Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Dün kıyıya vuran minik cesedinin çeşitli açılardan çekilen fotoğraflarını paylaşarak vicdanımızı rahatlattık.

Affet bizi çocuk.

*

Bir hayata kucak açmak için umutla çırpınırken, ölümün kucağına bıraktık seni.

Affet bizi çocuk.

*

Kıyıya vuran bir balina kadar bile değer veremedik sana.

Affet bizi çocuk.

*

Suriye denilen güzelim ülkenizi, bin türlü politik hesapların, içsavaşın, yamyamların, gözü dönmüş canilerin eline bıraktık.

Affet bizi çocuk.

*

Duyarlı değilsek kayıtsızca izliyoruz, duyarlıysak ah vah ederek izliyoruz, azgın dalgaların savurup kıyılarımıza fırlattığı cansız bedenlerinizi.

Affet bizi çocuk.

Tekrar seçim ya da seçmenin bütünleme seçiminin sonuçlarını hangi dinamiklerin belirleyeceği sorusuna bulacağımız cevaplar, beklenen sonuçlara dair de ipucu verecek. Basit soru şu, 54 milyon insan hangi dürtüleri, duyguları, ihtiyaçları ve talepleri üzerinden oy verecek?

Önce şu tespiti yapalım: Son bir buçuk yılda yapılan üç seçimin temel karakteristiği neydi? Ve 1 Kasım’da bu karakteristiklerden hangileri, ne yöne doğru değişir?

Üç seçimin sonuçlarını açıklayacak, üç seçimde de geçerli dört temel karakteristik ve 7 Haziran’ı etkileyen özel bir durum var. 1.Türkiye siyaseti bu dört partiye konsolide oldu. Bu dört partiyi de var eden tarihsel süreçler ile sosyolojik ve kültürel dalgalar var. 2. Bu dört parti dayandıkları bu dalgalar nedeniyle giderek kimlik siyasetine sıkışmış durumdalar. 3. Bu dört parti arasında siyasal ve kültürel kutuplaşmalar var. 4. Ülke siyasetinde siyasi rekabet eksikliği var. Bu dört karakteristik nedeniyle tüm yaşananlara, gerilimlere, dalgalanmalara karşın esas sonuç ve siyasi rol dağılımı değişmiyor. Çünkü seçimler kimliklere ve kutuplaşmalara sıkışmış siyaset nedeniyle kimlik sayımına dönüşüyor.

Dün sabah saatinde o minik bedenin fotoğrafı Türkiye’nin kalbine bir ateş gibi düştü.

Bodrum’un plajlarından birine vurmuş, kumsalda yüzükoyun can vermiş o beden, aynı sabah kıyıya vurmuş 12 cansız bedenden birinin oğluna aitti.

Yunanistan’ın Kos adasına giden kaçak bir yolda, kim bilir hangi nedenden yenik düşmüş umutlarıyla birlikte hayatlarını da bu yabancı topraklarda bırakmışlardı.

Bir tartışmadır başladı: O fotoğraf kullanılmalı mıydı?

Biz resmi hatlarını belirsizleştirerek kullanmayı tercih ettik, çünkü bir yandan o masumun fotoğrafına bakmak istemeyenler, içi kaldırmayanlar da bakmalı, oradaki insanlık faciasını görmeliydi, diğer yandan ölümün dehşeti okura, izleyiciye yansıtılmamalıydı.

Akbabanın ölmesini beklediği Somalili çocuk resmi yayınlanmasa belki Somali’ye uluslararası yardım eli hiç uzanmayacaktı. O Saraybosnalının, yarısını bir bombanın kopardığı kolunu kanlar içinde yukarıda tutarak hastane merdivenlerine koşturmasının fotoğrafı yayınlanmasaydı, belki Saraybosna’ya uluslararası yardım hiç gitmeyecekti.

O masum ve ailesi, Kos’a gidemediler, ama gidebilselerdi, dört yılı geride bırakan Suriye iç savaşından kaçışlarının sancılı serüveni son bulmuş olmayacaktı.

Siirt’te PKK’lilerin düzenlediği bombalı saldırıda ölen askerlerden birinin yakını, bu ölüme gösterdiği tepkiye Erdoğan’ı da dahil edince, Cumhurbaşkanı’na hakaret iddiasıyla gözaltına alındı. Sorgusunun ardından tutuklandı. Artık sıradan Türkiye manzarasına dönüşen kahredici gaddarlığın küçük ama son derece anlamlı bir örneği bu. 

Birçok toplumda olduğu gibi bizim toplumumuzda da böyle bir ölümün ardından yaşanan büyük acının ve isyan duygusunun dile getirdiklerini, tasvip etmesek de başımızı öne eğip dinlemek, en azından duymazlığa vurmak temel ahlak kuralıdır. Ama çeteleşmiş iktidar odağı için ahlak da, en temel insanlık değerleri de belli ki artık gereksiz bir teferruattır. Güç kahredici yumruğunu her yerde vurmalı, toplumun dilinin dişinin kenetlenmesini sağlamalıdır.

