi iktidarın, kapattığı yolsuzluk dosyaları bir daha açılmasın diye böyle bir antidemokratik gayret içinde olmasını anlıyorum da gazeteciliğin bu pisliğe bulaştırılmasını hazmedemiyorum.

Bir dönemde Abdülhamid'e karşı ayaklanan kesimlere 'Jön Türkler' denildiği gibi, şimdi de AK Parti iktidarına karşı her çeşit eylemi ve direnişi koyan kesime de 'Beyaz Türkler' denilmiyor mu? 

Aslında bu Beyaz Türkler de zaman içinde yapı ve yer değiştirdiler. Örneğin şimdi laikçi, kentli, eğitimli olmak Beyaz Türklüğün temel öğeleri olarak görülüyor. 1950'de seçimi kaybeden CHP'nin kadroları da o dönemin Beyaz Türkleri değil miydiler? Onlara göre 'Hasolar ve Memolar' devleti ele geçirmişlerdi. 

Beyaz endişeler 

AK Parti iktidar olduğunda endişelenen kesimlerle, 1950'de Demokrat Parti iktidarını endişelenerek karşılayan kesimler aynı sınıfın üyeleri değildiler ki? Tek Parti döneminin ürünü olan ve devletle iç içe yaşamaya alışmış eski Beyaz Türkler, Demokrat Parti ile gelen siyasi ve bürokratik kadroları da, yeni zenginleri de, endişe içinde izlemişlerdi.

Popüler İçerikler

İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!
Önce Meydan Okuyup Sonra R Yapmıştı: Murat Övüç "Bülentinkiler Sahte" Dediği Diva'nın Eteklerine Kapandı!
Almanya’daki Saldırıyı Kim Yaptı? Noel Pazarı Saldırganının Kimliği ve Röportajı Ortaya Çıktı