Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

ABD de Avrupa da Erdoğan yönetimine giderek güvenlerini yitiriyor. Her hareketi, ya da hareketsizliği altında, gerçek olsun olmasın ortak çıkarlara aykırı bir neden arar durumdalar. Bu kendisini işte böyle baskıyı üstünden eksik etmeme şeklinde gösteriyor.

ABD medyasından haftalardır gelen “Neden vurmuyor?’ yayınlarının ardından Türk jetleri nihayet 28 ve 29 Ağustos’ta İncirlik’ten havalanan ABD uçaklarıyla birlikte Suriye hava sahasına girerek Irak ve Şam İslam devleti (IŞİD) hedeflerini vurdu.

Türk F-16’larının da katıldığı ilk akın, ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’dan gelen “Çok yakında Türkler de katılacak” açıklamasından birkaç saat sonra yapıldı.

Havuz gazetesinin bildirdiğine göre AKP'nin yenilenecek seçimdeki sloganı 'İstikrara oy verin' olacakmış.

13 yıllık AKP iktidarında bir istikrardan söz edecek isek bu sadece her şeyin altüst olması olabilir.

Mesela götürüp devleti şimdi 'paralel' dedikleri kişilere teslim ettiler.

Sonradan öğrendik ki devletin polisi, bu yapının elinde kalmış, bunlar sadece seyredebilmişler.

Hukuk düzeni deseniz aynı. Kendilerinin söylediklerine göre hâkimler, savcılar Atlantik ötesinden emir alır, kanunlara göre değil, oradan gelen işaretlere göre karar verir olmuşlar.

Bu 13 yılda doğru dürüst bir KPSS bile düzenlemeyi başaramadılar. Ya sorular çalındı, bunlar seyretti ya da sorular yanlış çıktı, bunlar yine seyretti.

O kadar ki hâkim-savcı sınavına bile sahip çıkamamışlar, hak etmeyenler kopyayla hakim-savcı olabilmişler. Ben söylemiyorum, kendileri söylüyor bunu.

Milli Eğitim deseniz orada da durum aynı. 'İstikrar' sadece istikrarsızlık doğurmuş. Beş bakan değiştirdiler hepsi bir öncekinin yaptığı sınav düzenini bozdu, yeni bir sistem getirdi. Öğrencilerin ve velilerin başı döndü.

Beş yaşındaki çocukları ilkokula gitmeye zorladılar, ertesi sene yanlış yaptıklarını görüp vazgeçtiler, olan o yıl okula gitmeye zorlanan yüz binlerce çocuğa oldu.

'Tarım' ülkesinde yaşıyorduk, buğdayı bile ithal eder olduk, et üretimi deseniz artık dışarıdan kesilmiş hayvan satın alıyoruz.

İş kazalarına karşı hiçbir önlem alamadılar, binlerce kişi bu iktidar döneminde iş kazalarında hayatını kaybetti, 'fıtrat' deyip geçtiler.

Yurtdışından Türkiye’ye nasıl bakıldığını görmek genelde aydınlatıcı oluyor. Bazen ülke içindeki tartışmalarda nesnel durumun gerçeklikten hayli uzak şekilde değerlendirildiğini de görebiliyorsunuz. Gerçi bir dönem Türkiye’nin dış politika söylemi, iktisadi sicili, ülke olarak kimliği, dış politikadaki adımları ilgiyle izleniyor ve tartışılıyordu. Muhataplarınızla konuştuğunuzda neyi merak ettiklerini, bazı hamleleri kavramaya çalıştıklarını görüyordunuz. Konferanslardadış politika analizleri ve onlar kadar olmasa bile iç politikadaki gelişmelerle ilgili çözümlemeler büyük ilgi uyandırıyordu.

İki başkentte bugün Türkiye’yi tartıştığınızda ortaya çıkan tablo hayli farklı. Son yılların dış politikası Türkiye’nin gücünün gerçek boyutları hakkında yapılan değerlendirmelerin niteliğini değiştirmiş. Bir zamanlar olduğu gibi Ankara’nın Ortadoğu’da etkili bir devlet olacağı beklentisi kimsede yok. Bunun da ötesinde Suriye’deki iç savaş başladıktan sonra izlenen politikalar Türkiye’nin dış politikasının temel hedefleri ve amaçları hakkında epeyce soru işareti biriktirmiş.