Akın İpek üzerinden, Koza-İpek Grubu’na yönelik bastırma ve sindirme operasyonu da özünde farklı değil. Hakkında usulsüz mali işlemler yaptığı “makul şüphesi” olan bir şirketler grubuna yönelik bir operasyon değil bu. Hem iktidardaki karanlık güç odağına biat etmemiş basının daha fazla kuşatılması, susturulması politikasının bir parçası, hem eski müttefiki, yeni can düşmanı ve kendisi için en önemli tehdit kaynağı olarak gördüğü bir çevreyi yok etme operasyonunun önemli bir adımı.

Geçen salı günü Koza İpek Holding’e çekilen operasyon, seçimler öncesi AKP’nin çevresinde zoraki bir ittifak oluşturma arayışlarını önümüze seriyor. Bunun ötesinde büyük tablo, 2002’den 2015’e sermayenin her fraksiyonuna kendisini kabul ettirme noktasında AKP’nin nasıl irtifa kaybettiğinin de izlerini ortaya koyuyor. Mevcut durumu ve eğilimleri birkaç maddede açıklamak mümkün.

(I) Saray talimatıyla “hizaya getirme” operasyonlarının Koza ile sınırlı kalmayacağı ve 2013/17 Aralık sürecine benzer AKP-Cemaat kavgasından ibaret olmayacağı belli. Bunu, sadece Fuat Avni hesabından Twitter üzerinden yapılan paylaşımlardan değil, Saray’ın önceki çıkışlarından da görmek mümkün. Özellikle Gezi Direnişi’yle başlayan büyük Haziran isyanı sonrası rejimin çözülmesi eşliğinde muhalif medyaya karşı halkın ilgisinin artması, AKP’yi daha saldırgan hale getirdi. Tek tek gazetecilerden tutun da Cumhuriyet gazetesi gibi köklü gazetelere dönük saldırılar bu dozajın boyutlarını ortaya koydu. Gazetemiz BirGün’den bahsetmeye elbette gerek yok, nitekim o her daim AKP’nin “kızıl listesinin” başında geliyor. Özetle rejim karşısında, halktan yana yayın yapan medya kanallarının zora dayalı susturulmaya çalışıldığı dönemlere alıştık da, iktidar locasının zamanında çatısı altında olanların da bu kervana katılması AKP’nin çevresinin oldukça daraldığına işaret ediyor.

AK Parti kritik bir kongreye hazırlanıyor.

AK Parti'nin 1 Kasım seçimlerinden tek başına iktidar olarak çıkıp çıkmayacağının ilk göstergesi 12 Eylül tarihinde yapılacak olan kongre olacak.

12 Eylül tarihlerinin Türk siyasetinde ve AK Parti'de önemi büyük.

Bir anlamda ilk adım kongresi diyebiliriz.

12 Eylül darbesiyle demokrasiye ara verilmişti ancak 12 Eylül Anayasa referandumu ile demokrasimiz bir üst basamağa terfi etmişti.

AK Parti seçim startının verileceği bir toplantı yapacak ancak fiili olarak 1 Kasım seçimlerinin başlama düdüğü kongrede çalınacak.

Öncelikli olarak AK Parti, 7 Haziran seçimlerinde milletimizin verdiği mesajların gereğini yerine getirip getirmediğinin ilk sınavını kongrede verecek.

Bu açıdan Başbakan Davutoğlu'nun kongre konuşması önemli olacak. AK Parti'nin 7 Haziran seçimlerinde en büyük eksikliği kitlelere heyecan vermemesi olmuştu. Çok başarılı seçim kampanyaları yürüten AK Parti ilk kez savunmada kalan ve kitleleri heyecanlandırmayan bir kampanya dönemi yaşamıştı.

Sık sık tekrarlanır; eğer otomasyona yatırım yaparsak emek daha verimli hâle gelir. Böylece ekonomi yüksek oranlı ve sürdürülebilir büyüme hızına ulaşır. Şimdi sıkı durun, istatistikler farklı söylüyor.

Niye mi? Şöyle; gelişmiş ülkeler pek çok sektörde otomasyona yatırım yaptılar. Bu yatırımların amacı verimliliği artırmaktı. Yani ekonomide her işçi ve çalışılan her saat için katma değeri artırmak hedeflendi. Oysa 2008 krizinden sonra gelişmiş ülkelerde büyüme hızı yüzde 4’ü geçemedi. Hattâ genellikle yüzde 4’ün altında gerçekleşti. Bu arada Amerikan ekonomisinde 2008 krizine kadar verimlilik trendi hep aşağı yönde gelişti. Ve krize kadar işsizlik önemli ölçüde yükselmedi. Hattâ istihdam kredi yoluyla desteklenen taleple sağlandı. Kredi balonu patlayınca bu defa milyonlarca işçi işini kaybetti.