Sorunlara, kriz kokan iniş çıkışlara rağmen, tam meşruiyet çerçevesinde bir seçim hükümeti kuruldu. Siyasal sistem Anayasa'nın öngördüğü hükümler çerçevesinde hareket ediyor. 

Seçim sonrası ortaya çıkacak tablo, bu tablonun nasıl bir hükümet modeline izin vereceği önemli meselelerden birisi. 

Haziran seçimleri sonrası mevcut siyasi yelpazeyle ve çatışma kültürüyle koalisyon hükümeti kurmanın zorluklarını bir kez daha test ettik. 

Kasım seçimlerinden sonra tekrar koalisyon koşulları ile karşı karşıya mı kalınacak yoksa, AK Parti tek başına hükümet kuracak bir miletvekili sayısına mı ulaşacak?

Çok akıcı natıkası, sağlam muhakemesi olan bir politikacı Davutoğlu; akademik birikimini ve disiplinini hem bilgi hem de yöntem olarak politikalarına yansıtınca, siyaset sahnesinde ederi çok fazlaydı.

Erdoğan sonrası, geçmişin kirini pasını temizleyip Türkiye'ye yeni bir başlangıç yaptırma fırsatı duruyordu önünde. Kullanamadı. Birkaç gün önce çok cılız şekilde çıkan “Yeni AK Parti” sloganının hemen ortadan kaybolması, Davutoğlu'nun sıkıştığı köşeden çıkma ihtimali olmadığını da gösterdi. Geçen hafta üç gazeteci ile katıldığı uzun televizyon programında çaresizliği yüzüne, muhakemesine ve söylemine yansıyordu. Davutoğlu tükendi; ne çevresine aldığı kadrolardan ihanet gördü, ne de toplum tarafından yadırgandı; onun politikadaki tek rakibi Erdoğan'dı. Kariyeri Erdoğan için geçici bir sığınak oldu ve sonunda onun tarafında içerden kemirilerek tüketildi. 1 Kasım'da yapılacak seçimlerde Davutoğlu'nun Kılıçdaroğlu'na, Bahçeli'ye veya Demirtaş'a rakip olma ihtimali var mı? Öyleyse?

“Barışta oğullar babalarını, savaşta babalar oğullarını gömer.” Lidya’nın son kralı Kroisos’un bu meşhur sözlerini bilirsiniz. Yaklaşık 2 bin 500 yıl önce söylemiş.

Şimdi yine savaşın içinden geçiyoruz, çocuk cenazeleri önümüzde dizi dizi. Bazılarının gömülmesine bile izin verilmiyor. İnsanlık geliştikçe daha rafine vahşet yolları bulunuyor.

Peki öldürenlerin akıbeti ne olacak? Önceki cinayetlerinden anlayabiliriz:

Ramazan Dağ: 13 yaşındaydı, Uludere’de 1988’de “Dur ihtarına uymadığı” için öldürüldü. Zamanın İçişleri Bakanı Mustafa Kalemli, SHP milletvekilinin soru önergesini yanıtlarken “yanlışlıkla öldürüldüğünü” kabul etti. Bakanın açıklamasına göre asker saklanmış PKK’lilerin geçmesini bekliyordu. Ramazan dur ihtarını duyunca korkup kaçmak istedi. Kaçamadı. Vuranlar kim, bilmiyoruz.

İhsan Özkes'in, Abdülkadir Şener'in, ya da partisini değiştirdikten sonra, ayrıldığı örgütüne ve liderine ağır ifadeler kullanmış siyasilerin bir dökümünü yapsak; son derece zengin bir liste çıkar.

İhsan Özkes, 30 Ağustos resepsiyonunda, (tüm milletvekillerinin olduğu gibi, kendisinin de davetli olduğu) Cumhurbaşkanlığı’nın Ankara Beştepe'deki yeni köşküne(veya, popüler tabirle, Saray'a) gidince, kıyamet koptu. İhsan Özkes, şu an, bağımsız milletvekili. Üsküdar Müftülüğü dahil, bir çok ilçede müftülük yapmış, bir din adamı.

İki dönem CHP'den milletvekili seçilen Özkes; 30 Mart yerel seçimlerinde, Üsküdar'da, CHP’den belediye başkan adayı oldu. Seçimi az farkla yitirdi. Son seçimlerin ardından, tepkisel bir açıklamayla, CHP'den istifa etti.