OTOMASYON VERİMLİLİĞİ ARTIRMIYOR

İşte bu sonuç bize otomasyonun verimliliği artırmadığını gösterdi. Yine Amerikan ekonomisinin üçte birini oluşturan dış ticarete konu mal ve hizmet üreten sektörde son yirmi yılda istihdam artışı olmadı. İstihdam genellikle üretimin üçte ikisini sağlayan dış ticarete konu olmayan sektörlerde sağlandı. Dolayısıyla daha düşük katma değer yaratıldı. Çünkü dış ticarete konu olmayan mal ve hizmetlerin katma değeri düşük oluyor.

Ülkeyi çağdaş demokrasiyle tanıştırmak üzere yola çıkmış bir siyasi kadronun, geçmişte çok denenmiş ve deneyene yararı olmamış “yasakçı” tutumu benimsemesinin tasvip edilecek bir yönü yok...

21. yüzyılın hızla aktığı günümüzde “yasakçılık” garip kaçıyor.

Bunu bir tarafa not edelim.

Not edilmesi gereken ikinci garabet, amaçları birbirine yakın iki yol arkadaşının, hoş olmayan bir kavga sonucunda ayrı düşünce, birbirlerine karşı takındıkları kahredici tavırdır.

Kahredici... Yani, karşısındakini yok etmeyi amaçlayan...

Hangisi yok edilirse karşısındakinin bundan yararlanması mümkün olmadığı gibi, yok etme sürecinin yok etmeye çalışanın üzerinde bırakacağı zehirleyici etki geride kalanı da kahredebilir. Bu kavgadan ölümcül yara almadan çıkmak imkânsız görünüyor...

Dün, Milli Güvenlik Kurulu toplantısı yapıldı. Bugün, TBMM'de birleştirilmiş Suriye-Irak tezkeresi görüşülecek. Her iki oturumun ortak paydası ise 'terörle mücadele!' Türkiye, 23 Temmuz'daki Güvenlik Zirvesi'nden bu yana PKK, DEAŞ ve DHKP-C ile aynı anda ve topyekûn mücadeleyi esas alan yeni bir konsept uyguluyor. Özellikle terör örgütü PKK'nın kırsaldaki çatışmaları şehirlere taşıma, sivil halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getirme, olası sivil kayıpları bahane ederek halkı sokağa dökme planı uyguladığı biliniyor. Bu yolla, 'sözde özerklik ilanı'na meşruiyet kazandırma çabasında olduğu da biliniyor. Veya kamu düzenini sağlama önlemlerini gerekçe göstererek seçim güvenliği ile ilgili tartışma başlatma ve sandığı boykot etme hesabı güttüğü, böylece 'özerklik ilanından başka çaremiz kalmadı' iddiasına taraftar bulma niyeti taşıdığı da anlaşılıyor. Hal böyle iken, silahların konuştuğu bu ortamda, silahsız çözümle ilgili gelişmeleri değerlendirmeye pek fırsat olmuyor. Oysa 'devlet aklı' çok yönlü çalışmaya, yerel ve genel ölçekte nabız tutmaya, toplumsal değişimleri ölçmeye devam ediyor. Tabii bu analizlerin anlam kazanabilmesi silahların tümüyle devreden çıktığı aşamayı beklemeyi gerektiriyor.

İngiliz gazetecilerin hapiste geçirdiği her saat Türkiye'nin gazetecilere bakışındaki sorunu daha çok kişinin bilmesine sebep oluyor.

Vice News için çalışan İngiliz gazeteciler Jake Hanrahan, Philip Pendlebury ve onların mihmandarı Muhammed İsmail Resul , 31 Ağustos tarihinde Diyarbakır’da tutuklandı.

Nedenini nasılını dünkü yazımda anlattım. Kısaca üstünden geçeyim: Diyarbakır emniyetine isimsiz bir ihbar gelir. Hilton otelinde kalan gazeteciler Jake, Philip, mihmandar Muhammed İsmail ve Mardinli şoför Abdurrahman’ın isimleri verilir. Bu kişilerin “IŞİD’le işbirliği içinde olduğu ve asker/polise saldırı düzenlemek için görüşmeler yaptığı” belirtilir.

Bunun üzerine dört kişilik Vice News ekibi önce gözaltına alınır. Şöfor Abdurrahman Çelik sorgusunun ardından serbest bırakılırken, makul şüphe kapsamında gazeteciler ve mihmandar tutuklanır. Hem IŞİD’e hem de PKK’ye yardım etmekten.

Yani bizim terörle mücadele aklımıza göre böyle bir tip varmış: Birbiriyle öldüresiye savaş halinde olan iki örgüte aynı anda yardım eden ve bir Amerikan haber kanalı için çalışan gazeteci görünümlü kişi.

Popüler İçerikler

Bahis Reklam ve Teşvik! Acun Ilıcalı, TV8 ve Exxen Yetkilileri Hakkında Soruşturma Başlatıldı
Kılıçlı Yemin Olayında Yeni Gelişme: Teğmenlerden Sonra Komutanlar da Disipline Sevk Edildi
Askerlerine Cinsel Saldırıda Bulunan Komutana 38 Yıl 70 Ay Hapis Cezası Verildi