Seçimin hangi dayatmalarla geldiğini, Cumhurbaşkanı’nın hangi hukuksuz tavırlarla hükümet kurma görevini Kılıçdaroğlu’na vermediğini yaşadık. Muhalefet partileri ise bu sivil darbeye karşı, demokratik tepki haklarını kullanarak sahaya inmediler. İzahı zor... Seçim tarihi ise, kanuna rağmen, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından “90 gün sonraki pazar günü”ne değil, 1 Kasım’a oturtuldu. Bu oldu bittinin gerekçesi belli: 29 Ekim üstünden seçim sonrası pazartesiyi içine alarak, ülke yangın yeriyken hâlâ tatile çıkmaya kalkışanlara imkân (!) tanımak! İşte şark kurnazlığı tam olarak bu! 

Öncelikle yakın çevrenizde o hafta sonu tatile gitmeyi aklına getirebilecek kadar bilinçsizler varsa, işe pasaportlarını saklayarak veya beyin cerrahları aracılığıyla lobotomi uygulatarak başlayabilirsiniz! Şaka bir yana, umarım her acente Gezimanya kadar yurtsever olur ve o hafta sonu tüm turlarını iptal eder! TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy’dan rica ediyorum: Tüm acentelere çağrı yapsın ve seçimden önce hepsi resmi olarak turlarını iptal etsinler. Bu zaten istisnasız her parti için yararlı!

Hükümet, seçim öncesi iç talebi canlandırmak için harekete geçti. Bunun ilk adımı olarak bireysel kredilerde vade sınırının 36 aydan 48 aya çıkarılması için BDDK'ya talimat verildiği belirtiliyor.

Diğer taraftan taşıt kredilerinde vadenin 48 aydan 60 aya çıkarılması ve kredi kartında taksit sınırlamasının ise henüz tartışma aşamasında olduğu söyleniyor.

Hükümet seçim öncesinde iç talebi canlandırmak, daha rahat bir ortamda seçime giderek daha fazla oy almak istiyor. Bunun ilk adımı olarak bireysel kredilerdeki vade sınırını 36 aydan 48 aya çıkarma kararı aldı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) tarafından bu kararın kısa sürede alınacağı ve bir an önce uygulamaya sokulmasının planlandığını öğrendik. Bununla beraber tüketici kredilerinin bankalara maliyetinin de azaltılması planlanıyor. BDDK bireysel kredilerin risk ağırlığının azaltılması üzerinde çalışıyor.  Bu yolla bankaların bireysel kredi vermeleri cazip hale getirilip piyasada rahatlık sağlanması ve bunun seçimde AKP oylarını olumlu etkilenmesinin amaçlandığı kesin.

Amerika ile Sovyetler asında Soğuk Savaş varken ve insanlar kendilerini 'Sağcı- solcu' ya da rejimler kendilerini 'Kapitalist- sosyalist' diye konumlandırırken meğer hayat ne kolaymış... Doktriner ideolojilerin müzeye kaldırılması ile her şey amma da karmaşıklaştı...

Kavga etmek isteyenler ve bu kavgalarını ille de bir kampa yerleştirmek isteyenler, etnik, mezhepsel ve benzer farklılıklar üzerinden kavgalarına zemin aramaya başladılar. Dünün solcuları bugün, dünün sağcılarına taş çıkartacak faşist söylemlerle meydanlardalar. 

Anti-Erdoğanizm 

Bir de kişilere dönük öfke ve nefrete dayalı söylemler ve eylemlerle siyaset etmeyi 'İlkelilik' olarak görenler yok mu? Örneğin bizde 'Anti- Erdoğanizm'in bir yansıması HDP ile MHP'nin siyaset pratiğinde aynı söylem ve eylemde birleşmeleri, buna örnek olamaz mı? 'Neo-conlar' ile 'Kemalistler'in veya 'Gülenciler' ile 'Laikçiler'in ittifakları da bu örnekler arasında değil mi? Ya da Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP ile MHP'nin Erdoğan'a karşı ortak aday çıkartmalarını unutmak mümkün olabilir mi?

Popüler İçerikler

Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
Gazeteci Özlem Gürses TSK Hakkındaki İfadeleri Nedeniyle Gözaltına Alındı
Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı